"Aşağılık fikri, bir musallat illet gibi dört elle yakamıza yapışmış. Silkinmek ve yakamızı bu kahredici pençeden kurtarmak boynumuza borçtur. En küçüğümüzden en büyüğümüze en âlimimizden en cahilimize kadar hepimizin dilindeki pelesenk kafasındaki sabit fikir 'Biz adam olmayız. Almanya şurada, Japonya burada Amerika zirvede vs.' kanaatidir. İncir çekirdeğini doldurmaz rahatsızlıktan en ciddi meseleye kadar her şey sebep olarak bizim adam olmayacağımız tezine bağlanır. Bu yanlıştır. Biz bu mendebur hükme müstahak değiliz. Milletimiz, gençlik kendine itimat şuuruna kavuşturularak yabancılar önünde mahcup, küçük ve kekeme hâlden kurtulmalıdır...
Son 250 senedir ne gün başımızı dinleyecek beş dakikamız, nefes alacağımız bir an oldu ki eski şan ve şeref dolu günlerimizdeki gibi her sahada yıldız ilim adamları, sanatkârlar, öncü insanlar yetiştirelim. Üç gün, beş gün aylar değil asırlarca haçlısıyla, Rus'uyla haini ile vuruştuk. Sahibi olduğumuz bir inancı muhafaza aşkına tırpan atılan buğdaylar gibi toprağa devrildik. Bela çekirgeleri gibi üstümüze yağdılar. Zaman fırsat imkân kalmadı ki okuyalım, yetişelim, çevremizi seçelim. Ufkumuzu kararttılar. Bu şartlara rağmen bu millet hâlâ ayakta ise daha ne istenir?
Bahsettiğimiz gerileme çağında ancak iki kere insan yetiştirecek imkânımız oldu. Birincisi Sultan Hamid saltanatındaki uzun sulh yıllarıdır. Devlet, her şeye rağmen harbe sokulmamış, ilim ve irfan yuvalarına yenileri eklenerek gençliğin kültür seviyesi yükseltilmiş, ilim adamları çoğalmıştır. Ancak bu nesil, bu padişahtan sonra patlak veren Balkan, Birinci Cihan ve İstiklal Harplerinde cephelerde eriyip eriyip gitti. Birinci Cihan felaketinde şehit olanlar içinde o devirde yetişmiş olan yedek subaylar çoktu. Bunun manasını iyi düşünmek lazım. Otuz ila elli sene arasında yetişen bu insanları toprağa gömdükten sonra aynı çapta bir yetişkinler kadrosunun gelmesi tabii ki yine bir yarım asra bağlıydı. Bu sebeple harpsiz geçen son 60 senenin semeresi yani yeni yeni alınmaya yüz tutmuştur. Türkiye 21. asra savaşa girmeden intikal ederse o asrın başında birçok şeyi halleden iyi bir imkâna sahip olacaktır. Elli yılı geçen bir zamanda harbe girmemiş olmanın nimetlerini bundan sonra göreceğiz. Bu yüzden çok meslekte dağlardan, derelerden akan sular barajlar meydana gelmiştir. Sevinilecek husus, göç edecek kadar ilim erbabımızın varlığıdır. Yapılacak olan; devlet, hür teşebbüs, basın yayın ile bu beyin varlığımıza sahip çıkmaktır..."
Rahmetli patronumuz Enver Ören Ağabey'in 16 Eylül 1985 tarihinde gazetemizde kaleme aldığı, tespit ve teşhis numunesi bu yazıyla arşivi karıştırırken karşılaştım.
O yıl Türkiye gazetesi bünyesinde "İnsan ve Kâinat" isimli bir dergi neşredilmeye başlandı. Bu da takdim yazısıydı.
1994 yılına kadar çıkan dergi, ilim dünyasında çığır açtı. İnternet, ozon tabakasının incelmesi, sera etkisi, klonlama gibi birçok konu bu dergi vasıtasıyla ülke gündemine girdi.
Kadrosunda kimler yoktu ki... Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre, Prof. Dr. Fuat Sezgin, Prof. Dr. Cahit Arf, Prof. Dr. Nejat Veziroğlu, Prof. Dr. Gazi Yaşargil, Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, Prof. Dr. Behram Kurşunoğlu, Prof. Dr. Münci Kalayoğlu... Türkiye'yi yurt dışında başarıyla temsil eden, birçoğu alanında önemli buluşlara imza atmış bütün 'kafa adamlar' oradaydı. Ve bu kıymetli insanların birçoğu "İnsan ve Kâinat" vasıtasıyla ülkeye tanıtıldı. (Bunlar arasında yer alan yüzyılın beyin cerrahı Prof. Dr. Gazi Yaşargil geçen hafta vefat etti.)
Bilim adamlarımız Türkiye gazetesi aracılığıyla hükûmete "Önce ilmî kalkınma" başlıklı bir bildiri bile yayınlamıştı. Aradan 40 yıl geçti. Bu derya isimlerin talebeleri yetişti, yeni bilim adamları geldi.
Rahmetli Özal'ın sağladığı özgürlük ortamında ülkesine dönenler oldu. Özal'ın vefatıyla ülke kaos dönemine girdi. Bakmayın birilerinin 'bilim bilim' demesine gençlerin kaçtığı tantanası yapmasına. 28 Şubatçılar ülkenin üstünden silindir gibi geçti... Eğitim yuvalarımız ideolojik bağnazlıkla tarumar edildi. Bereket ki ülke 2002'den sonra yeni bir ivme yakaladı. Erdoğan sayesinde teknolojide büyük hamleler yapıldı. Yine yurt dışına öğrenciler gönderildi. Tersine beyin göçü teşvik edildi. Bilhassa savunma sanayinde göz dolduran başarılara imza atıldı. Türkiye, kendi muharip uçağını, füzesini, uçak gemisini, otomobilini yaptı. Bugün dünya İnsansız Hava Aracı pazarının yüzde 65'i Türkiye'nin elinde. Aselsan'da, Tusaş'ta, Havelsan'da, TEI'de, Baykar'da, Kale'de, Norol'da, BMC'de ve sayamadığımız onlarda Türk şirketinde mühendislerimiz göğsümüzü kabartıyor... Selçuk Bayraktar'ın açtığı Teknofest Kuşağı gümbür gümbür geliyor. Atılan adımların, yapılan yatırımların meyvesini masada da sahada da aldık, alıyoruz.
Bölgemiz bir süredir ateş çemberinden geçiyor. Batı, İsrail'i koçbaşı yapmış sağa sola saldırıyor. Büyük dünya savaşı işten bile değil.
Bu hengamede Türkiye'nin en büyük gücü; yetişmiş insan varlığı, modern ve yerli silahlarla donatılmış tecrübeli ordusu. Elbette bu yüzden hiçbiri ilişemiyor. Bölgesel şartlar bizden yana. Bunu dost da biliyor düşman da...
Fatih Selek'in önceki yazıları...
ah bu yazdıklarınızı beynini kiraya veren, hatta satanlara anlatabilseniz ama anlamak istemiyorlar kii,kafalarını kuma sokmuşlar gözlerinede AT gözlüğü takmışlar sanki Dünya sadece kendilerinin ekseninde dönüyor sanıyorlar ama Bence hepsinde bir Aşağılık Kompleksi var bu muhalif ve SOL geçinen CEna
Süreci çok güzel özetlemişsiniz , devlet büyüklerimizin açtığı yolda ülkemiz çok iyi yerlere geldi çok şükür. Lakin sizinde belirttiğiniz gibi yaklaşan çok uluslu bir savaş kaçınılmaz gibi. Bizim tarih tekerrür etmesin, bu savaşa hazır olmamız gerekiyor. Ülkemiz daha hızlı gelişmesi , ivme kazanması için referanssız ( torpilsiz ) iş görmeyen bürokrasi elden geçirilmeli. Arkası olmayan Anadolu’da nice cevherler var , heba olmasınlar.