Bak kardeşim: "Dikiz aynasına bakılarak yol alınamaz!..”

A -
A +

"Benden ve arkadaşlarımızın tecrübelerinden istediğiniz kadar istifade edebilirsiniz. Her türlü fedakârlığa hazırız..."

 

 

 

Pencereye döndü Yeşilköy istikametinde inip kalkan tayyareleri seyretti bir müddet. Sıcaktan sisliymiş gibi görünen havaalanına, trafiği kilitlenmiş otobana, uykularını tam alamamış mahmur ekip arkadaşlarına ve oradan da bana takıldı, tebessüm etti.

 

Program kısmındaki yoğun çalışma temposunu görünce biraz daha ileri çıktı. Mini mini bir sandalye ve masa ormanına benzeyen bakımlı salonda teknisyenler, kameramanlar, yönetmen ve yapımcılar sağa sola koşuşturuyordu. Hâlinden memnun, istikbâlinden emin müdür bey, seyrettiği bu eşsiz tablodan gurur duyuyor ve oldukça iddialı görünüyordu. Neden sonra başını kaldırdı:

 

- Anlatacakların bitti mi?

 

- Dediğim gibi her zaman emrinizdeyim. Benden ve arkadaşlarımızın tecrübelerinden istediğiniz kadar istifade edebilirsiniz. Her türlü fedakârlığa hazırız. İFPAŞ; altyapısı, yetişmiş personeli ve akla gelebilecek her şeyiyle emrinizde…

 

- Bak kardeşim, devir değişti. Geç eskileri... Şunu unutma: "Dikiz aynasına bakılarak yol alınamaz!”

 

- !!!

 

Daha başka bir şey demeden dışarı çıktım. Betim benzim solmuştu. Yürüyen bir mevtâ gibiydim.

 

 

 

Durmaz insan fırçalar,

 

Kırılmasın sırçalar,

 

Duyup dinlediklerim,

 

Yüreğimi parçalar!

 

 

 

"Dikiz aynasına bakılarak yol alınmaz..." sözü kafama çivi gibi saplanmıştı. Ne yapsam, etsem aklımdan çıkmıyordu. Niçin, neden söylendi? Buna ne lüzum vardı? Kalp kırılması denilen şey mühim değil miydi? Nerede hatâ yapmıştım da bu hakarete maruz kalmıştım?

 

Daha... daha...

 

Hiçbir Allah'ın kulunun malında, makamında, işinde, gücünde gözüm yoktu. Bu hususta kendimi iyi tanıdığımı zannediyordum.

 

Kafam zonkluyor, hissiyatım hepten karmakarışıktı. "Ne yapsam ki? En iyisi; büyüklerimize açayım bu meseleyi!" diyor yine kendi kendime; "Dünyada olmaz! Bilmiyor musun? Onlar hem şikâyet edeni, hem de edileni sevmez!" deyip vazgeçiyordum.

 

Mesai bitiğinde yorgun argın evin yolunu tuttum. Sokak başında, kenarda duran, insanların pas geçtiği fukara çocuğa takıldı gözlerim. Dayanamadım, yanına gittim. Şefkatle başını okşadım. Cebimden çıkardığım birkaç kuruşu, kimsecikler görmeden mini mini avuçlarına sıkıştırdım. Fakirliğin, parasızlığın zorluğunu biliyordum. İçim burkuldu. Ne yer? Ne içerlerdi? Nasıl geçinirlerdi? Bu yavrucukların akıbetini düşünmek bile istemiyordum. Sonu...

 

Hassas kalple yaşaran gözlerimin önüne; biçare kadınlar, aç susuz çocuklar, daha neler neler geliverdi bu yavrucağızın simasını seyrederken. "Keşke biraz vurdumduymaz, hissiz ve duyarsız olsaydım!" demek geldi içimden. Yine vazgeçtim, yutkundum. Gözlerimden iki damla yaş kızgın sacın üzerine düşer gibi cız, diyerek yüreğimi dağladı.

 

- Abi, kafama takıldı bu söz! Sesiyle daldığım âlemden uyandım. Gelen samimi arkadaşım, çok sevdiğim, dostum Fatih Abimdi. Kol kola girip yürümeye başladık.

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.