Galiba yanlış anlaşılma oldu

A -
A +
"Kendisinin o coğrafyada eşraftan olduğunu, dedesine "aksakal" denildiğini anlattı. Bir anda ahbap olmuştuk. Birbirimize bakarken gözlerimizin içi gülüyordu. Bizi Azerbaycan'a davet etti." Ziyaretine gitmiştim. Kendisi çok kibar bir insandı. Yıllarca yurdun değişik illerinde edebiyat öğretmenliği yapmıştı. Son olarak İstanbul Milli Eğitim Müdür Yardımcısı iken emekli olmuştu. Yayıncılıkla uğraşıyordu. Kendisiyle ister yüz yüze konuşun, ister telefonda hiç fark etmezdi. Öyle kibar bir üslup kullanırdı ki, siz de kendisine aynı nezakette karşılık vermeye kendinizi mecbur hissederdiniz. Yine öyleydi. Gözlerinin içi gülüyordu: -Dostum, ne içersiniz? Çaylar geldi. Birbirimize karşı nezaket kuralları içersinde hal hatır sormuş tatlı bir sohbete dalmıştık. Bir ara yayınevinin zili çaldı. Otuz otuz beş yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir şahıs içeri girdi. -Merhaba, dedi. Sabahleyin telefonda adres bilgisini aldığım yer burası mı? Adrese doğru geldim mi? -Evet, doğru adrese geldiniz. Konuşmasından anlaşılıyordu. Galiba Azeri'ydi. Konuşmaları ne kadar da saf Türkçe'ydi. Binlerce yıllık dilimiz olanca güzelliğiyle işte onların ağızlarındaydı. Bu duygularımı dile getirdim. O da çok memnun oldu. Kendi dillerinin şiir yazmaya en yatkın dil olduğundan söz etti. Camcılıkla meşgul olduğundan bahsetti. Camcılıkta en ileri ülkenin İtalya olduğunu söyledi. Tabi mesleğimiz olmadığı için bir şey söyleyemedik. Ben de Paşabahçe Cam Fabrikamızı söyledim. -Dünyada oranın da şöhreti var, dedi. Azerbaycan'dan sorduk. Anlattı. Her geçen gün geliştiğinden, dev gökdelenlerin yapıldığından, Baku'nün çok eski yerleşim merkezi olduğundan falan söz etti... Kendi sülalesinin şehrin eşrafından olduğunu dedesine "aksakal" denildiğini anlattı. Adeta ahbap olmuştuk. Birbirimize bakarken gözlerimizin içi gülüyordu. Bizi Azerbaycan'a davet etti. Her daim görüşelim diye karşılıklı temennilerde bulunduk. Biz tatlı sohbette iken, Azeri Camcı'nın istediği poşet de hazırlanmıştı. Ben de ziyaretimi yerine getirmiş olduğumu düşünerek müsaade istedim. Üçümüz de ayağa kalktık. Hem Milli Eğitim Müdür Yardımcısı yayıncı beyefendi hem de orada tanıştığım Azeri Camcı ile tokalaştım. Bana kibarca ricada bulundu: -Meni birkaç dakika bekleyirsen. Sene adres sormak isterem. -Hay hay, dışarıda bekliyorum. Onlar alış verişini rahat yapsın diye dükkanın dışında çıktım. Arkam dönük beklemeye başladım. Bir iki dakika ya geçti ya geçmedi. Dükkanın kapısı açıldı. Aman Allah'ım o da ne? Azeri Camcının çehresi öfkeden kıpkırmızıydı. Nasıl sinirlenmiş bir haldeydi. Hemen ardından kapıya çıkan yayınevi sahibi ise şaşırmış haldeydi. "-Dostum bir dakika" diyordu ama öfkeden duyan kim? Azeri Camcı'nın ne dönüp dinleyecek tahammülü ne sakinleşecek hali vardı... Orayı öyle öfkeyle terk etmişti ki benim yanımdan hışımla geçip giderken beni dahi fark etmemişti... Yayınevi sahibi dostumla göz göze geldik. -Ben de bir şey anlamadım, diyordu mahcup ve suçluluk duygusuyla. Galiba bir yanlış anlaşılma oldu. Bir espriyi mi yanlış anladı bilemiyorum. "Bari ardından gidip soracağı adres konusunda yardımcı olayım" dedim. Hızla sokağa çıktım. Sağa baktım yok, sola baktım yok... Adamcağız öfke hızıyla çoktan kaybolmuştu... Kendi kendime hayretler içinde kaldım. O kadar zamandır, kibarlığı ve nezaketi herkesçe tanınmış bir beyefendinin hangi konuşması, hangi esprisi kim bilir nasıl algılanmıştı ki, o genci böylesine öfkelendirip deliye döndürmüştü? Şimdi daha iyi anlıyorum, devlet adamlarının dış ülke devlet adamlarıyla yapacakları konuşmaları niçin önceden hazırlanmış bir metin üzerinden konuştuklarını... > Servet Alptekin- İstanbul Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.