Prof. Dr. Burak Gönültaş
S. Cumhuriyet Üniversitesi, Suçla Mücadele Araştırma ve Uygulama Merkez Müdürü
Tabii ki yapay zekâ millî güvenliğe, işlerimizin kolaylaşmasına ve hizmetlerin hızlanmasına yardım ediyor. Neticede bu bir araçtır ve kullanım şekline göre de sonuç değişecektir. Ancak şu bilinmeli ki, bu teknolojinin gelişmesindeki asli sebep, insanlardan toplanan bilgilerin onları daha çok tükettirmek için nasıl amaca matuf-kişiye özel kullanılacağını bulmaktır. İşte bu hırs ve takıntı, yapay zekâyı ortaya çıkardı!
Toplum olarak ciddi bir “toplumsal afallama” yaşıyoruz. Bir de bunun üstüne acımasız bir şekilde yaklaşan yeni bir sosyal değiştirici ile karşı karşıyayız: Yapay zekâ…
Günümüzün en karakteristik özelliği, değişimin hızlılığı ve acımasızlığıdır.
Toplumumuzu hızla dönüştüren ve beşerî varlığımızı tehdit eden son dönemdeki gelişmelerin hissedilir şekilde gözümüze çarpan bazı semptomları var. Sosyal problemler, kendini tabiat olaylarında olduğu gibi “elle tutulur, gözle görülür” bir şekilde göstermez. Bir bina çökecekse, önce kolonlarından çatlar, sizler bunu görürsünüz ve tedbir alırsanız zarar görmezsiniz.
Sosyal bilimlerin gelişimine bakarsanız (A. Comte’un sosyal fizik vs.), sosyal problemler ve çözümleri de hep tabiat olaylarının oluşumlarına yapılan analojilerle tanımlanmaya ve formülize edilmeye çalışılmıştır. Ancak sosyal problemlerin ve arka planının, tabii olaylar gibi matematiksel bağlarla ilişkilendirilemeyen kendine has bir karakteri vardır: Beşerî konular, bütünüyle, deneme-yanılma ile tahlil edilerek tanımlanmaya ve böylece rasyonelleştirilmeye (yani akla uydurulmaya) çalışılırsa insan gibi ulvi ve karmaşık bir yapıya, geriye dönüşü olmayan zararlar verilebilir. Çünkü gerçekten anlamakta ve anlamlandırmakta gücümüzün yetmeyeceği değişik problemlerle karşı karşıya kalıyoruz.
Sosyal problemler, belki çeşitli şekillerde kendini belli edebilir, ancak bunlar da belli bir okuma becerisine ve irfana sahip olmakla anlaşılabilir. Böyle olursa, “Bu problemin kaynağı ne olabilir?” sorusuna cevap arayabiliriz. Kısacası, beşerî yapımız tamamıyla dene-yanıl yöntemiyle anlaşılabilecek bir karakterde değildir. Onu en iyi bilen, onu yapandır ve kendi hâline bırakmamıştır. Beşerî hayatın esaslarını bulmak için sıkıntı ve acı çekmeye mahal vermemiştir. Beşeriyetin kural ve değerlerini dene-yanıl yaparak belirlemeye de gerek yoktur. Dene-yanıl bir süreçtir ve bu nazik-muhtaç karakter anlaşılana kadar pek çok insan zarar görür, görmüştür, görecektir. Belki de bu hassas duruma binaen ilk insan, aynı zamanda bir Peygamber olmuştur. Asırlardır peygamberler ve onların vârisleri olan büyük âlimler, beşeriyete hep rehberlik etmişlerdir.
TOPLUMSAL AFALLAMA
Sosyal problemler her kesimden insanın kendi ocağına düşen ateşler sebebiyle son dönemde sıkça muzdarip olduğu bir “tartışma alanı” hâline geldi. Neye sahip olursak olalım ya da hangi konumda-makamda olursanız olun, her ortamda bu problemler kendini belli ediyor: Kalabalıkta yalnızlık, depresyon, çocuklardan ve gençlikten şikâyet, aile çatışmaları, tek başına yaşayan yaşlılarda artış, boşanmalar, ahlaksızlık, dolandırıcılık, annesine babasına saldıran evlatlar, tanımadığı insanları bıçaklayanlar, güçsüzü ezme, pervasızlık…
Bunlar son dönemde daha görünür oldu. Şöyle ki, aynen vücudun bağışıklık sisteminde olduğu gibi bu sisteme sürekli bir bombardıman olması, kontrol edilen ne kadar mikroorganizma varsa onların ortaya çıkmasını ve vücudu ele geçirmesini kolaylaştırabilir. Bu sebeple insanın en elzem ihtiyacı, öncelikle hayatta kalmak olur. Sonrasında ilk iş ise, bağışıklık sisteminin neden bozulduğunu araştırmak olmaktadır.
Benzer şekilde bazı semptomlarla kendini gösteren ve gitgide sosyal bağışıklığı işlemez hâle getirecek gibi görülen bu problemlerin zararlarını öncelikle önlemek (yani ailemizi, çocuklarımızı esirgemek), sonrasında ise ortaya çıkış şartlarını teferruatlıca değerlendirmek gerekiyor. Şöyle ki son dönemde belirginleşen bu problemlerin ortaya çıktığı şartları dinamize eden faktörler, toplumu değişime zorlayan gelişmelerdir. Son on yıldır daha öncesinde görmediğimiz gelişmeleri tecrübe ediyoruz: Pandemi ve izolasyon bunun başında geliyor. Peki, bu gelişmelerin sebep olduğu problemlerin tesirini neden daha çok hissediyoruz? Çünkü bu zamanın değiştiricileri o kadar tesirli ki, sosyal bünyemize çok hızlı sirayet ediyor, hazır olmadığımız sonuçlarla bizi bir anda karşı karşıya bırakıyor ve en korunaklı olan alanlarımıza kadar bir anda giriveriyor. Bir diğer faktör ise bu gelişmeleri göğüsleyebilecek toplumsal melekelerimizin ve sosyal bağışıklığımızın yetersiz kalmasıdır.
Şimdi ise çok daha ciddi bir sosyal değişim riski ile karşı karşıyayız. Daha ciddi olmasının sebebi ise şu: Şu an hâlihazırdaki değişimlerin; ferdi, ihtiyaçlarını, etkileşme biçimlerini ve kaynakları nasıl dönüştürdüğünü hâlâ çözemedik ki bu sürecin ortaya çıkardığı problemleri de tam olarak tahlil edebilelim. Bu meyanda şu an toplum olarak ciddi bir “toplumsal afallama” yaşıyoruz. Bir de bunun üstüne baskın ve acımasız bir şekilde yaklaşan yeni bir sosyal değiştirici ile karşı karşıyayız: Yapay zekâ... Bu durum aynen şuna benziyor: Amerikan güreşinde olduğu gibi nakavt olmuş bir sporcu gibisiniz, yerde yatarken rakibiniz kendini ringin ipleri ile gerdi ve havada dirseği ile üzerinize geliyor, tam göğsünüze, belki de son darbeyi indirecek…
DEĞİŞİMİN ACIMASIZLIĞI
“Günümüzün en karakteristik özelliği nedir?” diye sorsalar, “Değişim-dönüşümün hızlılığı ve acımasızlığıdır” deriz. Değişimler ihtiva olarak dinamik bir karaktere sahiptir. Yapılar ise statiktirler. Her zaman dinamik olan, statik olanın önünde seyreder. Bu sebeple yapılar, değişime ayak uydurana kadar zaman geçer, stresli olur. Yeni duruma uyum sağlama çabası kolay değildir. Çünkü aktörler ile kaynaklar ve en önemlisi de kurallar değişmektedir. Önce kuralları yeniden tanzim etmek, sonra da aktörleri ve kaynakları da bu kurallara göre intizama sokmak gereklidir. Ancak en zor nokta, en başında karşımıza çıkar: Yeni kuralları; eski, alıştığımız, saygı duyduğumuz, beşerî karakterli değerlerin yapıcı kılıfı içine yerleştirememek. İşte değişimin acımasızlığı burada ortaya çıkar. Çünkü değişime ayak uydurana kadar savunmasız, kırılgan olanlar zarar görür. Değeri koruma güdüsü zayıflar, ahlaksızlık yaygınlaşır. Ortaya çıkan kuralsızlığı kötüye kullanan fırsatçılar peyda olur. Bir koyup yüzler, binler almanın hesapları güdülür. Bunlar yapılırken de değerler pervasızca ayaklar altına alınır. Evet, pandemi, göçler, savaşlar, ekonomik krizler, afetler derken sanırım her birimiz bunu tecrübe ettik. Gerçekten de dağdan köye sel geldi mi, bu iyi ev, bu kötü ev demez herkesin bahçesine, evine girer.
SOSYAL İKLİMİN BOZUKLUĞU
Değişimlerin acımasızlığına sebep olan bir diğer faktör ise içinde bulunduğumuz sosyal iklimin bozukluğu. İklimin bozukluğu şöyle tasvir edilebilir: Bulunduğunuz ortam ya aşırı sıcaktır ya aşırı soğuktur. Hangi tedbiri alırsanız alın ferahlığa ulaşılamaz. Sıcaksa hiçbir havalandırma, soğutucu fayda etmez. Hakeza soğuksa da istediğiniz kadar kalın giyinin işe yaramaz. İşte son iki yüz yıldır dünyanın ve Türkiye’nin içinde yer aldığı sosyal iklim maalesef bu şekilde.
Bu toplumu şekillendiren en baskın ayağın ekonomi, para, tüketim ve maddiyat olması; baskın bir şekilde toplumun aile, eğitim, sosyalizasyon becerisi gibi temel unsurlarını da kendine uydurmasını şaşkınlıkla tecrübe ediyoruz. Modernleşmenin temel iddiası şuydu: Öngörülebilir, rasyonel, disiplinli kurallar koymak ve sistemleştirmek. Ancak yapı taşında “para” olması, tabii olarak ürettiği bütün kuralları ve sistemleri buna hizmet eder hâle getiriyor. Yemeyi, içmeyi, giyinmeyi, ibadet etmeyi, akrabalığı, komşuluğu, insanlığı hep kendine göre değiştiriyor ve zamanla bu ulvi işler ve sistemler de paraya hizmet eder hâle geliyor.
Şu an teknoloji üzerine çalışan bir ferdin hülyası yeni bir şey keşfedeyim ancak çok satayım, milyarlarca para kazanayımdır. Çünkü böyle olanlar, “başarılı”dır. Onları basın çok iyi lanse eder, başarı hikâyeleri gençlere anlatılır, Tedtalks’a çıkar ve bağıra tıksıra nasıl başarılı olduğunu demagojize ederler. YouTube’da videoları çok seyredilir, herkes onu alkışlar…
Sosyal iklim, başarının yolunu böyle gösteriyor; yani çok para kazanacak bir yol bulacaksın, popüler olmayı başaracaksın ve böylece “scholar” olacaksın. Neticede ele geçen nedir? Bir sürü işe yaramaz yığınlar, şöhret olma takıntısının afetleri ve depresyon. En kötüsü de farkında olarak ya da olmayarak bu sosyal iklimi körükleyenlerin modern, mektepli, paralı kölesi olmanızdır. Şu an toplumumuz bu iklimin etkisindedir.
SOSYAL İKLİMİMİZİN BİR SEMPTOMU: SAMİMİYETSİZLİK
Yine değişik bir örnek: Mağdur olduğunu, hakkının yendiğini, bu memlekette bir yerlere kendi hakkıyla gelemeyeceğini savunan ama iddia ettiği bu engellemelere rağmen kendisi bir yerlere gelmiş, sürekli videolar çekerek sosyal mesajlar veren bir akademisyenimiz, videolarında gündeme göre ulvi bir şeyi tartışırken, bir anda bir ürünün reklamını yapıveriyor! Videosunu izletmek için yanıltıcı başlıklar koyabiliyor. Peki, neye sebep oluyor: Ne kadar değerli şeyimiz varsa, bunlar şöhret, zenginlik, intikam gibi hırslara kılıf hâline geliyor. Netice kocaman bir samimiyetsizlik! Yani, hangi cenahtan olursa olsun bu platformda yer aldığı sürece, ne kadar ulvi konuları ele aldığını anlatsa da dönüp dolaşıp bu düzenin değirmenine su taşıyor.
Bu meyanda, toplumu değerlendirirken iki majör tesiri anlamadan yapılacak bütün tahliller aynen bir labirentte kalmak gibi bizi hep aynı yere çıkaracaktır. Bunlar özetle şunlardır:
1. Topluma hâkim olan sosyal iklim maalesef mutedil değil. Bu iklimde yetişen her şey de olması gerektiği gibi olamıyor. Bu durum sosyal etkileşimleri sıra dışı bir forma sokuyor, ferdin nerede nasıl hareket edeceğini bilememesine sebep oluyor ve anomik şartları tetikliyor.
2. İçinde bulunduğumuz çağın ortaya çıkardığı ya da çıkarmaya gebe olduğu durumların toplumu değişime zorlama konusundaki güçlü bir tabiata sahip olması. Yani toplum eskiye göre, değişim konusunda daha kırılgan ve değişimin meydana getirdiği olumlu-olumsuz tesirleri göğüsleyebilecek melekelere sahip değil. Statik yapımız, dinamik etkenler tarafından sürekli tehdit altında.
TEKNOLOJİ VE YAPAY ZEKÂNIN SOSYAL İKLİME TESİRİ
Konumuza dönersek, bu iklim içerisinde beşerî odaktan sapmış, tam tersine karşılığı para ile ölçülürse var olabilen bir şey ortaya çıkıyor. Şu an tükettirme hırsı (yani sen ne kadar çok tüketirsen, o kadar var olursun, başkalarının önüne geçersin; ben de o kadar çok para kazanırım), ferdin beşerî yanının en kuvvetli ögesi olan mahremiyetine kadar giriyor. Bilgileri, belgeleri, fotoğrafları topluyor ve devasa bilgi yığınları hâline getiriyor. Bilgi güçtür ancak ulvi bir amaca hizmet etmeyen bilgi züldür, strestir, korkudur ve endişedir. Ondan dolayı Cypher, Ajan Smith'e “cahillik erdemdir” demişti (Buradaki cahilliği, neticesi maddi-manevi işe yaramayan bir bilgi yığını içerisinde bilmektense bilmemenin daha tercih edilebilir olacağı manasında anlamalıdır). Ve en önemlisi de bu devasa bilgi işlenmelidir, çünkü yığınlaşmıştır, işlemesi zorlaşmıştır. Eğer işleyebilirseniz yeni tüketim alanları ve yeni tüketim motivasyonları bulabilirsiniz.
İşte yapay zekâyı keşfetmenin ve kullanmak istemenin arkasındaki asli motivasyon kanaatimce budur. Yani şunu demek istiyorum: Tabii ki yapay zekâ ülkemizin güvenliğine, işlerimizin kolaylaşmasına ve hizmetlerin hızlanmasına yardım ediyor. Devasa sistemleri efektif kullanmayı sağlıyor. Neticede bu bir araç ve kullanım şekline göre de sonuç değişecektir. Ama şu bilinmeli ki, bu teknolojinin gelişmesindeki asli sebep, insanlardan toplanan bilgilerin onları daha çok tükettirmek için nasıl amaca matuf-kişiye özel kullanılacağını bulmaktır. İşte bu hırs ve takıntı, yapay zekâyı üretti!