Birbirine karşı nezaket ve tebessüm vaaz kitaplarında mı kalacak? En sıradan konularda bile iş cana kast etmeye mi varacak? İşte geldiğimiz kahreden nokta... Öfkeler zembereğinden boşalmış hakim olunamıyor. Sıradan bir otopark tartışması. Bu kadar büyüyebilir mahkemeye intikal edebilir mi? Ediyor işte... İlyas Bey otopark sebebiyle tartışma yaşadığı kimseyle sorununu hukuk yoluyla çözmek istiyor. Elli yaşlarında. Anlattığına göre gerçekten babacan, şefkatli, hayat dolu, yardımsever, dünya tatlısı bir insan. Ne var ki toplumsal şiddet bir gün de gelip onu buluyor. Basit bir otopark tartışması farklı bir boyutla mahkemeye taşınıyor. Mart'ın 20'sinde dava görülecek... Görülecek davanın tebligatı tabii davalıya da tebliğ ediliyor. Tebliği alan davalı "vay sen misin beni dava eden?" mantığıyla İlyas Beye ikinci defa sopayla saldırıyor. Daha mahkemeye dokuz gün var. İlyas Bey, saldırı anında arkası dönük olduğu için kafasına aldığı darbeyle oracığa yığılıyor. Kafatası kırığı, beyin kanaması ve beyin ezilmesi meydana geliyor. Kahrolmamak elde değil. Bir otopark yüzünden şu yaşananlara bakın! İlyas Bey sekiz ay boyunca yoğun bakımda hayat mücadelesi veriyor. İlk üç ay Devlet Hastanesinde, beş ay da İzmir'de bir özel hastanede. Yaşaması için ne uğraşlar veriliyor. Avrupa hatta Amerika'da dünyaca tanınmış beyin cerrahlarına hastanın durumu incelettiriliyor. "Yapılabilecek bir şey var mı?" diye ricalarda bulunuluyor. Aile, çaresizce bir umut arıyor. Fakat hasta her gün gözlerinin önünde eriyor... Nihayet eylül ayının sonlarına doğru vefat ediyor. İlyas Bey'in, eşi Hasret Hanım, Psikolog kardeşi Nihat, Gümrük Memuru oğlu Cevat, Matematik Doktora Öğrencisi oğlu Vedat, Hemşire kızı Kader, kardeşleri Naciye ve Hülya bu yaşananlara feryat ediyor. Haklı olarak hem devlete hem hukuka küskünlüklerini, kırgınlıklarını dile getiriyorlar. Bir ülkede, hukuka güvenen ve meselelerini kanunî yollarla çözme gayreti içinde olan bir vatandaş, ülkedeki hukuksal boşluk ve hukuksal yöntemlere başvuranlara yönelik güvenlik tedbirleri alınmadığından ötürü hukukî mücadelesini hayatıyla mı ödemelidir? Bir ülkede kişilerin problemleri ve çözümleri, kendi inisiyatifine ve imkanına bırakılırsa hukukun ne anlamı vardır? İnsanlar kendi güvenliğini ve meselesini devletine ve hukukuna teslim edemeyecekse çeteleşmeye, mafyalaşmaya mı yönelmelidir? İlyas Bey bir banka emeklisidir. 880.-YTL emekli maaşı almaktadır. Devlet Hastanelerindeki hasta yoğunluğu, bakım eksikliği, personel yetersizliği nedeniyle hasta, yaşaması arzusuyla daha iyi şartlarda tedavi görebileceği özel hastaneye sevk edilmiş fakat banka ve özel hastane arasındaki anlaşmadan kaynaklanan koma halindeki hastadan yatak ücreti ve doktor takip ücreti adı altında aileden günlük 310.-YTL tahsil edilmiştir. Hukuk dışında hiçbir yola tevessül etmeyen, devletine ve hukukuna güvenip problemlerini bu yolla çözmeye çalışan bir vatandaşın canıyla ödediği bedel yetmezmiş gibi ilaveten aileye yansıyan ekonomik kayıpların bedelini kim ödeyecektir? Bu aile, dinleyenlerin dahi psikolojik travma yaşadığı bu elim gelişme, bu hukuk zaafı ve şiddetin hiç kimse tarafından yaşanmamasını ve yaşatılmamasını dilemektedir. Başka ülkelerde vatandaşlarımıza benzer şiddet uygulandığında, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bürokratik yetkililer ''vahşet'', ''katliam'', ''cinayet'' gibi sözlerle şiddeti kınadığı gibi ülkemizdeki vatandaşlar bu tür şiddeti birbirlerine uyguladığında da kayıtsız kalınmamalı ve ''kendi işini kendin gör'' mantığı güdülmemeli demektedir. İki bine yakın insan tarafından ebediyete uğurlanan bir kişinin anısına ilgililerin bu tür konulara da eğilmesini ve şiddeti azaltmaya yönelik bir çalışma içinde olmalarını talep etmekteler. Bu istek en tabii vatandaşlık hakları değil mi? N. H.-İstanbul Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00