Finans nereye koşuyor?

A -
A +

Prof. Dr. Vedat Akgiray

akgirayv@boun.edu.tr
Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi
 
Finansal faaliyetlerin ürettiği sektör büyüklüğü ne servet ve gelir artışı ile ne de global ticaretteki artışla açıklanamayacak boyutlara varmıştır. Hâlihazırda global finans piyasalarının büyüklüğü 400 trilyon dolar civarındadır ki bu rakam toplam gelirin 5, reel servetin 4 ve dünya ticaretinin 10 mislidir.
 
Kapitalizmin iki asırlık tarihine bakılınca serbest piyasa modelinin toplumların refah düzeyini arttırdığını ve her şeye rağmen demokrasinin yaygın kabulüne büyük katkısı olduğunu görürüz. Fakat serbest katılımı/çıkışı zorlaştıran ve zamanla kemikleşen hukuki ve idari yapılar, kapitalizmi serbest piyasa modundan uzaklaştırmış ve istenmeyen sonuçlar doğurmuştur. Çevre tahribatı, gittikçe artan servet ve gelir eşitsizliği, kurumlara olan güven kaybı ile hem bunları besleyen, hem de kendisi sosyal bir problem olan aşırı “finanslaşma” bugün insanlığın önündeki en ciddi meselelerdir. Özellikle 1980’lerden sonra yoğunlaşan finansal faaliyetlerin ürettiği sektör büyüklüğü, ne servet ve gelir artışı ile ne de global ticaretteki artışla açıklanamayacak boyutlara varmıştır. Tarihin en büyük finansal çöküşü olan 2008 krizinden bile gerekli dersleri çıkaramadık. Belki de ders alma yeteneğimiz kalmadı artık. Ekonomik politika yapıcılar, merkez bankaları, finansal otoriteler ve akademisyenler dâhil ilgili her taraf sınıfta kaldı. Artık geçerli olmayan ekonomik modeller ve anlayışlarda cahilce ısrar edilmektedir.
 
“KİTLESEL İMHA SİLAHI”
Global finans piyasalarının büyüklüğü (borç, sermaye ve türevlerin toplam değeri) 400 trilyon dolar civarındadır ki bu rakam toplam gelirin beş, reel servetin dört ve dünya ticaretinin on mislidir. Finansal faaliyetlerin büyük bir kısmının reel ekonomiyle pek ilgisi kalmamıştır ve finans kendi içerisinde dönen tahripkâr bir büyüklüğe ulaşmıştır. Türev araçlarla kontrol edilen nosyonel değer ise 600 trilyon dolardan fazladır. Warren Buffett’ın tabiriyle, türev araçlar “kitlesel imha silahları” şeklinde dönüşmüştür. Mesela, spot ve vadeli piyasalarda, gerçekten var olan petrolün on beş misli petrol ticareti yapılmaktadır! Risk yönetimi veya korunma amaçlı ticaretin açıklayamayacağı bu hacim, temel gıda maddelerinden kıymetli madenlere kadar birçok mal için benzer çarpıklıktadır. 2000’den bu yana artan fiyatlar ve aşırı oynaklık özellikle fakir ülkelerin kâbusu hâline gelmiştir.
 
BORÇ TSUNAMİSİ
2008’den bu yana borsalarda yaşadığımız aşırı fiyat artışlarına ve bariz şişmeye rağmen, 400 trilyonluk toplamın sadece 90 trilyon dolarlık kısmı şirketlerin hisse senetlerinden oluşmaktadır. Buna karşın, (hanehalkı, şirketler, kamu kesimi ve finansal kurumların borçlarından meydana gelen) global borç 300 trilyon dolara yaklaşmıştır. Yani, dünyanın borç/sermaye oranı %300’ü aşmıştır ki bu büyük bir tehlikenin habercisidir. 2008 krizinden sonra tüm dünyanın hemfikir olduğu üzere, krizin temel sebebi aşırı borçlanmaydı ve o zamanki toplam borç miktarı takriben 150 trilyon kadardı. Borcu azaltmak için kuvvetli bir global irade ortaya kondu ve bu yönde birçok yasal düzenlemeler yapıldı. Fakat tüm bu irade ve kararlara rağmen, geçen 10 yılda borç azalmadığı gibi iki misli de arttı! Bir şeyler yanlış idi veya borç tsunamisine devletlerin güçleri yetmiyordu.
 
İNTERNETLE GELEN TÜKETİM SARHOŞLUĞU
Borcun önlenemeyen yükselişinin birbiriyle alakalı birçok temel sebebi var. 1990’lardan beri, internet sayesinde tüm dünyayı görebiliyoruz ve her şeyin daha iyisine, güzeline, yenisine sahip olmak istiyoruz. Buna israf veya tüketim sarhoşluğu da diyebiliriz. İstediklerimizi almaya gelirimiz yetmezse tek çare borçlanmak oluyor. Kredi kartı, banka kredisi vb. ile alınan borcu, çoğu zaman nasıl geri ödeyeceğimizi düşünmüyoruz. Finans sektörü ise borç verecek müşteri istediği ve “finans mühendisliği” sayesinde her türlü krediyi herkes için üretebilecek araçlara sahip olduğu için borç bulmak kolay. Böylece borç-tüketim sarmalı başlıyor ve borç artarak devam ediyor. Bankaların kredi kapasiteleri yetmediği ve kısıtlandığı dönemlerde ise banka dışı piyasalar ve kurumlar kredi üretmeye başlıyorlar.
Şirketler de artık sermaye yerine borçlanarak finansman bulmayı tercih ediyorlar. Hisse senedi piyasaları yoluyla sermaye temininin hem bürokratik zahmeti hem de vergi yükü borçlanmaya göre çok daha yüksektir. Yani borçlanma lehine ve ortaklık aleyhine olan bir yapısal çarpıklık vardır. Bütün bu dezavantajların üzerine bir de borsa işlemlerinin artık ağırlıkla bilgisayar algoritmaları (“robotlar”) ile yapıldığı ve fiyat-değer ilişkisinin büyük oranda koptuğu gerçeği geliyor. İş adamları, şirketlerinin -gerçek ekonomik hikâyeyi dikkate almayan- robotlar tarafından fiyatlanmasını istemiyorlar. Zaten çok düşük faizle kredi de bol bol var. Bankalar kredi ver(e)meyince tahvil ihracı gibi banka dışı kanallarla borç temin edilebiliyor.
Finans nereye koşuyor?
 
ÖDENEMEZ DEVASA BORÇ
Böylece devasa boyuta ulaşan bu borç ödenemez, ödenmeyecek ve ödemeyenlerin hayatları perişan olacak. Doksan trilyon dolar gelir üreten dünya ekonomisi, 300 trilyon dolar borcun faizini bile ödeyemez. Finans sektörünün yaşayabilmesi için tek çare -savaş veya ‘borç affı’ dışında- yeni borçla eski borcun faizini ödemektir ki yıllarca zaten bu yapılmaktadır. Ticaret bilen atalarımızdan gelen ‘geri ödeyemeyeceklere borç verilmemesi’ anlayışını unuttuk. İhtiyacı olanlara -gerekirse karşılıksız- yardım etmek başka, 10 lira geliri olana 100 liralık yeni televizyon veya telefon kredisi vermek başkadır. Birincisi iyi, ikincisi kötüdür. Gelir ve verimlilik artışını aşan borçlanma hızı borçlanan için ahmaklık borç veren için ise ahlaksızlıktır. Borç – faiz – borç sarmalının kaçınılmaz sonu ise iflas ve finansal krizlerdir. Karar vericiler bu hesabı doğru yapmalıdır.
 
FİNANS NİÇİN VAR?
Finans, devamlı daha çok borç üreterek ve daha karmaşık yapıya bürünerek sürdürülebilen bir sisteme dönüştü. Bu gidişat iyi değildir ve düzeltilmesi gerekir. Öncelikle bilim insanlarının ve politika üretenlerin finansın neden var olduğunu tekrar keşfetmeleri gerekir. Finansın temel fonksiyonun ‘fazla parası olanlarla paraya ihtiyacı olanları buluşturmak’ olduğunu ve bunu desteklemeyen tüm faaliyetlerin sorgulanması gerektiğini hatırlamalıyız. Finans, “başkasının parasından para kazanmak” sanatı değildir ama bugünkü anlayış maalesef böyledir ve böyle olması tamamen normal sayılmaktadır. Bu sanatı en başarılı icra edenler ise en yetenekli beyinler oluyor! Derslerde ve kitaplarda işlenen konular büyük oranda bu anlayışa dayanmaktadır. Demek ki öncelikle ekonomi ve finans eğitimimizi düzeltmeliyiz. Gençlere finansal “kitlesel imha” silahlarını nasıl tasarlayacaklarını öğretmek yerine -benzer bir deyimle- finansal “kitlesel fayda” silahlarını anlatmalıyız. Teknolojinin ve veri hacminin bugün geldiği düzeyde bu işi yapmak pek zor olmasa gerek.
Elbette ki böylece yetişen “yeni nesil” insanların hem kamu hem de özel kesimde etkin roller üstlenmeleri de şart. Bu değişim belki geceden sabaha yetişmez ama olmak zorunda. Biraz da mevcut olanı sorgulama cesareti lazım. Bill Gates’e atfedilen bir söz bu cesaretin ilginç bir örneği: “Bankacılığa ihtiyaç var ama bankalara değil!” Sadece bankacılık için değil tüm finans kurum ve platformları için benzer iddialar yapılabilir ve yapılmalıdır. Belki de sözle ve yazıyla yapamadıklarımızı “teknoloji” ile yapabileceğiz.
Finans nereye koşuyor?
 
ACİL HAREKET LAZIM
Finansın  hayatımızdaki yerini tartışmak hem bir ihtiyaç hem de tüm dünya ülkeleri için bir sorumluluktur. Günümüz dünyasında artık hiçbir kesimin veya hiçbir ülkenin kendi başına “iyi” olma lüksü kalmadı-ne ABD ne Çin ne de başkası… Global iş birliği olmadan ve asgari düzeyde ortak bir anlayışı yakalamadan bu işi başarmak çok zor. 2008 krizinin açıkça su yüzeyine çıkardığı bir gerçek insanların artık şirketlere, şirketlerin piyasalara, piyasaların devletlere ve devletlerin birbirine güveninin çok azaldığıdır. Bu güvensizlik zincirinin sebep olduğu sosyal ve siyasi sonuçları tüm dünyada görüyoruz. Kaybolan güvenin bir sonraki finans krizindeki faturası çok ağır olacaktır ve ne tür insani sonuçlara yol açabileceğini düşünmek bile ürkütücüdür. Sorumluluk hepimizin ve acil hareketlenmek zorundayız.
Mevcut çarpık yapısı ve kaybettiği güvenilirliği ile finans sektörüne tekrar itibar kazandırma imkânı yok. Elbette ki kişi ve kurumları suçlamak doğru olmaz. Problem, sektör oyuncuların, düzenleyici kurumların ve akademisyenlerin “kafalarını kuma sokmuş” olmaları ve yapısal çarpıklığı fark edememeleridir. Yapılması gereken hem millî hem de global platformlarda, her türlü önyargıdan ve kemikleşmiş görmezliklerden sıyrılıp konunun esasını tartışmaya başlamaktır. Toplumun her kesimi uygun kanallarda bu tartışmanın içinde olmalıdır. Güven ancak böylece sağlanır ve gerekli adımlar atılırsa itibar da geri gelir. Esasında, finans paradan önce bir güven ve itibar mesleğidir. Bunu unuttuk galiba ama hatırlamakta büyük fayda var. Nokta atışlarla ve yamalı bohça yaklaşımı ile bir mesafe alamayız.
 
Finans nereye koşuyor?
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.