Tek hayali doktor olabilmekti. Tıp Fakültesini kazandığında sevincinden üç gün uyuyamamıştı... Ama bu sevincini üç ay yaşayabildik... Ayaklarında mantar olduğu için kullandığı kremler kortizon içeriyordu. O sebeple mi oldu yoksa ayak iltihaplanması mı olmuştu bilemiyoruz, ayakları şişmeye başlamıştı. Sandalyede çok oturmasından mı uykusuzluktan mı? Ama artık dayanılacak gibi değildi. Hastaneye götürdük. Tıp da bulmuştu işin kolayını... Kronik yorgunluk diyorlardı. Aşırı stres diyorlardı... Ama rahatsızlığın sebebi şu diyemiyorlardı. Hiçbir teşhis koyamadan eve getirdik. Mecburen koltuk değnekleriyle okula gitmeye niyetlendi. -Aman oğlum, canından önemli mi, diye çok yalvardım. Birkaç gün sonunda ayakları da isyan etmişti. Nefes almakta zorlanmaya başlamıştı. Göğsünde ağrılar dayanılmaz hal alınca acile kaldırdık. Doktorlar bir tuhaf olmuştu... Sanki hastaya bakmaktan çekiniyorlardı? Sanki beyaz önlüklerin içinde doktor değil de birer el gibiydiler. Hiçbiri "oğlunuzun rahatsızlığı şudur" diyemiyordu. Herkes bir başkasına sevk ediyordu... Yalvarıyordum: -Ne olur çocuğumun rahatsızlığı nedir? Cevap alamıyordum. En sonunda oğlum hastaneye yatırıldı. Hastalığının ne olduğunu söyleyemeyen doktorlar acaba nasıl tedavi yapacaklarını biliyorlar mıydı? Evladımı yoğun bakıma aldıklarında, ilk defa yıllar önceki çocuksu sesini duydum: -Anne, ne zaman çıkacağız buradan? Gözlerim doldu geldi: -Sen iyileş yavrum. O vakit gideceğiz. İnşallah hiçbir şeyin kalmayacak... -Sen inanıyor musun iyileşeceğime? Öyle bir ümitsiz soruyordu ki, içime işledi: Anne yüreğiyle cevap verdim: -İyileşeceksin oğlum... Doktorların da hemşirelerin de bildikleri bir şey vardı... Hijyen... Ona çok dikkat ediyorlardı: -Kimse yaklaşmasın. Elle temas yapılmasın! Tamam da bu insanlar ağaç mıydı? Taş mıydı? Oğlum "elimi tut" anne diye mırıldanıyordu. Niçin onda böyle bir arzu oluşmuştu hiç merak ediyorlar mı? Gözlerini açmakta zorlanan, nefes almakta zorlanan bir evladın istediği şeydi bu. Niçin? Ben onun annesiydim. Ona enerji verecektim. Ondan enerji alacaktım... Yoksa "beyaz önlüklü" insanlar için insan, sadece et parçası mıydı? -Niçin yasak? -Enfeksiyon kapmaması için. Bir de böyle sağlık gerekçesi söylemezler mi? Sizi sizden bile korkutuyorlardı... -Tutamam anneciğim, ellerini tutmam yasak... Enfeksiyon kapmaman lazımmış kuzum... Çocuğum bir süre sonra bir istekte daha bulunuyor. Âdeta susuz kalan insanın su istemesi gibi: -Beni öpsene anneciğim... Allah'ım bu isteğe nasıl "hayır!" derim ben... Ama beni korkutuyorlar. Oğlunun sağlığı için diyorlar... Cevap veriyorum: -Öpemem yavrum... Enfeksiyon tehlikesi varmış. Başını iki yana salladı... Konuşamıyordu... Demek istiyormuş ki: "Ah anneciğim, ben hayata veda ediyorum, sen enfeksiyondan bahsediyorsun. Öp beni öp..." Son nefeslerini aldığını nereden bilebilirdim. Birkaç dakika sonra gözleri kapandı... Konuşamaz oldu... O'nu annesinden bile koruyan hekimler, ölüm karşısında çok çaresizdi... Biricik yavrumun gözlerimin önünde ölmesini izlettiler. Hem de öpmeme bile izin vermeden... Bir anne yüreğiyle diyorum ki: "Keşke biricik yavrumun ellerinden ellerimi ayıramasaydım. Keşke onu ilk doğduğu günkü gibi bebeciğim diye öpseydim." Bir annenin evlada vereceği enerjiden habersiz tababetin asıl kendi duygusu enfeksiyon kapmış. Çok duygusuzlaşmışlar çünkü... Eğer birazcık duyguları kalsaydı bir anneyi son nefesinde bile evladından uzakta bekletmezlerdi!.. Serpil Akcan-İstanbul > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00