Dönme sevinci ve ayrılma hüznü!..

A -
A +
Yolcular, memleketlerine dönme sevinci, mübarek beldelerden ayrılma hüznü ile karışık hissiyat içindeydiler.
 
Ayrılık acısı, bütün bedenini sarmıştı. Her zaman ihtişamla doğup batan ay, bugün ufuk hattı üzerinde solgun gümüş bir leke gibi görünüyordu. Gidenlerin peşi sıra, “Bakın ben de gidiyorum...” der gibi bir hâli vardı. Kaldırımlarda hacılar, semada yıldızlar, güneşin doğuşuyla birlikte bu mübarek topraklara elveda deyip, terk edeceklerdi…
Ta geceden hazırlanıp giyinmiş yolcular, hasretini çektikleri memleketlerine geri dönme sevinci, mübarek beldelerden ayrılma hüznü ile karışık hissiyat içindeydiler. Hacı olma saadetini tam yaşayamıyorlardı. Dünyanın dört bir yanından gelmiş rengârenk yüzlerin, Kıbleye dönüp bir bütün hâlinde, omuz omuza saflara durmaları, pek muhteşem hadiseydi. Maksatları aynı olan bu kadar çeşit insanın akıllarına ne geldiyse, Mescid-i Nebevî hıçkırıklara boğuluyordu bu sabah vaktinde.
Yorgun, fakat mesut yüzler, solgun şafak ışığının altında yeşilimsi sarı gibi görünüyordu. Her yanı misk-i amber kokan Mecid-i Nebevi’nin içini dolduranlar da, yıldızlar da sıtmaya yakalanmış gibi titriyordu…
Hacıları toplayıp cemaate yetişen Lütfü Hoca, buradaki son vazifesini yapma heyecanıyla en yakın safa geçti. Rükûdan sonra secdeye varırken ellerini soğuk zemin taşlarına koyunca içi ürperdi, gözlerinden akan yaşlar yerleri ıslattı. Mübarek topraklardan ayrılmak kolay değildi. Bu serin taşların bile gözü kulağı vardı. İnşallah, ahirette şahitlik ederlerdi.
Her zaman olduğu gibi en güzel mekânda, namaza durduğu şu anda, bütün manevi kuvvetini toplayarak, hayatının büyük maksadına kavuşma arzusuyla o, en mühim tarafa yönelmişti aşkıyla, bitmez tükenmez muhabbetiyle…
Duâdan sonra başını çevirip yukarıya; Yeşil Kubbe’ye, yani Kubbe-i Hadra’ya baktı. Geniş çivit mavisi sema altında, çimen yeşili ve başka bir yerde benzeri olmayan kubbeye son bir defa olsun gözleriyle dokunmak istiyordu. Bu da kuvvetli bir yürek icap ettiriyordu. O da onda yoktu. Zor olsa da bütün cesaretini topladı. Son kez bakmasa yapamazdı. Ağlamakla kızarmış gözlerini yorulana kadar kırpmadı…
Hem gidiyor hem de sık sık geri dönüyordu. Önce sütunlar, bilahare binalar, evler, oteller araya girdi... ve nihayet Medine-i Münevvere...
Şehir, bazı yerlerde yeşilimsi, bazı yerlerde sarımtırak ve ufuklara doğru mor renklerle dalga dalga uzanıyor, yayılıyordu. Göz, ilk bakıştan itibaren bu ağaçsız toprak dalgalarını takip etmekten bıkmasa da, iyice hassaslaşmış kalbine sözü geçmiyordu. Derin ayrılık acısı, içten içe yakıp kavuruyordu… DEVAMI YARIN
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.