Tek tesellimiz, daha büyük bir felaketin olmamasıydı...

A -
A +

Polisin dik duruşu karşısında süklüm püklüm masum havalarında sessizce dağıldılar ama bizde de iş yapabilecek mecal kalmamıştı...

 

 

 

Gençlerden biri suç bastırıyordu:

 

- Biz ne yaptık ki, masum gül gibi evladımızı onlar dövdü. Aha gelin görün uşakcağızı, can çekişiyor...

 

- !!!

 

- Hem suçlular, hem güçlüler... Biz fakiriz diye memur bey de...

 

- !!!

 

Demin sel olup üzerimize gelen bu azgın tayfa, şimdi kuyruklarını kıstırmış kelp gibiydiler.

 

Polisin dik duruşu karşısında süklüm püklüm masum havalarında sessizce dağıldılar ama bizde de iş yapabilecek mecal kalmamıştı...

 

Tövbe istiğfar okuyarak duvar diplerinden başka bir yere gidiyormuşum gibi kayıp çekim yerine geçtim. Fena yorulmuş, bir o kadar da korkmuştum. Kafam karmakarışıktı. Endişelerimi, hissiyatımı gizleyemiyordum. Öyle sorular aklıma geliyordu ki cevap bulmakta zorlanıyordum.

 

Mahalleli evlerine çekilip biz de yerimizi terk edene kadar polis yanımızdan ayrılmadı.

 

O gidip de geri gelmeyesice gece çekimimiz yarım kalmıştı. Tek tesellimiz ise daha büyük felaketlerin olmamasıydı.

 

Birkaç dakikada seyredip kenara attığımız veya bir iki kelimeyle yerin dibine sokup çıkardığımız filmlerin altında ne dramlar yatıyor onu ancak yaşayanlar biliyordu...

 

 

 

Sabretmek, her günahtan sakınmaktır ilk önce,

 

Sonra tahammül gerek, dert ve belâ gelince.

 

Hem ilim, amel, ihlas ister yerli yerince!

 

Öyle sözler vardır ki, keser kanlı savaşı,

 

Öylesi de vardır ki, kestirir suçsuz başı.

 

 

 

Şecaat göstermenin lazım geldiği yerde,

 

Rabbim muhtaç eyleme hem merde hem namerde.

 

Korkaklık eden kimse, benzetildi merkebe.

 

Öyle karar vardır ki, keser kanlı savaşı,

 

Öylesi de vardır ki, kestirir suçsuz başı.

 

 

 

HOCA der; öfke, sertlik cahillik alâmeti,

 

Susmasını bilmeli, isteyen selâmeti.

 

Sebeplere yapış da bekleme kerameti.

 

Öyle tezler vardır ki, keser kanlı savaşı,

 

Öylesi de vardır ki, kestirir suçsuz başı.

 

                    ***

DİKİZ AYNASINA BAKILARAK YOL ALINMAZ!..

Güneş, altın hüzmelerini bütün şiddetiyle beton yığınlarının üzerine salmış, durmadan şehri ısıtıyordu. Mavi bir atlas gibi pürüzsüz gökyüzünde, tek tük beyaz pamuk kümelerini hatırlatan bulutları koşuşturan rüzgâr, serinletecek yerde harareti daha bir artırıyordu.

 

Yine erken kalkmıştım. İstanbul'un trafiğine takılmaktan nefret ediyordum. Mesai başlamadan geldiğim ofisimde günün hazırlıklarını tamamladım. Yeni tayin olan genel müdüre ve ekibine hoş geldin ve hayırlı olsun demeye gidip sonra da çekimlerine başlayacağımız filmin oyuncularıyla buluşup görüşecektim.

 

Saatime baktım. “Vakit gelmiş" deyip müdüriyetin bulunduğu üçüncü kata çıktım. Genel müdür ve yardımcıları sabah çaylarını içiyordu. Selâm verdim, hâl hatır sorduktan sonra hayırlı ve mübârek olsun dedim. Muvaffakiyet dilek ve temennilerimle, piyasadaki çalışmalarımızdan bahsettim. Yeni genel müdür koyu, dalgalı saçlarının altında daha bir iri görünen ağır başını sağa sola çevirdi. Ellerini ovuşturdu iş olsun kâbilinden. Gür siyah kaşlarını kaldırdı. Parlak kara gözleri çakmak çakmaktı. DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.