Efendim ben yoksul bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldim. İlkokulu köyümde okudum. 1952 yılında Kütahya Erkek Sanat Enstitüsü'ne, ayda 70 lira ücretle yatılı öğrenci olarak kaydım yapıldı. Üç sene sonra annem felç geçirip vefat etti. Öğretmenlerimin gayretleri ile hayata tutunmayı başardım. Bizlere ellerinden gelen gayreti gösterdiler. Mekanları cennet olsun. Asıl anlatacağım anekdot 1955 yılına ait. Okulumun müdürü Kütahya Tavşanlı'dan Sıtkı Aktakke Bey'di. Ondan hem korkar hem de saygı duyardık. Hanımı Türkçe öğretmenimiz Münevver Hanım'dı. Bizlere iyi insan olmayı öğreten değerli bir öğretmenimizdi. O yılların kışlarını sağ olanlar çok iyi hatırlar. Bazı günler -25 C altına düşerdi. O zamanlar kara trenden başka taşıt yok sayılırdı. Posta denilen trenle tatil dönüşü 22:00 saatlerinde tren gelir, genellikle ayakta ancak yer bulurduk. Gene böyle bir tatil dönüşü hava çok soğuktu. Afyon Garı'na geldim. Orada en az iki saat beklenir, aktarmalı olarak Kütahya'ya hareket ederdik. O yıllarda 16-17 yaşlarımdaydım. Afyon Garı'nda gezinirken 50-60 yaşlarında bir kişi dikkatimi çekti. Baktım durmadan, sessizce ağlıyordu. Yanına vardım: -Amca niye ağlıyorsun, derdin ne, diye sordum. Önce açıklamak istemedi. Ben ısrar edince "İzmir'den hastaneden geldiğini, memleketi Burdur'a gideceğini, parası olmadığı için bilet alamadığını" söyledi ve tekrar ağlamaya başladı. Kendisine teselli verdim. Nereye kadar gideceğini öğrendim. Kısıtlı imkanımı zorlayıp 3. Mevki bir bilet bir de ekmek alarak yanına geldim. O kadar çok sevindi ki kelimelerle anlatmam mümkün değil. Kalktı, boynuma sarıldı. Beni oğlu gibi öptü. Nerede, hangi okulda okuduğumu, adımı soyadımı, sınıfımı sordu. Aradan en az iki üç ay geçmişti. Ben bu olayı çoktan unutmuştum. Bir gün okul müdürümüz Sıtkı Bey beni odasına çağırttı. O yıllarda okul müdürlüğü makamı sanki şimdiki vali makamından daha saygın bir konumdaydı. O kadar korktum ki anlatamam. Acaba bir suçum mu vardı? Kapısından içeri girdim. Baktım sinirli hali yok. Elinde bir mektup vardı. Bana şefkatle dedi ki: -Oğlum senin Burdur'da kimin var? -Tanıdığım kimse yok efendim, dedim. -Bu kadar parayı sana niçin göndermiş olabilir ki, dedi. Cevap vermeyince elindeki mektubu açıp seslice okumaya başladı: "Oğlum Mustafa, üç ay kadar önce beni sıkıntıdan kurtardığın için bu iyiliğini unutmayacağım. Gene maddi sıkıntın olursa adresime mektup yazabilirsin. Bir evladım da sen oldun." Gönderdiği para bana en az iki yıl yetti. Şimdi düşünüyorum da o yıllarda böyle bankacılık hizmeti yoktu. Kredi kartı yoktu. Vadeli vadesiz vb. hesap yoktu. Köylünün değil cep veya ev telefonu, şehirde bile ha dediğiniz yerde telefon yoktu. Dolayısıyla mağdur oldu mu bir insan hakikaten mağdur olabiliyordu. Bir de o dönemde insanlar bileti olmasa da kaçak binmeyi akıl etmeyecek kadar dürüst, kendine yardım edenin yardım duygusunu istismar etmeyecek kadar haysiyet sahibiydi... Şimdi ismini hatırlamadığım o kişiyi saygı ve rahmetle anıyorum. Müdürümüz mektup üzerine olayı bir de benden dinledi. Bütün okul öğretmenleri ve öğrencilerini büyük salonda topladı. Örnek bir öğrenci olduğumu, benimle gurur duyduğunu söyledi. Bu olay beni çok etkiledi. Derslerime ve kendime daha önem vermeye başladım. Ben hiçbir karşılık beklemeden iyilik yapmıştım. Demek ki bir yardımın değeri kat kat geri dönüyormuş. Em. Öğretmen Mustafa Avcı-Uşak > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00