Gazete bir bayraktır, tabii dalgalanırsa!

A -
A +
Meslekte yirmi yılımı doldurdum.
TGRT Haber'deki sabah programını saymazsak hep kâğıt, mürekkep kokusu içinde bulundum.
Biz gazeteciliğe adım attığımızda internet siteleri yeni kuruluyordu. Bırakın Türkiye'yi dünyada hiçbir günlük gazetenin elektronik sürümü yoktu. Ona da Türkiye gazetesi öncülük etti.
Ülke nüfusu 67, toplam gazete tirajı 4 milyondu. İnternet kullanıcı sayısı sadece 1,5 milyon civarındaydı.
Gazetelerin medyadaki reklam payı yüzde 30'un üstündeydi. Yirmi yılda tiraj da reklam gelir oranı da yarı yarıya eridi.
Buna mukabil şehirli nüfusu arttı, okuryazar oranı arttı, üniversiteli sayısı arttı, ülkenin millî geliri arttı, kişi başına düşen gelir arttı.
Peki, ülkede her şey büyürken yazılı basın niye küçüldü?
Elbette en önemli sebep dijitalleşme. Ama bu, tek sebep değil.
Nitekim İngiltere'de Daily Mail, The Daily Telegraph, The Guardian; Amerika'da Washington Post ve Wall Street Journal yarı yarıya tiraj kaybetti. New York Times'ın bugünkü tirajı yedi yıl öncesinin üçte biri. Ama gazeteciliği ciddi yapanlarda kayıp az. USA Today ve The Times'ta olduğu gibi...
Bizim nesil, medyadaki elektronikleşmeye, ayakta kalma denemelerine, ideolojik dönüşmeye şahit oldu. Hem de dibine kadar yaşayarak.
Fakat son tahlilde Türkiye'de geldiğimiz nokta sektör açısından iç açıcı değil.
Bayiler, aynı haberlerden beslenen, aynı manşetlerle çıkan birbirinin kopyası gazetelerle dolu.
Her köşeden başlığı görünce ne yazdığını tahmin edeceğiniz yazarlar fışkırıyor.
 
Dört görev
 
Bir gazetenin dört görevi vardır.
BİR: Haber verme.
İKİ: Eğitme.
ÜÇ: Kamuoyu oluşturma.
DÖRT: Fikir üretme ve yayma.
Haber vermeyi televizyon ve internet sitelerine, eğitme görevini YouTube’a, kamuoyu oluşturma işini Twitter’a kurban ettik. Geriye tek bir dayanağımız kaldı: Fikir üretme. Bu bakımdan elinizde tuttuğunuz sadece bir kâğıt değil, ülkedeki entelektüel birikimdir, şuurdur, bayraktır.
Yeni yargı reformunda gazetelere verilen resmî ilanların kesilmesi planlandığı iddia edildi. Öyle bir şey, başı giyotine konmuş yazılı basına son darbe olur. Küçük ve orta ölçekli çoğu gazete tarihe karışır.
Elbette devletin buna fırsat vermemesi gerekir.
Ama ondan önce gazeteler mesleği ayakta tutan sacayaklarını tahkim etmeli. Kurumsal ciddiyet içinde insanların internette bulamayacağı haber, analiz ve yorumla yeni dünyanın vatandaşlarına seslenmeli.
 
Hakikat kazanır
 
- Sanal âlem hiç insani değil, kullanıcıları kendine bağlayıp a/salaklaştırıyor. Bu yüzden son yıllarda cep telefonsuz ve internetsiz köy konsepti yayılıyor. Çünkü insanlar gerçeği yaşamak istiyor.
- Teknoloji öyle ilerledi ki sinemacılar izleyiciye kendini filmin içindeymiş gibi hissettiriyor. Buna karşılık tiyatroya kaçış hızla artıyor. Çünkü insanlar gerçeği görmek ve seyretmek istiyor.
- Sosyal medya inanılmaz hızlı, renkli ve sınırsız. Bir o kadar da tehlikeli. İnanıyorum bir gün gazeteye dönülecek. Çünkü insanlar dokunmak ve sınırlı gerçeği okumak istiyor.
- Gün gelecek elit firmalar, özel üretilmiş içeriklere reklam verecek. O içeriklerde gerçeklik "olmazsa olmaz" olacak.
Gazete bir bayraktır, tabii dalgalanırsa!
Kemal Bey hangi dünyayı yaşıyor?
 
Dedi, vallahi dedi.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu Nevşehir'de "Doğu Akdeniz'de zengin doğalgaz yatakları var. ABD orada, Yunanistan orada, Rum Yönetimi orada, Mısır orada, hepsi orada… Bir tek devlet yok, Türkiye? Niye yok?" diye sordu.
Aylardır yazıyor çiziyoruz. Dördüncü gemi de yolda diyoruz. Akdeniz'de savaşla burun buruna geldiğimizi söylüyoruz.
Hiç mi görmüyorsun? Hiç mi okumuyorsun? Hiç mi bilgi almıyorsun?
Galiba Kemal Bey farklı bir dünyada yaşıyor.
Onun için yakın zamanda kendisinden şunları sormasını bekliyorum:
- ABD'si, Rusya'sı, İran'ı Suriye'de... Orada Türkiye niye yok?
- Türkiye ABD ile Suriye’de güvenli bölge için niye anlaşmıyor?
- İstanbul'da iki havalimanı, iki Boğaz köprüsü var? Üçüncüsünü niye yapmıyoruz kardeşim?
- İzmir ile İstanbul arasına niye otoyol kurulmuyor? Mesafe 3,5 saate niye inmiyor?!.
Gazete bir bayraktır, tabii dalgalanırsa!
Felaketin felaketi
 
Tarihî Yarımada'yı cumartesi günü su bastı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu tatildeydi. Bu yüzden eleştiri oklarının hedefi oldu.
Bizim mahalle kıyasıya vurmanın dayanılmaz hafifliğini tattı. Karşı mahalle ise felâketi savunmanın acziyetini...
Hatırlarsınız, 2017 yılı Temmuz ayında da benzer bir facia yaşanmış, İstanbul yarım saatte suya gömülmüştü.
O gün muhalif gazeteler "İstanbul çöktü, yetkililer izledi", "Rantı onlar yedi suyu biz yedik", "İstanbul sular altında" gibi manşetler atmıştı.
Sözcü "İstanbul devlete değil Allah'a emanet. Halkın imdadına halk yetişti" diye yazmıştı.
Dün baktım hepsi, İmamoğlu'na su sıçratmamaya çalışmış.
İki yıl önce "Selin sorumlusu yağmur değil belediye" diye yazanlar bu sefer suçluyu bulmuş: Süper hücre!
Süper olan bulut değil, sizsiniz...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.