"Onları çıkarın, içeri giremiyorlar!.."

A -
A +

Biz aslen Kars'ın Ardos köyündeniz. Dedemin babası Nuroğullarından Sait Paşa'ymış. 93 Harbinde vefat etmiş. Bu savaş oradaki sivil halkı perişan etmişti. Dedemler de Rus zulmünden kurtulmak için kağnı ile altı ay yol gitmiş, Sivas'a gelip yerleşmişler. Yiyecek içecek tedarik etmişler ama yolda esas lazım olan şey altın ya da para... Dedemler altını muhafaza etmek tehlikeli olur diye banknot parayla yola çıkmışlar. Osmanlının banknot matbaası olmadığından paralar Rusya'da basılıyormuş. Üç yastık dolusu banknotla yola çıkmışlar. Düşünce ise şu: "Yatağın altına koyalım. Eşya gibi dikkat çekmez." Sivas'a gelince dedem, "Ben burada kalacağım" diyor. Eh artık yerleşecekler, kendilerine ev bakacaklar, iş bakacaklar değil mi? Ama bir de bakıyorlar ki yastıkların içinde sakladıkları banknotlar lime lime olmuşlar... Ama nasıl olur? Nasıl olacak üstüne yata yata... Paramparça olmuşlar. Bir kuruşu bile kullanılmayacak halde... Nasip işte... Ama dedem maşallah uyanık bir zatmış. Zaten köyde de köyün ağasıymış. Kısa zamanda işlerini yeniden toparlamış. Tabii ben dedemi göremedim. Babam henüz dokuz yaşında iken dedem vefat etmiş. Babam, ana oğul kalmış. Tabii fakirlik diz boyu... Rahmetli babamı bir demirciye çırak vermişler. Demircilik ki o zaman geçer akçe... Ben babamın demirciliğini hatırlıyorum... Hatta Sivas'ta eskiler bilirler. Karslıoğlu Demirci Mehmet diye nam salmıştı babam. Sonra araya İkinci Dünya Harbi giriyor. Babam ikinci kez askerliğe gidiyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası İnönü döneminde ne yokluklar, ne sıkıntılar çektik anlatamam. Her ekmek alırken mühür bastıkları ve sayfaları mühür dolu nüfus kâğıdım halen durur... Neyse... Bir müddet sonra babam Sivas'ta TCDD'ye giriyor. Fabrikada uzun müddet çalışıyor. Ta ki göğüs hastalığına yakalanana kadar. O yıllar amansız bir dert... Bir müddet tedavi için İzmir, İstanbul dolaştırılıyor. Ama nihayetinde 1949 senesi Ekim ayının 14. günü rahmet-i rahmana kavuşuyor. Babamın son günlerinde ziyaretçimiz hiç eksik olmadı. Çok şükür hısım akraba olarak geniş bir ailemiz vardır. Akrabalarımız arasında da, medrese eğitimi görmüş ilim sahibi Molla Mehmet adıyla bilinen bir âlim vardı. Ona da büyük dede derdik. O günü hiç unutmuyorum... Babamın başında ezberden Kur'ân-ı kerim okuyordu. Bir ara sesini çabuklaştırdı, daha hızlı okumaya başladı. Çünkü babamın da rengi değişmiş, sıkıntılı bir hâl almıştı. Anlaşılıyor ki sekeratü'l mevt anıydı. Evimiz ahşaptı. Odada "yüklük" dediğimiz, yatak yorgan konulan gömme dolap vardı. Babam kendini toparlayıp parmağını yüklüğe doğru uzattı. Son bir gayretle: "Onları çıkarın, içeri giremiyorlar" dedi. Ne demek istediğini tam anlamamıştım. Ama hemen kalktım. Elimi yüklüğe attım. Baktım çerçevelenmiş iki tane resim. Resimler de rahmetlik abimin çırak okulunda iken arkadaşlarıyla çektirdiği hatıra resimleri. Onları dışarı çıkardık. Babamın rengi normale döndü. Üç beş dakika sonra da vefat etti. Ertesi gün cuma idi. Sivas'ın merkez mezarlığı olan Yukarı Tekke mezarlığında defin işi bitmiş cemaat kenara çekilmişti. Molla Mehmet dedemiz kabir başında dua okumaya başladı. Telkini verdi. Orada ne oldu neler hissetti bilemiyoruz ama dua sonrası elini yüzüne sürüp cemaate döndü ve dedi ki: -Eyvah... Hayatta iken elini öpüp duasını almak lazımmış. Halit Kaya-İstanbul >> Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.