Tiranların ölümü

A -
A +
Ve tiranlar da ölür...
Tanrılık iddiasına kalkışmaları ile, şeytanın mutlak kölesi olmaları ile hakikatte onlar da önce ölmüşlerdir ama, bu gerçeği her göz göremez. Ta ki fiziki anlamda da ölümlerine kadar…
Mutlak hakikate başkaldıran daha düzgün bir deyişle mutlak hakikate başkaldırdığını sanan herkes elbette mutlak yalana, yani şeytana yani şeytanın emirlerine köle olur, kul olur.
Mutlak doğrudan kıl payı sapan kalp, ölü kalptir. Ama bunlarda aslında kalp de bulunmaz: Kendi elleri ile kalplerini çoktan öldürmüşlerdir. O yüzden bakarlar ama göremezler.
Bu ölü kalplilerin başında, bu daha dünyada iken ölmüş olup da öldüklerinin bile farkında olmayanların başında tiranlar gelir şüphesiz.
Mutlak hakikatin üzerine kara bir leke gibi düşmeye çalışmıştır çağlar boyu tiranlar; aldatıcı bir seraba kendilerini kaptırarak mutlak gerçeği geriletmeyi, yenmeyi hatta ortadan kaldırmayı bile düşünebilmişlerdir. Ve hatta bu maksatla insanlara ne zulümler yapmışlardır akıl almaz... Dua erlerini hilenin her çeşidini, yalanın her çeşidini, sahtenin her çeşidini kullanarak yeneceklerini sanmışlardır. Oysa onlar, yani dua erleri bir avuç kalabilirler, hatta birkaç kişi kalabilirler ama gene de en yakıcı en aydınlatıcı ışıklar onlardan yükselir, bengisular onların bastığı topraklardan çıkar ve onlar donatır insanı yeniden doğruların en doğrusu ile.
İnsana lütfedilen en güzel hediye, ilahi armağan inanabilme saadetine ermesidir... İnanç çölünde dolaşıp, inanç ufuklarını seyredip, metafizik duygularla dolup, taşarak inanç güneşlerinde kavrulmadıktan, şirk ve günah pisliklerinden arınmadıktan sonra o insan ne denli bahtsızdır. O insanın dünyası ne karanlıktır.
Tiranların ve onların kölelerinin, tiranlardan sonra mutlak yanlışı yani tiran medeniyetini sürdürenlerin dünyaları ne karanlıktır!.. Ama bunu da göremez onlar. Nefisleri öylesine kalın perdeler çekmiştir ki gözlerine, kendilerini en aydınlık ortamlarda sanırlar ve bu yanılmayla da kalmayıp herkesi kendilerinin sözümona aydınlığına çağırırlar, çağırmakla da kalmazlar, bu sözümona aydınlıkta yaşamaya mecbur etmeye kalkarlar teb’alarını. Ve kendilerine aydınlık gibi görünen mutlak karanlıkta razı olmaları için halklarına etmedikleri zulümleri bırakmazlar. Zorbalıkları ile kendi düşünce ve düzenlerini benimsetmeye, kökleştirmeye çabalarlar.
Boşuna bir çabadır aslında bu, onların düzenleri, temeli inançsızlık harcıyla karılmış, kanla karılmış ve şeytandan izler taşıyan “uygarlıkları” kök salamaz halkın kalbine ve toprağa ve gelecek zamanlara. O medeniyet taklidi bile olamayan medeniyetler, ölmez medeniyetleri bir an için de olsa gölgelemeyi becerebilen “uygarlıklar” tutkalla tutturulmuş gibidirler zamana; öylesine eğretidirler öylesine boşlukta... Ayakta kalabilmeleri kırbaç zoruna bağlıdır veya sırasına göre kapıkulu kişilerin yaptıkları kapıkulu kanunlara.
Zamanın yani tarihin, yani kültürün yorumunu en derin anlamıyla yapabilecek inanç erlerinin kor gibi sıcak nefesleri eritecektir amansız bu sahte medeniyetleri elbet. Kendileri gibi medeniyetleri de ölümlüdür tiranların... Ölümleri ise, ne de anlamlıdır şekliyle zamanıyla…
Tabiatın ölümü yaklaştığı gibi, tiranların da ölüm aylarıdır güz. Ölüm en soğuk yanlarıyla görünür onlara bu aylarda artık, en korkulu yanlarıyla. Ve onlar korkarlar! Alelade bir müminin -tabii olan- ölüm korkusundan daha şiddetli bir korkuyla korkarlar ölümden, daha düne kadar “yaratıcılık” iddiasından olduklarını hatırlamaksızın... Bu korku en azaplı acıları çektirir onlara, şiddet şimşekleri bir yanar bir söner üstlerinde. Tövbe bir kurtuluştur bu dem, ümit bir kurtuluş. Fakat tiran kimden af dilesin, kimden yardım umsun?..
Tiran en nasipsizdir!
Toprak bile reddeder tiranları...
…..
Değerli gönüldaşlarım,
Her insanın hayatında acı-tatlı unutulmaz farklı takvimler vardır. 4 Kasım tarihi de bizim için ayrı bir anlama sahiptir. Kalemi her ne kadar 18 yaşında iken elimize aldı isek de düzenli yazmaya 4 Kasım 1976’da yukarıda okuduğunuz yazıyla Türkiye gazetesinde başlamıştık. Bu münasebetle bugün tekrar o günlere giderek bu yazıyı sizlerle paylaşıyorum.
  *
Bundan bir süre evvel VAV TV “Anıların İzinde” adlı programda hayatımızı kayda aldı. O yayın da yine kasım ayında, önceki akşam seyirciyle buluştu. Bu programı sunan kadirşinas ve nazik insan Fehmi Atay Bey ile emeği geçenlere teşekkür ediyorum.
1976’dan bu yana yazıyor, 1983’te TRT’den başlayarak radyolarda konuşuyor, 1993’te TGRT’teki başlangıçtan bugüne dek de TV’lerde konuşuyoruz.
Gayemiz kalem ve kelamla bir kelime, bir ses ve bir nefesle olsun değerlerimize hizmet etmek.
Hepinize sağlıklı günler dilerim…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.