Size Van'dan selam getirmişem

A -
A +

Vanlı bir nalbur aslında Hacı Amca... Yılda bir iki kez Van'dan İstanbul'a toptan mal almaya gelir. At nalının kefen bezinin ithal edildiği netameli yıllardır... O yıllarda bir bir başka zordur ticaret. Kurtuluş Savaşı yıllarında üç cephede kırdırılmış bir milletten geriye dönenler için ticarete âdeta Süreyya Yıldızı kadar ırak kalmıştır... Dolayısıyla bu ülkenin insanı olup da ticaret yapabilen kişi hayli azdır. Onlar da alışverişi "azınlık" zümrenin mensuplarıya yapmak zorundadır. İstanbul nere, Van nere o zamanlar? Ama yine de ticaret hayatın merkezinde kendini hissettiriyor... Van eşrafından Hacı Amca da, İstanbul'dan aldığı toptan nalburiyeyi, Van'da dükkanında perakende satıyor. Yine böyle bir İstanbul ziyaretinde Yahudi bir tüccar kendisine diyor ki: -Beyazıt Camiinde Vanlı bir hoca vardır. Tanışmak istersen seni ona götüreyim mi? -İsterim. -Gel benimle. Yahudi ve yanında Hacı Amca, Beyazıt Camiinin önüne varıyor. Kapı ardına kadar açık... Avludan caminin içi gözüküyor... Kürsüde vaaz veren hoca efendi, nur yüzlü, vakur ve heybetli bir simâ... Sesinin tesir ve bereketinden camide çık çıkmıyor..." Yahudi, cami avlusundan içeriye parmağıyla işaret ediyor: -İşte şu kürsüde vaaz veren Hoca Efendi... İyice bak... Yahudi oradan ayrılıyor. Hacı Amca o andan itibaren güneş görmüş gezegen misali abdest alıp camiden içeri süzülüyor. Vaaz bitene kadar mest olmuş halde bekliyor... Namazlar kılınıyor. İbadet ve taat sonunda herkes hoca Efendinin etrafında... Bireysel olarak, tebrik, takdir ve arzını sunuyorlar. Harkes alacağını alıp edeple huzurdan ayrılıyor... Hacı Amca da, edeple yanına yaklaşıp kendini arz ediyor. O tanışma bir miladın da başlangıcı oluyor... Hacı Amca o tanışma sonrası memlekete nalburiye ile bilikte, muhterem Hoca Efendi'nin hısım ve akrabasına kucak dolusu selam ve dilek de götürüyor. Ve artık Van'dan İstanbul'a her gelişinde Efendi Hazretlerine uğrayıp Van'dan selam ve malumat (bilgi) getiriyor. Buradan yine Van'a selam ve dua götürüyor... Gönüllü bir postacı oluyor ki o gönüle gönüller nazar eylemez mi? Yıllar çok çabuk geçiyor... Öyle bir vakit geliyor ki, hasret deryalar gibi... Âşıkları gözyaşı döküyor ardından... "Muzdarip bir gönülle kâbuslu hayallerle/Vuslatı canana ve gülistana elveda/Gizli ah çekmelerle içli iniltilerle/Zevkine doymadığım nev-bahara elveda..." diyorlar. İnna lillah ve inna ileyhi raciun... Efendi Hazretlerinin vefatından sonra artık o da çekiliyor kabuğuna... Van'da evinde, can emanetini teslim etmek üzere emr-i ilahiyi bekliyor. Diyor ki evlatları: -Baba seni Ankara'da iyi bir hastaneye götürelim. -Ne işim var oralarda, diyor... Tedavi için ta Van'dan Ankara'ya mı gidilir? Ne kadar yalvarsalar da Hacı Amcayı ikna edemiyorlar. Ama ertesi sabah bir de bakıyorlar ki baba, yatağından doğrulmuş, üstünü başını giymiş, kapıya yönelmiş: -De hadi gidelim. -Baba? Hani Ankara'ya gitmeye dün razı olmamıştın? -E işte oldum. Hadi gidelim... Ankara'ya giderken yolda diyor ki: -Vefat ettiğimde, cenazemi Bağlum'a defnedin olur mu? Meğer Ankara'ya tedavi olmak için değil, Efendi Hazretlerinin kabrine yakın defnolunmak için geliyor... Meğer o gece rüyasında Efendi Hazretleri onu yanına çağırıyor... Sabah erkenden onun için hazırlanıyor... Hastaneye geldikten kısa bir müddet sonra vefat ediyor. Cenazesi Efendi Hazretlerinin "Kuddise sirruh" kabri seadetinin az aşağı tarafına defnediliyor. Nimete kavuşanlara afiyet olsun. Mehmet Ali Yılmaz-İstanbul > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.