Meal ile din tahribatı

A -
A +

Metin Aykutlu

985 senesinde Eynesil İmam Hatip Lisesine meslek dersleri öğretmeni olarak tayin olundum. Eynesil Giresun’un şirin bir ilçesidir. Fahri vaizlik da yaptığımdan halkı ile unutulmaz hatıralarımız oluştu. Birini mevzumuz ile alakası sebebi ile sizlerle paylaşıyorum…
Stajyer olarak vazifeye başladığımdan, bağlı olduğum bir rehber öğretmenim vardı. Meal yazma çalışması yapan heyecanlı birisi idi. İlçede alaka duyanlarla meal dersleri yapıyor, beni de dersine davet ediyordu. Davetine “Sizin tercihiniz mealden din öğrenip-öğreterek dine hizmet etmek. Benimkisi ise Müslümanlara ilmihal öğrenip-öğreterek hizmet etmektir. Beni mazur görün” diye cevaplardım. Cevabımı hazmedemedi.
Bir gün İblisin melek olmadığını cin olduğunu anlattığımda sınıfta ciddi bir itiraz oldu. İtirazlarının sebebini sorduğumda, “Tefsir dersinde İblis’in inkâra düşmeden önce melek olduğunu öğrendik. Bakara süresi 34. ayetinde böyle yazıyor” dediler. Öğreten rehber öğretmenimdi. Hâl böyle olunca karşı karşıya geldik. Bu ise bardağı taşıran son damla olmuştu. Rehber öğretmen, stajyerliğimin kaldırılmaması için çalışma başlatmış. Bu durum onaydan önce açığa çıkınca haddimi bildirmek için rehber öğretmenim meal dersine katılanlarla evinde bir toplantı ayarladı ve beni de davet etti. Aralarında ilahiyatçılar, müftülük görevlileri ve imam hatip hocaları da bulunuyordu. Orada rehber öğretmenim âdeta beni meslekten tart edeceklerini yüzüme haykırırcasına: “Artık yettin. Gelenek ve Emevi kültürü anlatımınla Kur’ân’a aykırı şeyler söylüyorsun. Mesela İblis’in kâfir olmadan önce melek olduğunu inkâr ederek öğrencilerin itikatlarını ifsat ediyorsun. Senin stajyerliğini kaldırmayacağız. Ancak seni tövbeye, iman ve nikâh tazelemeye davet ediyoruz” dediğinde mesele vuzuha kavuştu.
Meallerin yanıltması ile melek inancı bozulmuş bu tefsir dersi meslektaşım, meleklerin masum olduğu inancını inkâr ediyordu. Diğerleri de onu tasdik ediyorlardı. Onlara, “Gelenek ve Emevi kültürü anlatımı ithamı ile naklî ‘Ehl-i sünnet bilgilerini’ kastetmek bedbahtlık olarak yeter. Ben elhamdülillah Ehl-i sünnetim. İlmihal bilgilerini naklediyorum. Bundan da şeref duyuyorum. İblis meselesindeki ithamınızı size iade ediyor ve size soruyorum. Sizler Kur’ân-ı kerimin tamamına mı, yoksa bir kısmına mı inanıyorsunuz?”  dediğimde hiddetle kükrediler. Onlara birer Kur’ân-ı kerim dağıttım. “Kehf süresi 50. ayet-i kerimeyi açar mısınız? İsteyeniniz istediği meale bakabilir” dedim. İblis’ten bahseden “ve kane minel cinni” kısmını sesli okumalarını istedim.
Dağıttığım meallerde de “İblis cin idi” diye yazıyordu. Meseleye vâkıf olanın yüzü kızarıp-bozardı. Bir müddet sessizlikten sonra oklar rehber öğretmenime dönmüştü. “Sen bizim itikadımızı bozdun. İman ve nikâh tazelemek asıl bize gerek” sesleri yükseldi. Bu hadiseden sonra rehber öğretmen tayin isteyip gitti. Meslekten ihracına ramak kalan benim ise; öğretmenliğim, hocalığım, vaizliğim tescil edilmiş oldu…
HHH
Mevzu ile alakalı âyeti kerimelerin mealini herkesin kolayca ulaşacağı Elmalılı Mealinden vereyim. Malum-u âlileriniz yurdumuzda senede 3 milyon civarında meal dağıtılıyor. Dağıtılan meallerin çoğu Elmalılı Meali oluyor. Mevzu bahis Bakara suresi 34. âyeti kerimenin orijinal meali: “Ve o vakit melâikeye ‘Âdem için secde edin’ dedik, derhal secde ettiler, ancak İblis dayattı, kibrine yediremedi, zaten kâfirlerden idi.”     
“Zaten (İblis) kâfirlerden idi” meali ne büyük hata! İlmihal kitabından melek inancını sağlam öğrenmeyen bir Müslüman Elmalılı’nın mealinden bu âyet mealini okursa; kuvvetle muhtemeldir ki İblis’in zaten kâfir olduğuna inanacak. Demek meleklerden kâfir olan da varmış diyecek. Allahü teâlâ kâfir olan İblis’e neden secdeyi emretti diye şaşacak. Çünkü kâfirden secde etmesi değil, iman etmesi istenir.
Elmalılı sadeleştirilmiş mealinde ise;
Ve o zaman meleklere: “Âdem’e secde edin!” dedik, hemen secde ettiler. Yalnız İblis dayattı, kibrine yediremedi, inkârcılardan oldu.
Sadeleştirenler “Zaten kâfirlerden idi” hatasını düzeltmişler. Sözde sadeleştirilerek düzeltilen mealini de okusa büyük ihtimalle; “İblis melekti, kâfir oldu” şeklinde inanarak melek inancını kaybedecek.
Yukarıdaki misallerden anlaşılacağı üzere, meal meselesi bu kadar ciddidir. İlmihal yerine meal vererek, kaş yapalım derken göz çıkarıldığının farkında olmayanların dine hizmeti vahim bir hâl almaktadır.
“Ve kane minel kâfirin” ibaresi İblis’in kibirlenip secde etmeyi kendine münasip görmemesi sebebi ile “kâfirlerden olduğunu” bildiriyor. Ancak “…ve kâfirlerden oldu” kısmı Muhammed Esed’in mealinde “hakkı inkâr edenlerden oldu”, E. Edib’in mealinde “nankörlük etti”,  Yaşar Nuri Öztürk’ün mealinde “nankörlerden olmuştu” ve İsmail Hakkı Baltacıoğlu’un mealinde ise “Allah’ı tanımaz oldu” şeklinde farklı farklı ifade ediliyor. Meallerde görülen bu kadar farklılık, aslında meallerin açmazıdır. Meal yazanların kafa karışıklığıdır. Zanlarını Allahü teâlânın kelamı olarak sunma bedbahtlığıdır...
İBLİS MELEKLERİN
HOCASI VE REİSİ İDİ
Nakli esas alan eserlerde İblis’in lanetlenmeden önce meleklerin hocası ve reisi olduğu ittifakla bildiriliyor. İmam-ı Salebi hazretlerinin, İbni Abbas hazretlerinden rivayet ettiğine göre; İblis, meleklerle beraber idi. Ateşten yaratılan cinler taifesinden idi. Melekler ise nurdan yaratıldı.  İblis’in önceki adı “Azazil” idi. Cennetin bekçilerindendi. Meleklerden ilimde üstün idi. Bu hâli onu Allah’a isyana sürükledi. Allahü teâlâ da onu, rahmetinden uzaklaştırdı. (Camiul Ahkâm)
Yaşadığım hadise bir ilçenin dinî eğitim görmüş meslekleri din hizmeti olan insanların melek inancı gibi bir mevzuda mealle nasıl savrulduklarının ibretlik hikâyesidir. Hâlbuki murad-ı İlahiyi anlama gayreti ve hassasiyet ile yazılan naklî eserlerden öğrenilse idi, İblis’in melek değil cin olduğunda zerre kadar tereddüde mahal olamazdı.
Mealler çoğaldıkça, mealler ilmihallere tercih edilip mealden din öğrenip-öğretmeye kalkışıldıkça nice hatalar yapılıyor. Mesela; İbrahim aleyhisselâm babasının Taruh olduğu hakikati örtülüyor. Üvey babası Azer’in İbrahim aleyhisselâm babası olduğu yanlış inancı yaygınlaşıyor. Maalesef mealler peygamberlerin temiz neseplerine küfür isnadına vesile olmaktadır. Elbette meallerin sebep olduğu zarar inancın ifsadına sebep olmakla hudutlu kalmıyor. Cihat âyetlerini hayat prensibi edindiği iddiasıyla hareket ettiklerini zannedenlerin Müslümanların oluk oluk kanını akıtmalarına da şahit oluyoruz.  
Meallerin zararlı olmasının baş sebebi nakli esas almayan, bidate bulaşmış, çelinmiş, sakim bir akıl ve bilişim cehaleti ile oluşan Kur’ân-ı kerim anladım zannıdır. Zannın “muradi İlahi” gibi sunulması İslam’ın ifsadına sebep oluyor. Nitekim bir hadis-i şerifte, “Kur’ân-ı kerimden kendi aklı, düşüncesi ve bilgisi ile mana çıkaran kâfirdir!” diye geçmektedir.  Bu hadis-i şerifi İmam-ı Rabbanî hazretleri şöyle açıklıyor: “Yani kendiliğinden verdiği mana doğru olsa bile meşru yoldan çıkarmadığı için suç olur. Verdiği mana yanlış ise imanı gider.”
Prof. Dr. M. Sait Yazıcıoğlu, Diyanet İşleri Başkanı iken, 8 Ocak 1989 gün ve 01/924/008 sayılı açıklamasında “Sadece başkanlığımızca yayınlanmış olan Kur’ân-ı kerim mealinde değil diğer meallerde de, bazı hatalar bulunmaktadır” demişti.
Diyanet’in hazırladığı “Kur’ân-ı kerim ve Türkçe Anlamı” isimli tercümenin önsözünde deniyor ki: “Kur’ân-ı kerim, Türkçeye değil, hiçbir dile hakkıyla çevrilemez. Kur’ân-ı kerimde muhtelif manalara gelen lafızlar vardır. Böyle bir lafzı tercüme etmek, çeşitli manalarını bire indirmek olur ki, verilen tek mananın ‘murad-ı İlahi’ olduğu bilinemez. Dinde reformcuların, ‘Allah’ın muradı şudur’ demeleri cehaletlerini gösterir. Eğer murad-ı İlahi tek olarak anlaşılsaydı, birbirinden farklı mealler olmazdı. Mealcilerin amansız tartışmaları ve birbirlerinin meallerini hatalarla dolu olmakla ithamları bunun en bariz ispatıdır. Tartışılan meal gibi gözükse de aslında Allahü teâlâ olmaktadır. Sadece zararı bu olsa ürkütücü olmak için yeter sebeptir. “Dini öğrenmek için meal yeter” diyenlerin yazdıkları bunca din kitapları kendilerini yalanlıyor. “Mealim yeterli değil, yazdığım bu kitaplarımı okuyun” deme zavallılığıdır.
Kur’ân-ı kerimin tefsiri ve tevili ehli olan âlimler tarafından yapılır. Fakat kelime kelime tercümesi mümkün olmaz. Tercüme ile murad-ı İlahi anlaşılamaz. İslâmî ilimler; Kur’ân’ı Allahü teâlânın muradına uygun tarzda anlama çabasıdır. İslâm âlimlerinin nakli esas alan sayısı tahmin edilemeyen bunca kitapları hep kelam-ı İlahinin açıklamasıdır...
HHH
On dört asırdır, dinimizi meallerden öğrenme kültürümüz yok iken, son yıllarda niçin bu yola yönelindi, bunda maksat neydi?
Sebilürreşad Mecmuası’nın 18 Safer 1924 tarihli ve 618 numaralı sayısındaki, “Yeni Kur’ân Tercümesi” başlıklı yazıda, bu sorunun cevabı özetle şöyle veriliyor:
Kur’ân-ı kerimi tercüme etmek, basıp yaymak bir müddetten beri moda oldu. Ne gariptir ki, ilk defa bu işe teşebbüs eden Zeki Megamiz isminde Arap asıllı bir Hristiyan’dır. Fakat isminin duyulması üzerine, tercümeyi neşirden vazgeçti. Daha sonra Cihan Kütüphanesi (yayınevi) sahibi Ermeni Mihran Efendi acele olarak, diğer bir tercümenin basımına başladı ve az zamanda sona erdirerek, “Türkçe Kur’an” ismiyle yayınladı.
Asırlardır, bütün ömürlerini dini yaymakla geçiren, bu uğurda hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan İslâm âlimlerinin, Kur’ân-ı kerimin tercümesini, meallerini hazırlamayıp da, gayrimüslimlerin böyle bir çalışma yapması düşündürücü olsa gerektir... Tercüme ve meal, gerçekten dine faydalı olsaydı, İslâm büyükleri bu faaliyeti gayrimüslimlere bırakırlar mıydı?
Âhir zaman, Ehl-i sünnet itikadını doğru öğrenip, iman hırsızlarına karşı imanı koruma zamanıdır. Başka şey çalınsa o kadar önemli olmaz; ama Allah korusun, imanı çalınan sonsuz olarak Cehenneme gider. İlmihalini bilmeyen, imanını koruyamaz.
İslam âlimleri buyuruyor ki: Lüzumlu bilgileri ilmihalden öğrenmemiz gerekir. Kur’ân-ı kerimin hakiki manasını anlamak, öğrenmek isteyen, din âlimlerinin kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarından hazırladığı bir ilmihal okumalıdır. Böyle bir ilmihal, Kur’ân-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden alınmış demektir. Kur’ân tercümesi diye yazılan kitaplar, doğru mana veremez. Okuyanları, bunları yazanların düşüncelerine ve maksatlarına esir edip, dinden ayrılmalarına sebep olur...
Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Asırlardır din, meallerden, Kur’ân tercümelerinden değil, ilmihâl kitaplarından öğrenilmiştir. Dinimizi doğru olarak öğrenebilmek için bu sağlam yolu devam ettirmemiz, çıkmaz yollara sapmamamız şarttır. Zira çıkmaz yollara sapan, kurda kuşa yem olmaya mahkûmdur...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.