RADİKAL BİR CEREYANIN SERENCAMI Vehhabiliğe karşı Osmanlı aydınları ne yaptı?

A -
A +
Ömer Fâruk CanAraştırmacı Yazaromerfarukcan@gmail.com   Vehhabiliğin Osmanlı için arz ettiği siyasi ve dinî tehlike, zuhurundan bir asır sonra, 19. asırda, Orta Doğu politikasını Hindistan ve Levant’taki çıkarlarının devamlılığı üzerine inşa eden ve bu minvalde Osmanlının bölgedeki varlığını daha da zayıflatmayı gaye edinen İngilizlerin de dikkatini çekmiştir.  

Günümüzde varlığını iyiden iyiye hissettiren Ehl-i Sünnet harici sapkın fırkaların tarihi, İslâm tarihi ile eş zamanlıdır. Yani bugün ortaya sürülen her türlü sapkın itikadın ve düşüncenin izlerini, İslâm tarihinin bir devresinde bulmak mümkündür. 18. asrın ortalarında Necid çöllerinde siyasi ve dinî bir hareket olarak ortaya çıkan Vehhabîlik de müdafaa ettiği fikirler ve dini yorumlama usûlüyle, bir yönüyle henüz hicrî birinci asırda zuhur eden Haricîler, bir yönüyle de Karmatîler ile benzeşmektedir. Her ne kadar kendilerini Hanbelî olarak tavsif ederek İbn Teymiyye ve İbn Kayyim’e dayandırsalar da herhangi bir mezhebe bağlılığı gerekli görmeyen tavırlarıyla mezhebî bağlılık hususunda bu isimlerden de ayrı düşmektedirler.

Tarihî safha içerisinde cumhur ulemanın kanaatlerinin hâkim kanaat olarak yer bulmasından sonra Vehhabîlerin müdafaa ettiği fikirlerin benzerleri İslâm dünyasında âdeta silinmeye yüz tutmuştur. Ancak Vehhabîliğin bedevi bir kabile reisi olan İbn Suud’un siyasî himayesiyle yayılma imkânı bulması, Müslümanlar arasında tefrikaya sebep olmuştur. Bu akım, Osmanlı Devleti için de ciddi dâhilî ve beynelmilel bir soruna dönüşmüştür. Özellikle Hicaz bölgesinin tarihî ve sosyo-kültürel yapısına ağır darbeler indiren bu radikal hareketin mensupları, işgal ettikleri kutsal beldelerdeki İslâm’ın ilk devirlerinden kalma pek çok tarihî eseri yok etmiş ve uzun yıllar hac vazifesinin eda edilmesine mâni olmuştur.   VEHHABÎLİĞİN TEŞEKKÜLÜ   Harekete adını veren kurucu Muhammed b. Abdülvehhab, bir Hanbelî kadısının oğlu olarak 1703’te Necid’de dünyaya geldi; Şam, Bağdat ve Basra gibi merkezlerde eğitim aldı. Ancak başta tevhit akidesi olmak üzere sair meselelerde de Ehl-i Sünnet’ten uzak bir yaklaşıma sahipti. Onun vaz’ettiği katı doktrine göre, amel imanın bir parçasıdır ve dinin gereklerini yerini getirmede eksikliği olanlar kâfirdir. Ayrıca karşıt görüşe sahip Müslümanlar müşrik yahut bidat ehli olarak görüldüğünden onlarla savaşmak cihattır. Kadıların resm, yani dava harcı alması rüşvettir. Hazret-i Peygamber’e salat ve selamların yer aldığı “Delâilü’l-Hayrat” okumak, cuma geceleri salâ getirmek yasaktır. Vehhabîlik; tasavvuf, dört mezhep, tevessül ve şefaati reddetmekte, ayrıca kabir ziyareti ve mevlid gibi yaygın uygulamalara da karşı çıkmaktadır. Bedevi kültürünün hâkim olduğu bu hareket, öğretilerinin takibi hususunda fanatik ve son derece müsamahasızdır. Sünni ulemanın tepki ve muhalefeti sebebiyle fikirlerini hemen ilan edemeyen İbn Abdülvehhab, ancak 1745’te Der’iye’ye giderek buranın emiri İbn Suud ile bir ittifak yapıp siyasî destek sağladıktan sonra öğretilerini yaymak için uygun bir ortam buldu. 1803’e kadar çeşitli haricî sıkıntılarla baş etmeye çalışan Osmanlı idarecileri tarafından bölgesel bir problem olarak görülen Vehhabîler ve Suud hanedanının 1803-1805 yılları arasında Taif, Mekke ve Medine’yi işgal etmesi, esas siyasî niyetlerinin İstanbul tarafından tam manasıyla anlaşılmasını sağladı. Bu işgaller Osmanlılar tarafından bölgedeki mevcudiyetlerine karşı hayatî bir tehdit olarak addedilmiş, alınan tedbirler mahiyet değiştirmiştir. Nihayet Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa, tehlikenin bertaraf edilmesi için görevlendirilmiştir. 1811’den 1818’e kadar süren mücadele sonunda Haremeyn kurtarılmış ve Vehhabîler Der’iye’den de temizlenmiştir. RADİKAL BİR CEREYANIN SERENCAMI Vehhabiliğe karşı Osmanlı aydınları ne yaptı?   VEHHABÎLİK KARŞISINDA YAZILANLAR   Vehhabî tehlikesi Osmanlı entelijansiyasının da gündemini meşgul eden bir mesele olmuştur. Mesele hakkında en geniş ve derli toplu bilgileri aktaran Ahmed Cevdet Paşa ile Eyüb Sabri Paşa olmakla birlikte, bu konuda ilk kalem oynatanlardan biri Kilisli Aşkî Mustafa Efendi’dir. Telif ettiği Medine tarihinde “Vehhâbi-i bî-dîn” ve “Vehhâbî-i bî-îmân” ifadeleriyle vasıflandırdığı Vehhabîlerin Medine’yi işgallerini anlatan Aşkî, tahrip edilen kabir, türbe ve sair binalardan kısaca bahseder. Osmanlı-İslâm tasavvurunu merkeze alarak Vehhabîliği muhtasar ve fakat müfit bir şekilde ilk ele alansa Ahmed Cevdet Paşa’dır. Çok çeşitli kaynaklar kullanarak telif ettiği “Tarih-i Cevdet”te hareketin siyasî tarihini ve öğretilerini anlatır; kapsamlı analizler yapar. Eyüb Sabri Paşa gibi o da coğrafyadan hareketle tarihe giderek Vehhabîlerin yalancı peygamber Müseyleme ile aynı coğrafyadan zuhur ettiğine işaret eder ve kendi dönemine kadar telif edilen reddiyeleri de tarihî bağlamı muhafaza ile zikreder. Hareketin fevkalade bir süratle yayılmasının ardındaki sebep Cevdet Paşa ve Eyüb Sabri Paşa’ya göre aynıdır: Vehhabîliğin diğer Müslümanlara kâfir nazarıyla bakarak kanlarını ve mallarını helal addetmesi, yağmacı bedevilerin karakterlerine uygun düşmüştür. Vehhabîliğe dair ilk müstakil eser ise Eyüb Sabri Paşa’nın “Tarih-i Vehhabiyân”ıdır. Paşa, çeşitli kaynakların yanı sıra âdeta sözlü tarih çalışması yapmış, Hicaz’da tesadüf ettiği yaşı ileri kimselerden yaşanan hadiseler hakkında bilgiler toplayarak eserini telif etmiştir. Ayrıca, “Mir’âtü’l-Haremeyn” başlıklı büyük Haremeyn tarihinde de harekete dair bilgilere yer vermiştir. O, bu eserlerinde Vehhabîliğin ortaya çıkışından Mehmed Ali Paşa tarafından bastırılışına kadarki hadiseleri nakleder, itikatlarındaki bozuklukların sebeplerini de açıklar. Paşa, tarihteki izdüşümü olarak gördüğü Karmatîler’den yola çıkarak Vehhabîliği ele alır; ayrıca Ehl-i Sünnet dışında kaldıklarından Haricî yakıştırmasında bulunur. Esasında bu tavsif Cevdet Paşa gibi pek çok kişi tarafından da yapılagelmiştir. Eserini telif ettiği 1880’lerde devlete isyan bayrağı açmış bir hüviyete sahip Mehmed Ali Paşa’nın bölgedeki fitne ateşini söndürmedeki çabalarından dolayı Eyüb Sabri Paşa tarafından hayırla yâd edilmesi de dikkat çekicidir. Vehhabîlik üzerine yazan bir diğer Osmanlı münevveri, Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi’dir.  “Tarih-i İslâm” adlı eserinin konuyla ilgili kısmında dikkat çeken önemli noktalardan biri, bu hareketin Protestanlık’la benzerliğini iddia eden bazı Avrupalılara reddiye kabilinden yazdıklarıdır. Ona göre iki hareket arasında herhangi bir münasebet bulunmamaktadır. Bu konuda son devirde yazılan kitaplardan biri de “İngiliz Casusunun İtirafları” adlı eserdir. Kitapta geçen Hempher’in hatıralarının Eyüb Sabri Paşa tarafından yazıldığı iddiaları doğru değildir… RADİKAL BİR CEREYANIN SERENCAMI Vehhabiliğe karşı Osmanlı aydınları ne yaptı?   İNGİLİZLERİN ARAP YARIMADASINA İLGİSİ   Vehhabîliğin Osmanlı için arz ettiği siyasî ve dinî tehlike, zuhurundan bir asır sonra, 19. asırda, Orta Doğu politikasını Hindistan ve Levant’taki çıkarlarının devamlılığı üzerine inşa eden ve bu minvalde Osmanlının bölgedeki varlığını daha da zayıflatmayı gaye edinen İngilizlerin de dikkatini çekmiştir. 1869’da Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla bölgenin İngilizler açısından önemi daha da artmış, akabinde Kıbrıs ve Mısır İngiliz kontrolüne geçmiştir. Böylece başlangıçta inşasına karşı çıktıkları kanalın idaresine de hâkim olan İngilizlerin bölgedeki bir diğer odak noktası ise Arap Yarımadası olmuştur. Arap Yarımadası’nın Necid bölgesine hâkim Suudî-Vehhabî ittifakı, 1818’de Osmanlı Devleti’nden yediği büyük darbenin etkisinden, Türkî b. Abdullah’ın 1824’te Riyad’ı tekrar ele geçirmesiyle ancak kurtulmaya başladı. Basra Körfezi’nde kalıcı bir yer edinmek istediklerinden İngilizlerle iş birliği yapmaya istekli oldular. Osmanlılar ise bölgedeki diğer güç unsuru Reşidîlere destek vererek buna engel olmak istedi; nitekim bir müddet başarılı da oldular. Suudîler 1891’de Reşidîlerle giriştikleri mücadele sonucunda Kuveyt’e sığınınca Vehhabîler siyasî destekten mahrum kaldı. Suudîler ancak 1902’de Riyad’a geri dönebildiler. İngiliz emellerine set olmak arzusundaki Sultan II. Abdülhamid, anlaşmanın yollarını arasa da Suudîler, Batılı güçlerin yardımıyla kendi liderliklerini tesis etmenin planlarını yapmaktaydı. İngilizler ise bir yandan Suudî-Vehhabîlerle iş birliği yapmanın faydalarını değerlendiriyor, öte yandan geleceğin Arap halifesi olarak gördükleri Mekke şerifi ve İstanbul’u hesaba katarak bir denge politikası güdüyordu. Zira dünyanın en fazla Müslüman nüfusa sahip ülkesi hâline gelen Britanya İmparatorluğu için Osmanlı sultanının halife oluşu büyük bir tehlike arz ediyordu. İngilizler, Hicaz’ın halifenin Hint Müslümanlarını isyana teşvik edebileceği bir güç merkezi hâline dönüşmekte olduğunu gördüler. Buna mâni olmak maksadıyla, Kureyş soyundan gelmediği için Sultan Hamid’in meşru halife olmadığı, gerçek halifenin Hazret-i Peygamber’in soyundan gelen Mekke emiri olduğu iddiasını ortaya attılar ve Mekke emirlerini desteklemenin yollarını aradılar. Başarılı oldukları takdirde Hicaz’daki Osmanlı hâkimiyeti sona erecek ve Britanya sömürgelerinde rahat bir nefes alacaktı. II. Meşrutiyet’le birlikte devlet idaresini ele alan İttihad ve Terakki, Sultan Hamid zamanında İstanbul’da ikamet ettirilen Şerif Hüseyin’i Mekke emiri yaptı. Arap beldelerindeki kimi yanlış politikalar, Şerif Hüseyin ile İngilizlerin iş birliği yapmalarının önünü açtı. İngilizler tarafından “Arapların kralı ve Müslümanların halifesi” ilan edilen Şerif Hüseyin etrafına topladığı bazı kabilelerle birlikte Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’ya isyan etti. İngilizlerin tam desteğini alarak bölgedeki Osmanlı varlığının sona ermesinin yolunu açan Şerif Hüseyin, günün sonunda kendine verilen sözlerin tutulmadığını görecek ve kralı olacağını zannettiği Hicaz’ı terk etmek zorunda kalacaktı. Zira İngilizler Suud hanedanına verdikleri desteğin devamının kendilerine daha büyük menfaatler temin edeceğini düşündüler. Reşidîler ile Şerif Hüseyin kuvvetlerine karşı Suudîlerin yanında durarak hâkimiyetlerini genişletmelerini sağladılar. 1932’de Suudi Arabistan Krallığı’nın kurulmasıyla da Vehhabîlik kalıcı devlet desteğine kavuştu. Sağladıkları devlet desteğinin zengin petrol kaynaklarıyla beslenmesi, Vehhabîlere sapkın ideolojilerinin dünya çapında propagandasını yapma imkânı sağladı. Günümüzde Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya, Afrika, hatta ve hatta İslamlaştığı günden bu yana Ehl-i Sünnet düşüncesinin kalesi olan Anadolu topraklarında dahi pek çok faaliyetler icra etmektedirler. Ayrıca gelinen noktada “dinler arası diyalog” projelerine sahiplik etmek gibi daha sapkın bir yola savrulmuşlardır.    
RESİM ALTLARI
Suudi Arabistan Kralı Abdülaziz, İngiliz Başbakanı Winston Churchill ile…

Vehhabilerin Hicaz’da yıktığı türbeler…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.