Alo Şaban!

A -
A +
Halk TV'nin eski genel müdürü Şaban Sevinç, çok hazin bir itirafta bulundu.
CHP yönetiminin, 2008'de cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce'nin mitinglerinin fazla yayınlanmaması için kendisine baskı yaptığını söyledi.
Sevinç "Bana bir CHP Genel Başkan Yardımcısı 'Muharrem İnce'yi neden bu kadar gösteriyorsun, başımıza bela mı edeceksin' dedi. Bir kere değil iki kere değil üç kere değil..." diye dertlendi.
Durumu hastanede yatmakta olan kanalın sahibi Deniz Baykal'a aktardığını ifade etti.
Sonra "Çok özür dilerim bunları söylediğim için" diyerek, 'iyi' bir itirafta daha bulundu. "Meral Akşener'in mitinglerini de yayınlama, bizim oylarımız İYİ Parti'ye kayıyor" dediler!
Herkes İnce'nin partisince engelleme girişimlerine dikkat kesildi.
Oysa asıl konuşulması gereken İnce değil şunlar:
Bir: Eski de olsa bir parti başkanının televizyon kanalı sahibi olması.
İki: Kanal yöneticilerine partinin siyasi direktifler vermesi.
Üç: Bu tiplerin "Alo Fatih" konuşması üzerinden yıllarca gazetecilik dersi vermeye kalkması.
Dört: Birtakım köşe sahiplerinin parti kanalında tescilli neferlik yapması, her türlü alavere dalavere içinde olması…
Beş: Bu kadar rezaletin ayyuka çıkması ama kimsenin tek kelime etmemesi, âdeta bunların mubah görülmesi…
Ezkaza iktidara filan gelecek olsalar, basın özgürlüğü üzerine destan yazacaklarından(!) hiç şüpheniz olmasın...
 
 
Çamur abi...
 
CHP'nin Gezi olaylarından önce Artı1 TV kanalını kurmak için belediye başkanlarından 40 milyon lira topladığı, paranın daha sonra iç edildiği ortaya çıkmıştı.
O kanalın sahibi Altan Ertürk, Diriliş Postası'ndan Sabri İşbilen’e konuştu... CHP’den bir kuruş almadığını söyledi Ertürk.
"Parasını ben verdim. Tek başıma bu yükü omuzlarımda ben taşıdım. Her şeyimi kaybettim bu kanal yüzünden. Çok ciddi dolandırıldım" dedi.
Yayın Yönetmeni Tuncay Mollaveisoğlu'nun kanala cihazların bire alınıp üçe fatura edildiğini Kılıçdaroğlu'na ilettiği söyleniyordu.
Altan Ertürk ise Mollaveisoğlu’nu maddi suistimalini yakaladığı için kovduğunu açıkladı.
Kim doğru söylüyor bilmiyorum ama Altan Ertürk'ün Mollaveisoğlu ve Uğur Dündar gibi tiplerle ilgili tespiti şahane.
Diyor ki: "Millete kendini kahraman ilan etmek için bir masaya oturuyor, 2-3 kişi bir hikâye yazıyorlar, kurgular yapıyorlar. Ondan sonra ellerinde medya gücü de var, çıkıp atıp, tutuyorlar... Bıktım gerçekten. Nereden bulaşmışım ben bunlara!.. Nasıl bir çamurdur, nasıl bir bataklıktır bu ya!"
Her yerde bataklık izleri arayanlar bataklıkta yaşıyor! Ne trajik bir durum.
 
 
Kültürel kalkınma
 
Türk basınında son dönemde bir "kültürlenme" eğilimi var.
Milliyet, ekibini genişleterek bir kültür sanat ilavesi çıkarmaya başladı. Haftalık gazete Oksijen de keza O2 adıyla bir kültür sanat ilavesi veriyor. Zaten Hürriyet, Kitap Sanat’la bunu birkaç yıl evvel yapmıştı.
Türkiye’nin önde gelen internet sitelerinden birinin müdürü "Magazin ve spor haberleri çok tıklanıyor ama gördük ki mecranın imajı zedeleniyor. Bu yüzden bu haberleri altlara atıyoruz artık" demişti.
Anlayacağınız değişimin arkasında "prestij" çabası var.
Zannediyorum yeni dönemde yazılı gazeteleri hatta onların internet sitelerini ayakta tutacak şey bu kültürlü prestij...
İstisnalar bir tarafa kültür sanata yıllarca zenci muamelesi yapan Türk basınının geldiği durum ise ironik...
Şimdi birçokları 'hâlâ gazete basılıyor mu' diye burun kıvırıyor ama gazetenin tıpkı kitap gibi modası hiç geçmeyecek. Tabii bülten değil gazete olarak çıkarsa... Kültürel yöneliş, bunun işareti.
 
 
Sosyal medya mahkemesi
 
Gazetemizin dünkü nüshasında Yücel Kayaoğlu imzalı dikkat çekici bir haber vardı.
Hükûmet, kanayan yara hâline gelen sosyal medya linçlerine engel olmayı konuşuyormuş. Denetim için RTÜK benzeri bir yapı kurulması tartışılıyormuş.
Sosyal medya hayatımızın bir parçası. İyi şeyler için kullanıldığında çok faydalı. Kötüye alet edildiğinde ise silah kadar tehlikeli.
Bu mesele sadece Türkiye'nin değil, dünyanın derdi. ABD'de Senato'nun, İngiltere'de Parlamento'nun gündeminde şu sıralar bu var...
RTÜK benzeri bir denetleme mekanizmasının sağlıklı işleyeceği şüpheli. Çünkü bu kurumları neticede siyasetçiler belirliyor, hakkaniyetli bile olsa birçoklarının kafasında soru işaretleri doğacaktır.
Bunun yerine, tıpkı ticaret, tüketici, fikrî sınai haklar gibi özel ihtisas mahkemeleri kurmak daha mantıklı olmaz mı? Adaleti sosyal medya değil; sosyal medya mahkemeleri sağlasın.
 
 
İlle de güven
 
Bir medya araştırması yapılmış. En çok haber alınan mecra, yüzde 56 ile sosyal medya imiş. Ama haberlerine en çok güvenilen televizyonmuş. Katılımcıların üçte ikisi televizyonları güvenilir bulduğunu söylemiş. Büyük oran.
Nesiller, araçlar, dil, tarz değişse de tek bir şey değişmeyecek: Güven beklentisi... Dijital o güveni veremedi demek ki.
 
 
Harika bir müze
 
Galata Kulesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden alınıp Kültür ve Turizm Bakanlığı'na devredilmişti. Restorasyondan sonra da ziyarete açılmıştı.
700 yıllık kuleye giriş ücreti geçen hafta 30 liradan 100 liraya yükseltildi. Kimileri "Vaay İBB işletirken ucuzdu, Bakanlık Hezarfen gibi uçtu" diye veryansın etti. Oysa 'müze kart'a serbest.
Hafta sonu ziyaret ettim.
Eskiden üstte iki kat restorandı, benim gibi fotoğraf meraklıları masaların arasından çekim yapmak zorunda kalıyordu. Hepsi kaldırılmış. Ferah bir ortam oluşturulmuş, pencere önüne banklar konulmuş.
Alt katlara Galata'yı anlatan bilgiler, fotoğraflar, gravürler, belgeler yerleştirilmiş. Harika bir müze olmuş.
Olmuş ama millet şimdi kulenin "halka açıldığını" bilmiyor da "kazık kulesi" olarak anıyor.
İcraat başka, icraatı tanıtıp algıyı yönetmek başka bir şey!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.