Kültürüne yabancı nesiller nasıl yetişti?

A -
A +

DOÇ. DR. MUSTAFA ŞEKER
Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi
mseker@yildiz.edu.tr

En başta şunu belirtelim ki Türkiye’deki kültürel değişimi tam olarak ele alabilmek için en az iki yüz yıl geriye gitmek gerekiyor. Günümüzde değerlerimizde yaşanan erozyonun sebeplerini sadece bugünlerde aramak hakikatlere şaşı bakmak demek olacaktır. Tarihimiz, kültürümüz ve değerlerimiz binlerce yıllık ulu bir çınarın kökleri ve kolları gibidir. Çoğu ağaç toprağa yüzeysel olarak kök salarken çınar ağacı hem yüzeysel hem de derinlemesine kök salar. Fakat ömrü uzun olan ağacın kurdu da çok olur ki her canlıya yuva olan bu ağacın nasıl kurtlar tarafından eritildiği de enkazıyla karşılaşıldığında anlaşılır ve çoğu zaman da iş işten geçmiş olur. Dışarıdan bakıldığında gayet sağlam ve sağlıklıymış gibi görünen bu ağacın, bağrında yuva verdikleri tarafından içeriden nasıl kemirilerek tüketildiği de ibretle nazar edilir. Bunun gibi hafızası nisyan ile malul olan insanoğlu, başına gelenleri unutsa da yazılı tarihin unutmadığı bu tip şahsiyetlerin vatanını ve milletini geçmişte makam ve ihtirasa feda ettikleri de dehşetle görülmüştür. Bugün bazı isimler, ideolojik esaretin tahakkümü sebebiyle kahraman nidaları ile çağrılırken bu sahte kahramanların sebep olduğu hayatın her alanındaki yıkım ve çürüme semeresini vermeye başlamıştır. Zaten toprağa atılan tohum misali bu art niyetli kimseler ektiklerinin meyvesini o gün yiyemeyeceklerinin ve attıkları tohumun yüz yıl belki de iki yüz yıl sonra meyveye duracağının idrakinde hareket etmeyi kendilerine şiar edinmişlerdi.
600 yıl boyunca dünyaya nizam veren Osmanlı, son zamanlarında siyasi, içtimai ve iktisadi yönden Batılı düşmanları tarafından kıskaca alınmıştı. Batı, bunu planlı biçimde gerçekleştirmek için devlet içinden ve dışından yetiştirdikleri kimselerle çeşitli faaliyetlere girişmişlerdi. Öyle ki devlet içinde her alanda önemli makamlara getirdikleri kimseler vasıtasıyla hain emellerine destek bulmakta hiç zorlanmamışlardı. Bu zihniyet, sağladıkları desteklerle devleti yıkmak için çok mühim hamleler gerçekleştirmeyi başarmışlar, bütün Osmanlı düşmanlarıyla ortak hareket ederek devasa bir imparatorluğu bitirmek için sürekli içeriden ve dışarıdan mücadele etmişlerdi. Bu hamlelere öncülük eden özellikle İngilizler, kendileri için yetiştirdikleri kimseleri çok profesyonelce kullanmışlar ve destekledikleri çok önemli kimselerin önemli makamlara gelmesi için uğraşmışlardır. Bunların başında mason Mustafa Reşit Paşa gelmektedir.

M. REŞİT PAŞA’NIN HAMLESİ
Zeki, hırslı, amacı uğruna hedefinden taviz vermeyen bir tip olan Reşit Paşa’nın yaptığı belki de en mühim hamle, Osmanlı eğitim kurumlarını tesirsiz hâle getirecek adımlar atmasıdır. Osmanlı eğitim kurumlarının en önemlilerinden biri olan medreselerde hem sayısal dersler hem de dinî dersler en mükemmel şekilde verilmiş; yüzyıllarca ilim, irfan ve basiret sahibi büyük insanlar yetiştirmiştir. Mustafa Reşit Paşa’nın medreselerdeki fizik, kimya, astronomi, hendese, biyoloji gibi sayısal dersleri kaldırırken dinî dersleri yerinde bırakması onun “dini bütün bir insan olduğu” imajının yayılmasına bile sebep olmuş. Bu kör anlayış, propagandalarla İttihat Terakki döneminde de devam etmiştir. Model bir insan olarak gösterilen bu kişinin verdiği zayiat yıllar sonra anlaşılmış, Sultan II. Abdülhamid zamanında açılan eğitim kurumlarına kadar milletin çocukları Amerikan, İngiliz ve Fransız eğitim kurumlarının insafına terkedilmiş, ülkenin zeki ve kabiliyetli çocukları hamur gibi bu insanların ellerinde yoğrulmuştur. Sultan Abdülaziz Han tehlikeyi sezmiş fakat bir suikast neticesinde katledilerek bertaraf edilmiştir. Tanzimat devrinde medreseler eğitim yönüyle pasif pozisyona sokulurken bu ülkeye mühendis, mimar, öğretmen, hukukçu, iktisatçının da elzem olduğu bilerek göz ardı edilmiştir. Kendi vatanından ve milletinden intikam alırcasına iş birliği içinde oldukları Osmanlı düşmanı ağababalarının emelleri için kendilerine emanet edilen milletin çocuklarını onlara peşkeş çekmeyi vicdanlarına kabul ettirebilmişlerdir. Daha da üzüntü verici durum şudur ki koskoca bir imparatorluğun varlığına ve kültür yıkımına sebep olan bu davranışlarından dolayı da hiçbir zaman rahatsız olduklarına dair en ufak bir ize rastlanmamıştır. Dolayısıyla insanın aklına ilk olarak şu sual gelmektedir: “Bir insanı kendi değerlerine ve kültürüne bu kadar düşman eden şey nedir? Bu insanlar nasıl bir beyin yıkama merhalesinden geçmişlerdir ki devlet, millet ve memleket düşmanı olabilmişlerdir?” Bu sualin cevabı ise çok açık ve nettir: Bütün bunlar eğitimin gücüdür. Eğitim ki hamur gibi çamur gibi yoğrulan genç dimağları, yetişmiş ve mahir ellerde her şekle sokabilmek demektir. Mesela Anadolu’nun özellikle doğusunda yabancı okulların çok tecrübeli ve yetenekli pedagogları şehir şehir, kasaba kasaba hatta köy köy dolaşarak yerine göre oyun oynayan çocukları izlemişler, yerine göre aralarına girerek onlardan biri olmuşlar ve kabiliyetli olanlarını keşfetmişlerdir. Üzerinde doğru düzgün elbisesi bile olmayan fakat zeki olan bu çocukları ailelerinden alıp Batı usulü okullarda bedava okutmuşlardır. Bu kabiliyetli çocuklardan bazıları daha sonra milletine tepeden bakan, hatta bir Batılıdan daha Batıcı çocuklara dönüşmüşlerdir. Neticede kendi değerlerini küçük gören, Batı’yı her ne uğurda olursa olsun baş tacı eden, tarihine düşman, kültürüne yabancı, değerlerine mesafeli nesiller olarak bir zaman sonra Osmanlıyı yıkan projelerin gönüllü mihmandarları olmuşlardır. İşte bu, yukarıda da belirttiğimiz gibi eğitimin insanı dönüştürme gücünün en önemli misallerinden biridir. Bu aklı, gönlü, vicdanı ve ruhu parsellenmiş gençler, Batılı devletlerin büyük projelerinin birer meyvesi olarak babalarının, dedelerinin ve ecdadının yüzyıllarca güvenle gölgelendikleri ulu çınarın içindeki kurtlar gibi değerlerini ve kültürlerini erozyona uğratacak akımların gönüllü mihmandarları olmaktan hayâ etmemişlerdir. Öyle ki ipleri ellerinde olanların gönüllü fedaileri olarak sonuçta devletini bile yıkacak hain projelerin bir parçası olmaktan da hiçbir zaman imtina etmemişlerdir.
Osmanlı coğrafyasında her türlü hakka sahip olan ve “zımmî” diye bilinen gayrimüslimler bile bedeni bu topraklarda fakat kökü dışarıda olanların verdiği zararı vermemiştir. Osmanlının son dönemine damgasını vurmuş Ulu Hakan Sultan II. Abdülhamid’e en büyük zorluğu çıkaranların izi sürüldüğünde bunların büyük çoğunluğunun ipinin ya İngiliz ya da Yahudilerin elinde olduğu görülmekte, “Ulu Hakan”ın ülkeyi kalkındırmak için verdiği mücadeleye en büyük takoz vazifesini bu kimselerin üstlendiği anlaşılmaktadır.

ABDÜLHAMİD HAN’I DA ONLAR TAHTTAN İNDİRDİ
Osmanlının son döneminde devlete ve Sultan’a en büyük zararı verenlerin ya yurt dışında eğitim maksadıyla gönderilen kimseler ya da Osmanlı coğrafyasında faaliyet gösteren yabancı okullardan mezun olanlar olduğu görülmektedir. Bu durumu ilk gören ve tedbirler almaya yeltenen hatta gerekli atılımları gerçekleştirmek için projeler üreten Sultan Abdülaziz’e de bunun bedelini canıyla ödetmişlerdir. Ayrıca daha sonra gelen ve devleti için gecesini gündüzüne katan II. Abdülhamid Han’a da aynısını yapmak için defalarca teşebbüste bulunmuşlar, en sonunda da Sultan’ı tahttan indirerek 9 yıl içinde koskoca devleti bozuk para gibi harcamışlardır. Öyle ki sonunda emrine girdikleri kimselerin verdiği vazifeleri eksiksiz biçimde yerine getirmenin rahatlığıyla Anadolu insanını da içi yılan dolu kör bir kuyuya atarak Köstence Limanı’ndan Avrupa’ya kaçmışlar, bıraktıkları enkazı da uzaklardan seyretmişlerdir. Davası için Kafkasya’da savaştığı söylenen kimselerin, Anadolu insanı canıyla, malıyla kanının son damlasına kadar düşmanla mücadele ederken ortalıkla görülmemesi de “kahraman” mefhumunun bazı insanlar için ideolojik bir karşılıktan öte mana taşımadığını da göstermektedir. Sultan II. Abdülhamid Han, bu toprakların temiz, pak ve saf çocuklarının en iyi eğitimi alarak halisane biçimde vatanına hizmet edebilmesini sağlamak için Batı’da hangi modern tatbikatlar varsa bunların hepsini Osmanlı coğrafyasında da açmış, devletin bekası ve devamlılığı için her türlü tedbiri almıştır. Sultanın bu adımları bugün bile toplum nezdinde tanınan kimseler tarafından bile anlaşılamamış, yerine göre en ağır hakaretlere ve ithamlara muhatap olmuştur. Bu davranışı sergileyen kimselerin bugün hâlâ “dava adamı”, “üstat” ve “millî kahraman” gibi isimlerle çağrılması tarih ilminin ilgilenmesi gereken ciddi bir problem olarak ortada durmaya devam etmektedir. Cemalettin Efgani, Abduh, Reşid Rıza, Mevdudi, Seyit Kutup ve Hamidullah gibi kimseleri kendilerine rehber edinen bu şahsiyetlerin Osmanlıyı yıkan kimselerle aynı safta, aynı amaçlarda birleşmeleri ve aynı dili kullanmaları ibretle üzerinde düşünülmesi gereken bir meseledir. Yukarıda ismi belirtilen kimselerin zararlı projelerini hayata geçirip daha sonra da uygulatan ve kendine çok güvenilir bir manevi mihmandar veya “üstat” imajı çizdiren bazı sahte kahramanların din adamı olarak yetiştirdiği elebaşlarının maksatlarını bugün herkes çok iyi görmüştür. Bu kimseler ve yetiştirdiği teröristler ise bugün hem devletine hem de insanlığa verdiği zararlarla anılmakta, devletini şer odaklarının emrine teslim etmek için halkını bile bombalamaktan imtina etmedikleri bir ibret vesikası olarak unutulmadan tarihteki yerini almaktadır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.