Sinema emek istiyor

A -
A +

Sinemaya öğrenciyken başladım. Mimar Sinan Üniversitesi o zamanın Güzel Sanatlar Akademisiydi. Resim bölümü öğrencisiydim. Benim de içinde bulunduğum bir oyun çok beğenildi. Bunun üzerine çok teklif aldım. Oynadığım rol çok büyük sansasyon yaptı. Ama ben öğrenciydim. Hem konuyu aileme söylememiştim. Babam o sırada İzmir Valisiydi. Yani şimdi gidip "Baba ben artist olacağım" diyemezdim. Aynı zamanda ben konservatuarda tiyatro bölümüne de devam edeyordum. Çalışkan bir öğrenciydim. Ailem İzmir'deydi. Ben burada yurtta kalıyordum Ya da Attila (İlhan) ağabeyimde kalıyordum. Sonuçta akademide ikinci sınıfa geçtik. Ertesi sene gene bana, "Kamelyalı Kadın" rolünü oynamak üzere bir teklif geldi. Artık bu konuyu babamla konuşmam gerekiyordu. Bu konuda Attila ağabeyim bana çok yardım etti. Babam ve iki ağabeyim toplantı yaptılar: "Çolpan bu işi yapsın mı yapmasın mı?" Babam da çok geniş görüşlü bir insandı. "Bir şartla" dedi. "Okulu yarım bırakmamak şartıyla." Ağabeyim de onu ikna etti. İnsanların kişiliklerinin önemli olduğundan falan söz etti. Neticede iki ay beklemeden sonra izin çıktı. Ve ben "Kamelyalı Kadın" rolüyle hem de küçük sahnede "Sevgili Gölge" oyununu paylaşarak profesyonelliğe başladım. Kırk iki yıldır bu mesleğin içindeyim. İkiyüz filmde rol aldım. Moda evini kurmak Bir ara 75'li yıllarda sinemanın cinsellik içeren filmlere yönelmesiyle düştüğü bunalım dönemlerinde, sinemaya ben de ara verdim. O dönemlerde geri çekildik. Ben de bu modacılık işine bulaştım. O zamandan bu yana da modacılık yapıyorum. Çok güzel çalışmalar çıkarttık o günden bu güne. Çok defileler yaptık. Şimdi çok pahalı çıkıyor defileler. Yani eskiden hayır kurumlarına, Kalp Vakfına falan defile yapıyorduk. Bunlar yardım amaçlı yapılan defilelerdir. Ama artık hiçbir şey bırakmıyor. Bize değil, yapan kuruluşa bırakmıyor. Biz zaten defileyi bedava yapıyoruz. Elbiseleri hazırlıyoruz falan. Kuruluş işe, defile için özel büyük podyumlar tutacak. Mankenler ateş pahası, sattıkları biletler yaptıkları masrafı karşılamıyor. O zaman da o kadar koşturmanın bir anlamı kalmıyor. Bir defeleye hazırlanmak uzun zaman alıyor. Onu ona göre düşünüyorsunuz, çiziyorsunuz. Kumaşı rengi vs. artık çok zor. Kriz bizi de etkiledi Herkes gibi biz de krizden etkilendik tabii. Fiyat problemi, müşterilerde sürekli şaşkınlığa sebep olan artışlar... Buna mukabil doların yükselişi. Ne bileyim görüyorsunuz memleketin halini. Aldığınız kumaş, boncuk gibi şeylerde büyük artışlar oldu. Eğer o artışlara ayak uydurup satmaya kalksak tam oturacağız yani. Biz gene orta noktayı bulmaya çalışıyoruz. Kumaşçılar her gün dolar üzerinden hesap yapıyorlar. Biz Türk parası olarak satıyoruz. O bakımdan aradaki fark sürekli açılıyor. Tek kurtaran nokta, daha çok sipariş üzerine dikim yapıyoruz. Sinemanın dünü bugünü Bizim dönemimizdeki filmler çok hoş anlar yaşatıyordu seyirciye. Belki bir masal diyarıydı. Belki çok gerçekçi değildi. Aralarında gerçek olan bölümler de vardı. Fakat hâlâ seyircinin son derece beğenisini kazanan filmlerdi. Ya hayallerini buluyorlardı ya yaşadıklarını buluyorlardı. Bir şekilde seyirciye geçiyordu filmdeki heyecan. Yani bu filmler hâlâ da çok beğeniliyor. Bir dönem bu filmler küçümsendi. "Hep aynı şablonlar" denildi. "Masal dünyası" dendi. Sonraları gerçekçi filmler yapılmaya çalışıldı. Realist olsun diye köylerde geçen ama son derece ağır, seyircinin hiç ilgisini çekmeyen filmlerin çekildiği bir dönem var. Bakıldı ki bunlarla da olmuyor. Film hem belli bir heyecanı taşıyacak hem de izleyen insana geçecek. Sinema çok büyük para gerektiriyor. Çok emek istiyor. Çok iyi bir senaryo hazırlayıp çok sağlam filmler yapmak gerektiriyor. Tabii ki seyircinin beğenip beğenmeyeceğine karar veremiyorsunuz. Tabii ki seyircinin ölçüsü yok. Ama doğru birşey yakalarsanız, yaşayan bir şey yakalarsanız, bunun seyirciyle birleşmemesi imkânsız. Şimdi böyle başarılı işler olmaya başladı. Yalnız işte müthiş bir sorun var, para sorunu. Bu parayı toparlayıp film yapmak yapımcıları ve yönetmenleri çok zorluyor. Ama gene her şeye rağmen birşeyler yapılıyor. Sadri Alışık'la tanışmamız Sadri çok iyi bir oyuncuydu. Mesleğinin onurunu çok iyi taşımış bir adamdı. Ne para için ne pul için hiçbir zaman en ufak tavizde bulunmamıştır. Bu onurlu elli yıl içerisine, geride altıyüz film bırakarak çekti gitti aramızdan. Onunla tiyatroda tanıştım. Bir ara "Küçük sahne"de o yoktu. Sonra biz turneye çıkıyorduk. Sadri geri döndü. Ben de bir filmden gelmiştim. O gece "Çayhane" diye bir oyun oynanıyordu. O oyunda, aksesuar olarak bir cetvelle kalem lâzım. "Bir kalemi defteri olan var mı?" diye bağırdı. Ben de filmden gelmişim. Saçlarım iki yana iki örgülü. Çok da küçüktüm tabii. Utanarak "Bende var" dedim. Şöyle bir baktı bana: -Bu küçük kız çocuklarını da kim almış içeri, dedi. Esprili bir adamdı. İlk tanışmamız böyle oldu. Sonra beraber oynadık onunla tiyatroda. Yağmurcu'yu oynadık. Soytarı'yı oynadık. Birkaç oyun beraber oynadık. Yalnızlar Rıhtımı'nda iş koptu. Nihayet 1959 yılıydı. 20 Ağustos'ta evlenme yıl dönümümüzdü. Eğer evli kalsaydık, 42 yıllık evli olacaktık. 36'da Sadri bıraktı bizi. Uzun bir evlilik dönemi geçirdik. Birbirimizi hiç kırmadan, hiç dedi kodumuz çıkmadan. Emek vererek iyi bir evlilik geçirdik. Sadri Alışık Tiyatrosu Sadri Alışık Tiyatrosu'nu 1997'de kurdum. Tiyatro devam ediyor. Şu an 2001'deyiz. Bu senenin programlarıyla meşguluz. İşte oyunlar okuyorum. Yönetmenlerle konuşuyorum. Oyuncularla konuşuyorum. Böylece bir faaliyetim var. Tabii tiyatro, seyircinin gitmeyi seçtiği en son sanat kolu oluyor. Daha hafif daha eğlenceli şeyleri tercih ediyorlar. Belli bir tiyatro seyircisi var. Tiyatro onlara hitap ediyor sürekli. Bir anı... Sadri çok hastaydı Hiç unutamadığım bir olay. Sadri'nin hastalığındaki günler... Sadri çok hasta. İnternational'dan saat 05'te onu uçağa götürüyoruz. İşte on tane koltuğu yatak yapıyorlar uçakta. Ve ben bir Meçhule gidiyorum. Amarika'ya gidiyoruz. Yüzdeyüz karaciğerin değişmesi lâzım. Değiştirirler mi değiştirmezler mi? Değiştirirlerse ne olur. O da çok kolay bir olay değil. Dünyanın en zor ameliyatlarından biri. Vücudun karaciğeri kabul edip etmemesi söz konusu. Amerika'ya gidiyoruz. Oğlumuz Kerem'le bir vedalaşması var. Bu beni son derece etkiliyor. Belli etmemeye çalışıyorum. Uçakta da diyor ki: -Bak kendini hazırla. Şimdi beraber gidiyoruz. Ama dönüşte ben kargoda sen burada olabilirsin. Gidiyoruz. Chikago'ya. Bir ambulans geliyor, buradan hazırladığımız. Uçaktan indirilirken Sadri'yi çok sıkı bağlamışlardı. Merdiven çok dikti . O an bir tuhaf oldum. Adamlara bağırıyorum ki, "Çok kötü tutuyorsunuz. Çok kötü bağladınız" Bu duyguyu anlatmak çok zor. Ambulansa biniyoruz. Ben de yanına oturuyorum. O halde üç saat boyunca yol sürüyoruz ve hastaneye gidiyoruz. Bu benim hayatımda unutulması asla mümkün olmayan bir gündür. Ayna hastanede bir de ameliyata alındığı gün de aynı duyguları yaşadım. Tam on dört saatlik ameliyat süresince o duyguyu yaşamak... Hiç unutamadığım şeyler bunlar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.