* Bir hadisin ne manaya geldiğini anlamadan onunla amel etmeye kalkan kişi, umumiyetle sünnetin hilafına hareket etmiş olur. Çünkü avam, her hadisi anlayamaz.
Bugün çokları tarafından Kur’ân mealciliği bir tehlike olarak görülmekte, ama hadis mealciliğinin pek farkına varılmamaktadır. Biraz da Diyobendi tesiriyle ham sofular arasında yayılan bu cereyan, diğerinden daha ötededir.
Ehl-i sünnet ananesinden geldiği hâlde, fetva soranlara fıkıh kitaplarından değil, hadis okuyup cevap veren meşhur hocalara rastlanmaktadır. Hanefi mezhebinde gıyabî cenaze namazı caiz olmadığı hâlde, Hanefî bilinen çok hoca, popüler politika mülahazasıyla, buna dair bir hadis-i şerifi eğip bükerek millete gıyabî cenaze namazı kıldırmaktan çekinmediler!
Hadis mealciliği ifadesi, son devirlerde bazı çevrelerin hadis metinlerini sadece tercüme (meal) seviyesinde ele alıp, klasik fıkıh müktesebatını (birikimini) ve usulünü dışlayarak süratli, doğrudan ve literal (lafzi) tefsirlere gitmesini ifade eder.
Bunlar fıkıh usulünün nesih, tercih, cem ve te’lif hiyerarşisini göz ardı ederler. Sadece bir hadisin manasını Türkçeye çevirerek dinî hüküm çıkarmaya teşebbüs ederler. Klasik mezheplerin ictihadlarını “gelenekselcilik” ya da “uydurma yorumlar” olarak vasıflandırıp, her Müslümanın doğrudan Kur’ân ve hadisten hüküm çıkarmasını müdafaa ederler.
Bu cereyan, hem modernist (reformist) hem de bazı selefî çevrelerde görülür. Ancak Selefîler umumiyetle hadislerin zahirini alırken, modernistler hadisleri ya gereksiz görür ya da farklı (modern) manalara çeker. Hâlbuki hadisle amel etmek, sadece onun lafzını okumak değil; manasını, muhtevasını, diğer naslarla irtibatını ve ictihad kaidelerini dikkate almayı gerektirir.
İmam-ı Şâfiî hazretleri der ki: “Bir hadisin ne manaya geldiğini anlamadan onunla amel eden kişi, sünnetin hilafına gitmiş olabilir.” Süfyan bin Uyeyne hazretleri der ki: “Bütün hadisler, fakihler dışındakileri dalalete sevk edebilir.” (Fetava’l-Hadîsiyye).
Fukaha hadisleri usul kaideleri ve konsepte göre tefsir ederken, modernistler tercüme üzerinden gider.
Fukaha sıhhat, delalet ve usul çerçevesinde hareket eder; modernistler sadece sıhhate ve lafza bakar.
Fukahaya uyduğunu iddia eden bazı kifayetsiz kişiler, metotsuzluk yüzünden muhtevadan uzaklaşır.
İslam fıkhında hadis metinleri doğrudan şer’î hüküm çıkarmada elbette mühim bir kaynak olmakla birlikte, bu metinlerin zahiri (kelime manası) üzerinden gitmek hatalıdır. Zira:
1-Hadisler bazen muayyen bir sebebe binaen söylenmiştir (sebeb-i vürud). Zahirî manası o muhtevadan koparıldığında farklı, hatta yanlış neticeye yol açar. Aynı mevzuda birbirine uymayan birden fazla hadis olabilir. Mesela Resulullah Efendimiz rukyeyi (muska) yasakladı. Bu yasak, büyü şekline olması hâline mahsustur. Dua ve âyetle olursa haram değildir.
2-Usul-i fıkıhta, âyet ve hadislerin hüküm bildiren cihetleri değerlendirilirken lafızların “âm-hâss” (umumi-hususi), “mutlak-mukayyed” (kayıtsız-kayıtlı) gibi istinbat (hüküm çıkartma) usulleri dikkate alınır. Bazı hadisler kinaye veya mecazı ifade edebilir. Neshedilmiş olabilir. Muhkem değil, müteşabih olabilir, bunu da ancak Peygamber ve rasih ilimli (derin) âlimler bilebilir. “Sağ elinden yardım iste” yazmaktan kinayedir. “Allah Âdem'i kendi suretinde yarattı” müteşabihtir.
3-Hadisin senedi (ravileri) kadar, manası da mühimdir: Nitekim her nesilde tek kişinin bildirdiği hadislerin (haber-i vahidlerin) bir kısmı sahih olsalar bile Hanefi mezhebinde mutlaka farz ve haramı bildirmez. Zira dinin aslî prensibine uymaz; selef amel etmemiştir; ravisi rivayet ettiği hadisin hilafına hareket etmiştir...
Hadiste, “Kadınlarınız mescide gitmek isterse onlara engel olmayın” buyuruldu. Hadis mealcisine göre, kadınlar her zaman ve her şartta mescide gitmelidir, kimse karışamaz. Fukaha ise, bu hadisi zaman, mekân ve fitne ihtimali çerçevesinde değerlendirir. Aynı zamanda şu hadisi de dikkate alır: “Kadınların evde kılacağı namaz, mescitte kılacağı namazdan daha faziletlidir.” Kadınların mescide gitmesi yasak değildir, ama şartlara göre teşvik veya tehir edilir.
Hadiste geldi ki, “Biz Resulullah zamanında namazda konuşurduk; biri diğerine selam verir, o da karşılık verirdi.” Demek ki namazda konuşmak caizdir, peygamber zamanında öyleymiş, denebilir. Fukaha bu hadisi nâsih–mensuh (nesih) cihetinden bakar. İlk devirde caizdi, ama sonradan menedilmiştir. Nitekim başka bir hadis-i şerifte, “Namazda insan sözü yoktur” buyuruldu. Kabir ziyaretini ve hadisleri yazmayı yasaklayanhadis, sonradan neshedilmiştir.
“Ateşte pişmiş şey yemek abdesti bozar” hadisine rağmen dört mezhepte de abdest bozulmaz.
“Büyüklerimize hürmet etmeyen, bizden değildir”, “Evlenmeyen benden değildir”, “Selama cevap vermeyen bizden değildir”, “Kadını kocasına karşı kışkırtan bizden değildir”, “Ayakkabısını silkelemeden giyen bizden değildir” gibi hadisler, zahiren dinden çıkma tehdidini taşıyorsa da, bu hususta Resulullah’ın yoluna uymamak (kerahat) manasına gelir.
“Şarap içenin namazı kabul olmaz”, “Namaz kılmayan kâfir olur”, “Kendi için istediğini din kardeşi için de istemeyen kimse, iman etmiş olmaz” gibi hadisler de böyledir. Birincisi, namazına sevap verilmez, ikincisi inkâr yoluyla kılmazsa kâfir olur, üçüncüsü kâmil manada iman etmiş olmaz diye tefsir olunmuştur. Amel imandan parça değildir. Resulullah'ın bir borçlunun cenaze namazını kılmaması, borçlu ölmenin kötülüğünü göstermek içindi. Yoksa her müminin cenaze namazı kılınır.
Birbirine zıt gibi görünen hadisler arasında fakihler bakarlar: Hadisin sabit oluşu diğer hadisle aynı kuvvette bulunup eş zamanlı değilse neshe gidilir. Eş zamanlı ise tercih yapılır. Bu mümkün olmazsa o takdirde cem ve telif yoluna gidilir, yani hadislerin arası bulunur. İmam Şa’rânî hazretleri, el-Mîzânü’l-Kübrâ isimli kıymetli eserinde zıt gibi görünen hadisler arasında azimet ve ruhsat farkı olduğunu söyler. Hadis mealcisi, tek bir hadise bakarak hüküm verirken, fukaha bütün delilleri değerlendirerek hüküm çıkarır.
Neden sadece meal yetmez? Çünkü hadisler siyak ve sibak itibarıyla, söylendiği zaman ve zeminde mana kazanır, hâlbuki tercüme hep noksan kalır. Arapçanın mecaz, kinaye gibi belagat hususiyetleri mealde kaybolur. Dinin delillerinin sırasıyla Kur’ân, sünnet, icmâ ve kıyas olduğunu da hiç unutmamalıdır.
Hadis mealciliği, akide inşa etmek veya yıkmak gibi bir neticeye de varabilir. Mesela “Allah Âdem'i kendi suretinde yarattı” veya “Ben Allah’ı güzel bir surette gördüm” hadislerini zahiriyle ele alır. İş Allah’a cisim isnadına kadar gider. Hâlbuki Ehl-i sünnet, bu gibi hâllerde, tevakkuf eder, mana vermeden kabul eder.
Resulullah’ın namazda bazen sadece Fatiha okuduğuna dair hadis-i şeriften, mealci, sadece Fatiha yeter deyip Sübhaneke, zamm-ı sure, teşehhüd dualarına lüzum görmeyebilir. Hâlbuki bu hadis münferid ve zaruri bir hâle dairdir. Böylece namazın şekli ferdîleşir, cemaatle birlik bozulur.
Herkes, doğrudan âyet ve hadisten anladığına göre amel etmeye kalkar. Hadis mealciliği, bir itimat krizine ve dinî otoritenin dağılmasına yol açar. Mezheplerin reddi, âlim ananesinin küçümsenmesi, “Ebu Hanife de benim gibi bir insandı” gibi yersiz kibirlenmeler ortaya çıkar.
Bilgi zemininden uzak kişilerin fetva vermesi gibi furyalar doğar. Biri “kadın imam olabilir” der, diğeri “namazda secde şart değil” der. İslam cemaati bölünür, birlik kaybolur. İslami ilimlere karşı itimatsızlık doğar, “Demek ki herkes farklı söylüyor, o hâlde hiçbirine güvenilmez” derler.
Hadis mealcileri eskiden de vardı. Hatta sadece hadis rivayet eden, ama fakih olmayanlar arasında fikir ve kültür cihetinden ümmî kimseler vardı. Bundan dolayı çoğu zaman gülünç vaziyetlere düşmüşlerdir. Bazılarını Mustafa Sibaî anlatıyor (es-Sünne fi’t-Teşrî’il-İslâmî).
Bunlardan biri, hacetini giderip istinca ettikten (temizlendikten) sonra abdest tazelemeden vitir namazı kılmıştı. Bu yaptığına da şu hadisi delil getirmişti: “Kim taş ile istinca ederse vitir (tek sayıda) yapsın.” Adamcağız hadis metninde geçen ve tek sayı manasına gelen vitri, namaz diye anlamıştır.
Yine biri Resulullah’ın Cuma günü namazdan önce mescidde insanları sıkıştırmamak için “halka”yı (halka hâlinde oturmayı) yasaklamasını, tıraş olmayı (halk) yasaklamak şeklinde anlamış, 40 sene bu vakitte tıraş olmamıştır.
“Bir adamın kendi suyuyla başkasının ekinini sulaması caiz değildir” hadisinden, komşusunun arazisini sulamanın yasaklandığını anlayan biri, suyunun önünü kesince kendi evini su basmıştı. Hâlbuki burada kastedilen, dul kadınla çocuğunu doğurmadan evlenmenin caiz olmadığıdır.
Böyle boyunca hadis söyleyenlerden birine, bir tavuğun düştüğü kuyunun suyunun temiz olup olmadığı sorulduğunda, “Kuyunun ağzını, tavuk düşmeyecek şekilde kapatsaydın ya” cevabını vermişti. Hâlbuki hadisler, amel etmek içindir. Bunu da fıkıh temin eder.
Tefsir ve hadis ilmi çok yüksek olmakla beraber, bugün tekamüle ermiştir. Söylenenler söylenmiş, yazılanlar yazılmıştır. Tefsir ve hadis; fıkıh gibi müminlerin pratik ihtiyaçlarına fayda temin edecek ve yeni söz söyleyebilecek ilimler değildir. A’meş hazretleri, büyük bir muhaddis olduğu hâlde, fetva vermez, fıkhî müşküllerini İmam Ebu Hanife hazretleri gibi fakihlerden sorardı.
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci'nin önceki yazıları...