Türkiye’de ‘paralel devlet’ tarihi ve Anadolu ruhu

A -
A +

Doç. Dr. HÜSEYİN ŞEYHANLIOĞLU 
 

Türkiye’de son 140 yılda neredeyse 10 darbe yapılmıştır. Abdülhamid Han’ın 33 yılının ilk 27 yılını saymazsanız, bu ortalama olarak 10 yılda bir darbe anlamına gelmektedir. Her darbeden sonra millî unsurlar devletten uzaklaştırılmış ve Batılı mankurtları yetiştirmek için devlete format atılmıştır.

Ülkemizde “paralel devlet” tarihi, Sultan III. Selim’in, Devlet-i Aliyye’yi Osmaniye’nin ilmi, iktisadi, içtimai, siyasi, adli ve askerî alanda Avrupa’yı örnek almasından (1789) itibaren başlamıştır. Bu tarihten itibaren askerî alandaki felaketler önlenemez hâle gelince; Yeniçeriler ortadan kaldırılmış (1826), Tanzimat (1839) ve Islahat (1856) fermanları ilan edilmiştir. Bunun neticesi olarak, ilk defa Batı destekli askerî bir darbeyle Sultan Abdülaziz Han tahtan indirildikten sonra şehit edilmiş ve I. Meşrutiyet’ten (1876) sonraki 33 yıllık sükûnet dönemi de, II. Abdülhamid Han’ın (1909) tahttan indirilmesiyle, Devlet-i Aliyye-yi Osmaniye de fiilen bitmiştir.
Ülkemizin askerî alandaki yenilgilerini telafi etmek için Avrupa’yı örnek almaya başladığı tarih olan 1789, aynı zamanda Batı kontrolündeki paralel yapıların da Osmanlıya sızmaya başladığı tarihtir. Paşalar, aydınlar(!) ve Jön Türkler’le başlayan safha günümüzde FETÖ üzerinden devam etmektedir. Bu yazıda ülkemizdeki paralel devlet tarihi analiz edilmeye çalışılacaktır...

SULTAN ABDÜLAZİZ’İN KATLİ (1876)
Ülkemizde Batı merkezli ilk darbe olan Abdülaziz’in iktidardan düşürülmesinde, kindarlığıyla meşhur, İngiliz elçiliğinin sarhoş müdavimlerinden olan Hüseyin Avni Paşa ve tarihte ilk defa, Hıristiyan âleminin temsilcisini makamında ziyaret eden mason Hayrullah Efendi (FETÖ lideri de bunu yapmıştı) kullanılmıştır. Darbe sırasında Türkçe dahi bilmeyen Suriye Araplarından olan, 300 Harbiye talebesi, Dolmabahçe Sarayı’nın kontrolü için getirilmiştir. 30 Mayıs 1876 yılında gerçekleştirilen bu darbeye, dinî meşruiyet verilmesi için Şerif Abdülmuttalib Efendi ile irtibata geçilmiş, ancak Abdülmuttalib Efendi buna rıza göstermeyince mason Hayrullah Efendi işi üstlenmiş ve şu fetvayı yayımlamıştı:
“Halife olan kişi, deli ve politikadan anlamaz olup, devlet hazinesini milletin takat ve tahammül edemeyeceği mertebede şahsi masraflarına sarf etmekle, din ve dünya işlerini karıştırmakla yani dinden sapmakla makamında kalmış olsa, tahttan indirilmesi lazım olur mu? Cenab-ı Hak bilir ki, olur.”
Hanedan üyeleri sarayı boşalttıktan sonra Osmanlı devlet tarihinde yüz kızartıcı hadiseler yaşanmıştır. Darbeciler tarafından sarayın kadınlarına hakaret edilmiş, devlet ve saray hazinesi yağmalanmıştır. 15 yıl tahtta kalan, Osmanlı Donanması’nı dünyada iki numara yapan Sultan Abdülaziz; Midhat Paşa ve Hüseyin Avni Paşa liderliğindeki hainler ve İngiliz elçiliğinin desteğiyle, bilekleri kesilerek şehit edilmiştir.
Hindistan yolu üzerinde bir engel olan Osmanlıyı kontrol etmek isteyen İngiltere’nin en büyük arzusu, Sultan V. Murad’ı padişah ve Midhat Paşa’yı da sadrazam görmekti. İngiliz istihbarat servisi olan British Intelligence Service (BIS) önderliğinde Yahudi bankerler, bankalar ve mason locaları Sultan Abdülaziz’i hedef tahtasına koymuşlardı ve padişahı katlederek (1876) hedeflerine ulaşmışlardı.

II. ABDÜLHAMİD HAN’IN DEVRİLMESİ
Amcası Abdülaziz’in katillerini Taif zindanlarında geç de olsa ortadan kaldıran Sultan II. Abdülhamid, iç ve dış siyaseti yaşayarak öğrenecekti. Batmakta olan Osmanlı ve İslam dünyası gemilerini İttihat-ı İslam politikasıyla birleştiren II. Abdülhamid Han, Sultan Abdülaziz’in başına gelenlerden ders çıkararak İngilizleri kımıldayamaz hâle getirmiştir. Çin, Hindistan ve İrlanda’ya bile yardım eden Sultan, Japonlara da dostluk için Ertuğrul gemisini göndermiştir.
Bütün Avrupa’nın desteğine rağmen Jön Türkleri 1908 darbesinden önce, defalarca yenilgiye uğratan Sultan II. Abdülhamid, Hicaz ve Anadolu’yu demir yollarla ördüğü gibi mekteplerle de donatmıştır. “Halife”, “Sultan”, “Maarifperver” ve “Bave Kürdan” (Kürdlerin Babası) olarak da bilinen Abdülhamid Han için 1906 Eylül’ünde Selanik’te kurulan “Osmanlı Hürriyet Cephesi (OHC)”, Makedonya ve Trakya’daki 3. ve 2. ordularının subayları arasında yayılan İttihatçılık, sonun başlangıcı oldu. İttihat ve Terakki, Paris merkezli İTC’yle birleştirilerek 23 Temmuz 1908 darbesi yapıldı.
II. Abdülhamid’in devrilmesinin siyasi sonuçları şunlardır:
1-Enver, Talat ve Cemal Paşaların arkasında rical-i gayb (Görünmezler. FETÖ’nun da radyo ve TV’lerinde aynı adla diziler vardı) olarak hâlâ bilemediklerimiz vardır. Yıldız Sarayı’nı yağmalayan, Çırağan Sarayı’ndaki milyonlarca evrakı yakan bu güruh da işleri bittikten sonra aynı kişiler tarafından Berlin ve Tiflis’te ortadan kaldırıldı.
2-Devlet mertebelerinde basit ve çeteci adamların hızla yükselmesi sağlandı ve koca imparatorluk I. Dünya Savaşı’na Almanların “iki gemi tuzağıyla” sokuldu.
3-Osmanlı İmparatorluğu dağıldı ve Orta Doğu adıyla günümüze kadar dünya siyasi tarihinin en kanlı bölgesi ortaya çıktı.
4-Türkiye’de 15 Temmuz darbesine kadar on yılda bir kanlı darbeler yapıldı...

CUMHURİYET VE SELAMET-İ UMUMİYE KOMİTESİ
Milletin ölüm kalım savaşını verdiği bir durumda, TBMM’nin Ankara’ya taşınmasından sonra Jön Türk zihniyetinin de taşındığını görmekteyiz. Birinci ve ikinci grup olarak şekillenen bu yapıda; İslami kesim yani ikinci grup için acilen vatanın, milletin, dinin ve namusun kurtulması lazımdı. Yunanlılar Ankara’ya gelecek olsalar, Meclis’in etrafında siper kazıp savaşacaklardı. Aynen 15 Temmuz darbe girişiminde, köprüdeki ilk şehitlerin Urfalı ve Diyarbakırlı olmaları gibi bir durum söz konusuydu. İdeoloji ve Batı’nın mankurtları henüz ortalıkta yoktu. Halk öncelikle “din-u devlet” yani halifelik makamı diyordu.
İkinci grubun aşırı güçlenmesi üzerine İttihatçı zihniyet devreye girdi; gizli Selameti Umumiye teşkilatı ile etkisiz hale getirildi. Dönemin başbakanlarından olan Rauf Orbay ikinci grubun kuruluş gerekçelerinden birinin Selameti Umumiye Komitesi adındaki gizli örgütlenmenin Meclis üzerinde baskı kurmaya çalışması olduğunu belirtir ve şöyle der: “Bu otuz beşler tam bir tesânüt (işbirliği) hâlinde hareket ediyor ve evlerde gizli oturumlar tertip ederek Meclis ruznâmesindeki maddeleri müzakereye ve neticeye bağlıyordu. Zümrede verilen kararlar Birinci Grup müzakerelerinden evvel yakın arkadaşlara telkin ediliyor ve grup içtimalarında müdafaa edilerek grup ekseriyetinin kararına iktiran ettiriliyordu.”
Çerkez Ethem’in saf dışı edilmesi, Topal Osman ve Ali Şükrü’nün öldürülmeleri, İstiklal Mahkemeleri, İzmir suikastı iddiası ve Kazım Karabekir liderliğindeki milleti oluşturan ikinci grubun pasifize edilmesi (TPCF kapatılması), Şeyh Said ve Menemen isyanı iddiaları ve Ayasofya’nın kapatılması… Bütün bunlar “paralel yapının”, bu dönemdeki eylemleri olarak görülmektedir.

DP İKTİDARI VE GLADİO 
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği’nin tehdidiyle korkutulan Türkiye, çok partili siyasal hayata geçmiş, milletin adını dahi bilmediği Kore’ye asker göndermiştir. Türkiye 1952 yılında NATO’ya dâhil olmadan önce, ABD’nin uzun kollarından olan Gladio çoktan (1948) ülkemize girmişti bile. İstihbarat, polis, ordu ve bürokrasi paralel yapının kontrolüne altınaydı. Sınırda terörist veya düşman gözetlemesi gereken devlet, namaz kılanları takip etmekle uğraştırılıyordu. Suriye sınırına mayın döşetilmesi, Menderes’in Londra’da uçağının düş(ürül)mesi, Kıbrıs ve 6-7 Eylül Olayları mükemmel özel harp operasyonları olarak hafızalara kazınmıştı.
Enteresandır ki bugünkü FETÖ gibi DP’nin iktidara gelmesinden sonra Atatürk’ün meydanlardaki heykellerine ve okullardaki büstlerine karşı saldırılar artmıştı. Ticani Tarikatı üyeleri tarafından gerçekleştirilen saldırıların önüne geçilmek istenmişti. Çünkü CHP bu olayların üzerinden DP’ye saldırmakta ve askeri kışkırtmaktaydı. “Ezan Arapça okunmalı” diyen Menderes’e bedel ödetilmek isteniyordu. Ama Adnan Menderes failleri gayet iyi biliyordu: “Sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum.”
Adnan Menderes ve iki arkadaşı idam edildikten sonra en ağır kıyım askeriyede yaşanmıştır. 27 Mayıs Darbesinden sonra (290 generalden) 275 general ve amiral, 7 bin albay, yarbay ve binbaşı rütbesindeki subay ordudan tasfiye edilmişti. ABD Büyükelçisi Warren’in 11 Ağustos 1960 tarihli raporuna göre, emekliye sevk edilen subaylar, generallerin yüzde 90’ı, albayların yüzde 55’i, yarbayların yüzde 40’ı, binbaşıların da yüzde 5’iydi. Emekli İnkılâp Subayları (EMİNSU) olarak bilinen bu tasfiye hareketinin finansmanı ise tamamen ABD’den temin edilmişti.

Türkiye’de ‘paralel devlet’  tarihi ve Anadolu ruhu
15 Temmuz’u 16’ya bağlayan tarihten itibaren, artık iki asırlık geri çekilme dönemi tamamen kapanmış ve Ayasofya’nın zincirlerinin kırılmasını sağlamıştır.

15 TEMMUZ 2016 DARBESİ 
2002 yılından bu yana yapılan seçimlerin tamamında Recep Tayyip Erdoğan birinci adam, partisi de birinci parti olmuştur. Şu ana kadar açık gizli 10 suikasta maruz kalan Erdoğan ve AK Parti, yine Sultan Abdülhamid ve Mısır’da Mursi gibi bir Temmuz ayında, iktidardan düşürülmek istenmiştir. Ancak imanlı, basiretli ve ferasetli Anadolu halkı Batı’nın bu alçaklarına karşı savaşmış ve dünya siyasi tarihine “Anadolu İhtilali’ni” altın harflerle yazdırmıştır.
15 Temmuz’u 16’ya bağlayan tarihten itibaren, artık iki asırlık geri çekilme dönemi tamamen kapanmış ve Ayasofya’nın zincirlerinin kırılmasını sağlamıştır. Zafer kazanmış bu halk için, bu günler ikinci Sakarya Savaşı’nın psikolojik zaferi olarak tarihe geçmiştir. Anadolu İhtilali ile sadece Batı’nın Haşhaşi mankurtları temizlenmemiş aynı zamanda onları kullananlara karşı da Anadolu halkının özgüveni de zafere ulaşmıştır.
Bu süreci başta İslam Dünyası olmak üzere Dünya Siyasi tarihini şimdiden değiştirmeye aday olduğu görülmektedir.
Sonuç 
Osmanlı döneminde Jön Türk olarak bilinenler, Türkiye’de İttihatçıların bir kısmını CHP’ye çevirip onları Truva atı gibi iktidara getirdikten sonra, Irak, Mısır ve Suriye’de Baas (Diriliş) adlı ölüm partilerini iktidara getirmiş ve günümüzde de aynı hedefle PKK’ya destek vermektedirler. Bununla hem halkı içerden çökertmekte hem de işgallerini kolaylaştırmaktadır. Türkiye’de paralel devlet tarih konulu çalışmamızın sonuçlarını, maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz:
1. Türkiye’de son 140 yılda neredeyse 10 darbe yapılmıştır. Abdülhamid Han’ın 33 yılını Cumhuriyet’in tek adamlı 27 yılını saymazsanız, bu ortalama olarak 10 yılda bir darbe anlamına gelmektedir.
2. İngiltere başta olmak üzere Batı dünyası darbecilere doğrudan destek vermiştir.
3. Her darbeden sonra millî unsurlar devletten uzaklaştırılmış ve Batılı mankurtları yetiştirmek için devlete format atılmıştır. Devlet kademelerinin güç merkezlerine hissettirmeden masonlar, Jön Türkler, Ticani ve FETÖ gibi virüsler yerleştirilmiş gayr-i Müslimler ve Batıcılar yükseltilmiştir.
4. PDY’ciler askerlere ve halka yalan söylemiştir.
5. Erdoğan hariç üç lider, merhametli davranmanın bedelini hayatıyla ödemiştir.
6. Hazine dâhil olmak üzere saray ve devlet yağmalanmıştır.
7. Devlet sırları yakılmıştır.
8. Halkın desteğini sağlamak ve isyanını önlemek için münafık din adamları kullanılmıştır.
9. “15 Temmuz Anadolu İhtilali”, dünya siyasi tarihinde emsalsizdir.


 

İngiltere başta olmak üzere Batı dünyası darbecilere doğrudan destek vermiştir.

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.