DERSİMİZ ENDÜLÜS

A -
A +

Avrupa’nın en doğusunda “Osmanlı’’ diye bir medeniyet doğarken, Avrupa’nın en batısındaysa “Endülüs’’ adlı bir medeniyet batıyordu. Yükselmekte olan ve batmakta olan bu her iki medeniyetin beslendiği kaynak İslâm güneşiydi…  

Endülüs neresidir?

-Endülüs, Güney Batı Avrupa’yı oluşturan İber Yarımadasının fethinden sonra Müslüman Araplar tarafından bu topraklar için kullanılan coğrafi bir adlandırmadır. (*)

Endülüs’te kurulan İslâm devletleri yaşayıp gelişebilse ve Osmanlı Devleti de Viyana’yı aşabilseydi Avrupa, bugün çok farklı bir mahiyet ve çehrede olacaktı. Endülüs Emevi Devleti, devrin dünyasında önemli bir yere sahiptir...

Tarih, geriye çevrilemez sözü doğrudur. Ancak; arkadan gelen nesillere düşen vazife, tarihten ders almak ve ibret çıkarmaktır. Bunun da bir şartı var. Ders ve ibret  için tarihi çok iyi bilmek gerekir. Ne var ki kitlelerin, en yakın zaman olan Devlet-i Aliyye tarihini bile iyi bildiği söylenemez. Türkiye Selçuklu Devleti ve Büyük Selçukluyla diğer Türk devletleri de bilinmiyor. Aynı şekilde İslâm devletleri de bilinmiyor. Endülüs ve Müslümanların Endülüs’te kurdukları devletler ise hiç bilinmiyor. “Tarık bin Ziyad 711’de İber Yarımadasını fethetti, bölge Müslümanların eline geçti..’’ diye başlayan bir sayfa kadar kısa bir malumat dışında dağarcıklarda fazla bir şey yoktur. Hâlbuki Avrupa’da büyük bir fetih yapılmış, kıtada devlet ve devletler kurulmuş, onların eliyle izleri bugün hâlâ mevcut olan yüksek medeniyet eserleri verilmiş ve üstelik bu siyâsî, içtimâî ve irfanî yapı, 8 asır devam edebilmişse  bunun mutlaka ve çok etraflı şekilde bilinmesi gerekirdi. 

Tarık bin Ziyad’ın kazandığı zaferin ardından Şam’daki Emevi Halifesi’ne bağlı olarak Endülüs'te Valiler Dönemi başlamıştı. Afrika'nın kuzeyi, Şam’a bağlı bir valilikti. Tarık bin Ziyad’ı İber Yarımadasını fethe, Emevilerin Kuzey Afrika Valisi Musa bin Nusayr göndermişti... Valilikler Dönemi'ni, Endülüs Emevi Devleti, onu Mülûkü’t Tavaif/Beylikler Dönemi, Onu Muratıblar, onu Muvahidler ve onu da Beni Ahmer Devleti takip etti. Bu sultanlığın 1492’de İspanyollar tarafından yıkılmasıyla 781 yıllık bir safa mevsimi, itibarlı zamanlar yerini sefalete bıraktı. İzzetten zillete düşülmüştü. 1492-1610 arası ise yalnızca Endülüs Müslümanları için değil, Yahudiler için de elem ve azaplarla doludur. 1492’deki çöküşle birlikte Hıristiyan katolikler, Papa ve papazların telkin, teşvik ve kışkırtmalarıyla hem Müslümanlara ve hem de Yahudilere çok ağır 3 şart dayattılar. Bu zorbalıkta adaletin zerresi yoktu. İhtarları şuydu:

-Ya göçüp gidersiniz, ya Hıristiyan olursunuz veya işkenceyle ölmeye râzı olursunuz!!! 

Doğan çaresizlik üzerine  göçler oldu. Göçler kısmîydi. Hicret edenleri, Osmanlı gemileri, Kuzey Afrika ve Türkiye’ye taşıdı. Bir kısmı ise Endülüs’te kaldılar. Bunlardan din değiştirenler, rahip olanlar bile oldu. Bir kısmı direndi ve işkencelerle katledildiler.  

Nihayet 1609’da Kral II. Felippe başta iken İspanyollar, 8 asırda her zerresi dâr'ül İslâm, İslâm mülkü olmuş olan İber Yarımadasından Müslümanlarla Yahudilerin varlıklarını kazıyarak onları Endülüs’ten çıkardılar. Büyük ve üstün bir medeniyetin dibine kibrit suyu döküldü. Camiler başta olmak üzere insanlığın ortak mirası sayısız nice mimarî eser ve diğer eserler mahvoldu. Mimarî şâheser Kurtuba Camiî’ne haç takıldı ve bu câminin içine de bir ur gibi kilise yapıldı.

Müslüman Arapların ataları kuzey Afrika’dan gelmişlerdi. Bu sebeple şimdi de gitmek için ekseriya Kuzey Afrika’yı tercih ettiler. Yahudilerse Türkiye’ye getirildiler...

-Bu felaket niye yaşandı?

Endülüs’teki Müslümanlar, düşmanı mağlup edip bölgeye yerleştikten sonra türlü sebeplerle birbirlerine düştüler. Kardeş kardeşle, baba oğulla taht kavgasına girişti. Çarpışan taraflar, Hıristiyanlardan yardım alıyorlardı. Cihad ruhunun, ilayı kelimetullah aşkının yerini nefsanî arzular, itikadî bozukluklar aldı, askerî teknoloji kendini yenileyemedi. Son dönem küçük Endülüs devletçikleri, biz zaman sonra kendilerini yıkacak tarafa haraç verip anlaşmalar yaparak yaşayabildiler.  

Müslümanlar, gaflete düşerken birileri, istirdat azmi ve intikam hırsı içindeydiler. Tarık bin Ziyad, 711’de 12 bin 700 kişilik ordusuyla Kral Rodrigo komutasındaki Vizigot ordusunu perişan ettiğinde mağlup ordudan dağlara kaçanlar olmuştu. Bunlar, sığındıkları mağarada Reconquista Hareketi'ni başlattılar. Kaybettikleri toprakları, düşmandan geri alma kararını ideal ediniyorlardı. Azmettiler ve o azimden dönmediler. Çoğalarak büyüdüler. İlerleyen vakitlerde Kastilya kraliçesi Katolik Ysable ile Aragon kralı Katolik II. Fernando’nun evlenip bu iki krallığın birleşmesinden din, toprak ve millet birliğiyle İspanya meydana gelince 8 asır sonra hedeflerine vardılar. Müslümanlar, kendi aralarında çatışıp ufalırken onlar, birleşip güçlendiler. 

Endülüs’ten hicret etmeyip kalanlar, ayrıca hakaret gördü. Bu Müslümanlara “Morisko’’ diye küçültücü sıfat yakıştırdılar. Yahudilere de buna benzer başka bir sıfat verdiler. 

Endülüs’ün kaybına dair bahsettiğimiz hata ve yanlışların ilâhî azaba yol açtığı bellidir…

On binler asırlardır vatanı olan topraklardan ağlayarak gittiler.

Bazıları din değiştirdi.

Bazıları işkenceyle katledildiler…

Hilâl, haç karşısında bunu yaşamamalıydı…

Bugün Endülüs’te dolaşan biri, karşılaştığı birçok erkek veya kadının Arap olduğunu hemen anlayabilir. Bu ten, kaş, göz renginden kim oldukları anlaşılan insanlar, dinini, milliyetini, dilini koruyamayıp asimile olmuş Müslümanların İspanyol ve Katolik torunlarıdır. 

     

 

(*) Prof. Dr. Lütfi Şeyban, Endülüs, Direniş ve Soykırım, Muhit Kitap, 2021, S. 24

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.