OSMANLI DEVLETİ’NDE TÜRKLER AŞAĞILANIR MIYDI?

A -
A +

Osmanlı devrinde ümmetçilik sebebiyle Türklerin hor görüldüğü; her yerde Türk olmayanların hâkim olduğu tasavvuru, yeni devrin sloganlarındandır...

 

Milleti millet yapan ne ırktır, ne lisandır. Kültür ve şuurdur; aidiyet hissidir. An’anevi tarifiyle Türk; Anadolu ve Rumeli’nin Türkçeyi hâkim (üst) lisan olarak kabul eden Müslüman halkına verilen isimdir. Müslümanlık, XX. asra gelinceye kadar cemiyetin vazgeçilmez unsurudur.

O asırda bunun yerine, amme vicdanında pek yeri olmayan bir tarifi hâkim kılmak isteyenler; Türklüğün, Osmanlılar zamanında ümmetçilik saikiyle ihmal edildiği, hatta Türklerin hor görüldüğü resmî ideoloji olarak empoze etmeye çalışmış; Osmanlı’nın külleri üzerinde Türk etnik hüviyetine dayanan bir ulus-devlet kurmuştur.

Büyüleyici mazi…

Ne Selçuklu, ne Osmanlı, ne de Babürlü, artık sosyal olarak Orta Asya’daki yarı göçebe atalarına benzer. Bunlar bir şehir medeniyetini temsil eder. Bugün dünyada anılan “Türk” kelimesi, bir ırkı değil, işte bu parlak kültürü ifade eder.

İmparatorluk çok ırklı, lisanlı, dinli, mezhepli, kültürlü cemiyet demektir. Bu, üzerinde düşünülürse âdeta büyüleyici bir mazidir. Osmanlı hükümdarı, 4 ayrı kültürün 4 ayrı devlet an’anesini uhdesinde birleştirmiştir: Hakan, sultan, padişah, kayser

Osmanlı İmparatorluğu’nda Türkler -münakaşasız- idareci sınıftır. Askerî ve idari bürokrasiyi ellerinde tutmuştur. Müslüman oldukları hâlde Arap ve Kürt asıllı yüksek idareci yoktur. Üstelik Müslüman nüfusun yarısı Arap’tır. Bunun sebebi elbette ırkçılık değil; mekanizmanın işleyiş tarzıdır.

Soy babadan yürür

Arabistan’ın uzak bir beldesinden bir çocuğun, lisanını bilmediği İstanbul’a gelerek bir devlet dairesine çırak olması, sonra yükselmesi zordur. Arap ve Kürtler, ancak mahallî ulema ve bürokratlar arasında belli bir seviyeye kadar yükselebilmişlerdir.

Arnavutlar ve Boşnaklar, Müslüman olmadan evvel devşirme yoluyla Türkleşerek yüksek bürokrasiye girebilmiştir.

Devşirmeler, Türk ırkından değildir. Ama bunlara “Türk değil” de denemez. Küçük yaşta devşirilmiş, Türk-İslâm kültürüyle yetiştirilmiş bu elit kesim, artık kelimenin tam manasıyla Türk’tür; Anadolu halkından daha fazla Türkleşmiştir. Saraya alınan cariyeler de böyledir. Nesep ilminde, soy babadan yürür. Bu, cihanşümul bir kaidedir.

OSMANLI DEVLETİ’NDE TÜRKLER AŞAĞILANIR MIYDI?

Üçte bir bütüne hâkim

 

36 Osmanlı padişahı, Türk olduğu kati bilinen tek ailedendir. (12 reisicumhurun Türk olup olmadığına dair sağlıklı bir bilgi yoktur.) Klasik devir sadrazamlarının hepsinin etnik menşeini tespit imkânsızdır. Etnosantrik tarihçi İsmail Hami Bey, 600 senelik Osmanlı tarihinin yarısında devşirmelerin, yarısında Türklerin sadrazamlık yaptığını söyler. Tanzimat’tan sonra (1839-1922) vazife yapan 41 sadrazamdan 32’si ırken Türktür.

Abaza, Arnavut, Çerkez, Çeçen, Gürcü dediği 5 tanesi, birkaç nesildir Türkleşmiş bürokrat çocuklarıdır. Edhem ve Tunuslu Hayreddin Paşa çocuk yaşta Türkleşmiş birer Rum ve Çerkez köledir. Avlonyalı Ferid ve Mustafa Naili Paşa Arnavut’tur. Nüfusun neredeyse yarısını teşkil eden gayrimüslim tebaadan bir tane bulunmadığı gibi, Arap ve Kürt sadrazam da yoktur. 

Şeyhülislâm ve diğer bürokratlar da farklı değildir. 26 şeyhülislâmın hemen hepsi Türk’tür; 1’i Arap, 1’i Dağıstanlıdır. 1’er Gürcü, Arnavut ve Boşnak asıllı şeyhülislam, nesillerdir Türkleşmiş ailelerdendir. Tek Arap şeyhülislâm, Arap beldelerinin tamamen elden çıktığı 1918’de bu makama gelmiştir; o da sulh müzakerelerinde faydası olur umuduyla.

 

Zenaat Bakanlığı

 

Lisan bildikleri için hariciyedeki tek tük tercüman hariç, klasik devirde gayrimüslimler bürokraside istihdam edilmezdi. Bugün Osmanlı hariciye nazırlarının hep gayrimüslim olduğu zannedilir. Hâlbuki 32 hariciye nazırından sadece 4 tanesi gayrimüslimdir. Bunun da 1’i Ermeni, 3’ü Rum’dur. Geri kalan hepsi Müslüman Türk’tür.

38 Posta Nazırı’ndan 2’si Ermeni ve 2’si Rumdur. Gayrimüslimlerin en fazla olduğu nezaret; elleri işe yatkın olduğu için olacak, Nafia (Bayındırlık) Nezaretidir. 42 nazırdan, 3’ü Ermeni, 3’ü Rum’dur.

Diğer nazırlıklar hep Türklerdedir. Hâlbuki Türkler, nüfusun üçte birinden biraz fazladır. Buna rağmen üst bürokrasinin tamamını, orta ve alt bürokrasinin ise büyük ekseriyetini elinde tutmaktadır.

Herkesin askere alındığı Meşrutiyet devrinde bile yüzbaşıdan yukarı gayrimüslim subay hiç yoktur; Arap ve Kürt subay da azdır. Bunlar, Osmanlı Devleti’nde Türklerin hor görüldüğüne delalet eder mi?

 

 

Nasıl fark etmediler?

 

Bir imparatorluk olduğu için, Osmanlı Devleti’nin elbette resmî bir lisanı yoktur. Ancak Türkçe, (Hindistan’daki Urduca gibi) 6 asır boyunca sarayda, bürokraside, mahkemelerde, en mühimi orduda konuşulan elit lisandır. İdarecilerle temas kurmak isteyen herkesin öğrenmesi icap eder.

Kavalalı Mehmed Ali Paşa bile Mısır’da Türkçe öğrenmeyi mecbur etmişti. 1950’lere kadar Mısır’da Türkçe bilmeyen yok gibiydi. Hor görülen bir topluluğun lisanı, neden bu kadar popüler ve hâkim olabilmiştir?

Osmanlı topraklarında yaşayan Rumlar, Sırplar, Romenler, Bulgarlar, Ermeniler, Arnavutlar ve Araplar, hor görüldükleri ve ezildikleri iddiasıyla Türk hâkimiyetine karşı iki asır boyunca peş peşe ayaklanarak istiklal mücadelesine giriştiler. Aslında Türklerin hor görüldüğünü nasıl fark edemediler?

Hor görülen şey, siner ve zamanla kaybolur. Türkçe, Türklük şuuru, Türk kültürü; Türklerin hor görüldüğü bir zeminde neden sinip yok olmadı? Nasıl oldu da Türkçe’nin en kıymetli şairleri, nâsirleri, hatta romancıları Türklüğün horlandığı Osmanlı ülkesinde yetişebildi?

 

 

Hor görülenler ülkesi

 

Selçuklu Anadolu’suna XII. asırdan itibaren Turchia (Türkiye) denilmeye başlandı. Bu ismi ilk kullananlar İtalyan tacirlerdi. Avrupalılar, nüfusunun hiç de ekseriyetini teşkil etmediği hâlde, buraya neden Türkler ülkesi manasına Türkiye ismini verdiler?

Resmî ismi Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye olduğu hâlde, ecnebiler neden Türkiye ismini bugüne kadar asırlarca ısrarla kullandılar? Burada Türklerin hor görüldüğünü bilmiyorlar mıydı?

1699’dan itibaren Avrupa’da kaybedilen topraklardaki Türkler, 2,5 asır boyunca neden hep Türklerin hor görüldüğü ve kendilerinin de hor görüleceği bir ülkeye hicret ettiler? 

 

 

Millet-i güzide ve ümmet-i latîfe

 

Türkler ne kadar hor görülmüş ki, Âşıkpaşazâde’den, Hoca Sadeddin Efendi’ye; Neşrî’den, Âli’ye; Tâcizade’den Solakzade’ye, bütün kroniklerde, temiz itikatlı ve yiğit güzide bir millet, seçilmiş hoş bir ümmet gibi ifadelerle vasıflandırılmıştır. Bu tarihçiler, hor görülen bir milleti teselli için mi böyle yazdılar?

“Panislamist” Sultan II. Abdülhamid, Osmanlı hanedanının da mensubu olduğu Karakeçili aşiret gençlerinden bir hususî muhafız alayı kurmuş; bu alaya Söğütlü Ertuğrul Alayı denmiştir. Tahsin Paşa hatıralarında Söğüt Alayı’ndan bahsederken, “Türk neslinin temiz ve mübarek kanı dolaşan Karakeçili bölüğü” olarak anar.

Hatıratında, “Osmanoğulları, hâlis Türk’tür. Hatta Osmanoğulları mı Türk’ten, yoksa Türk mü Osmanoğullarından gelmiştir, tefrik edilemez” diyen Sultan Vahîdeddin, her fırsatta muhaliflerinin Türk olmadıklarını ileri sürmüştür.

 

Köyden indim şehire…

 

Soyağacının sağlıklı bir şekilde bilinmesi mümkün olmayan Türk cemiyetinde, bugün kendisini kati ve doğru bir şekilde Türk ırkına bağlayacak babayiğit pek azdır. Anadolu’da birkaç Oğuz boyunun ismini taşıyan köyler bile, cemiyetteki demografik seyyâliyet (nüfus akışkanlığı) sebebiyle, sakinlerinin ırkı hakkında fikir veremez. Osmanlı kronikleri, ilk devir fetihleri sayesinde Müslüman olan (ve Türkleşen) mahalli halklardan bahseder.

Şehirlerde Türk hâkimiyeti bariz olduğu için, muhtelif etnik menşeli kişiler, ticaret, tahsil ve sair sebeplerle şehre göçtüğü, sınıf atladığı, sosyal elitin bir parçası hâline geldiği, tahsil görüp az buçuk devlet mekanizmasında yer sahibi olduğu zaman, Türkçe konuşmaya başlıyordu. Kendisini Türk olarak tarif ediyor ve otomatikman Türkleşerek Türk cemiyetinin bir parçası hâline geliyordu.

Osmanlı zihniyetine Müslümanlık hâkim olduğu için, hiçbir ırkı aşağılamak, kötülemek veya ırkı ile övünmek tasvip görmüyordu. XX. asırda Türk milliyetçisi olarak tanınan şahsiyetlerin bile çoğu ırken Türk değildi. Yine gariptir ki ırken Türk olduğu sabit tek aile, Türklüğe en çok hizmet etmiş Osmanlı hanedanı, vatandaşlıktan atılıp hudut harici edilmiştir.

 

İdraksiz Türkler!

 

Türk kelimesinin bir de sosyolojik manası vardır. Türkler, Müslüman olduktan sonra, Sâmânoğulları zamanında, Müslüman olmayan ırkdaşları ile dinî kültürü zayıf göçebe ve köylüler hakkında Türk tabirini kullanmıştır. Türk kelimesi, uzun zaman bir kavmi ifade etmiyordu.

Yörükler, yerleşik hayata geçmiş; memurluk, ziraat ve esnaflıkla uğraşan, koyun beslemeyip yaylaya gitmeyen ırkdaşlarına Türk demiştir. Nitekim Anadolu’nun çok yerinde bu tabir, sipahi sınıfına girmeyen sıradan köylüler için kullanılmıştır. Etrâk-i bî-idrâk (anlayışsız köylüler) sözüyle de, bizzat Türkler, daha aşağı kültür ve medeniyet seviyesinde bulunan kavimdaşlarını aşağılamıştır. Bu, çok tabiidir.

Sultan Fatih Kanunnâmesi’nde der ki: “Eğer biregü (birisi) hamr (şarap) içse, Türk (köylü) veya şehirli olsa, kâdı ta’zir ura (cezalandırsın)”. XVI. asra ait Mir’atü’l-Aşk adlı menkıbenamede anlatıldığına göre, Somuncu Baba’ya mürid olmak isteyen Hacı Bayram Veli, kölelerini azatlayıp üzerindeki kıymetli elbiseleri satarak, “Türkâne esvab” (köylü kıyafeti) ile huzura çıkıyor.

Bu inceliği bilmeyenlerin, sosyoloji ve linguistikten anlamayanların kafası karışmıştır. Kaldı ki, klasik devirde dünyanın neresinde bugünkü manasıyla milliyetçilik vardı? Ulus-devletlerin tek tipleştirici ve ırkçı ideolojisi ile yetişenler, imparatorluklarda etnik çeşitlilik hususundaki fiilî elastikiyeti anlayamazlar. Bir evvelki reisi Alman asıllı olan Amerika’da, Anglosaksonların hor görüldüğünü söyleyen var mıdır?

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.