Okulları birlikte açacağız

A -
A +
İnsan, içinde yaşadığı toplumu değerlendirirken, işe önce kendisinden başlamalı. Çünkü toplum sonuçta benden, senden, ondan oluşuyor.
İçinden bir türlü geçemediğimiz pandemi dönemiyle ilgili bendeki durum şu;
Virüsle ilgili kaygıların en yoğun yaşandığı dönemdeki benle, şu andaki ben arasında ciddi bir fark var.
Artık alışverişten gelince koridoru ortalayıp hemen balkona koşmuyorum. Kıyafetlerimi balkonda çılgınlar gibi silkelemiyorum. Cüzdanımı, kredi kartımı, madenî paraları, saatimi ve gözlüğümün sapını kolonya ile ovmuyorum.
Ve bu gayet normal. Çünkü insan her şeye alışıyor. Alıştıkça da gevşiyor.
Gevşemesek daha iyi elbette ama bende olan bu işte!
Çevremdeki çoğu insan da aynı durumda. Ama ne hikmetse herkes birbirine kızıyor. Hele konu okulların açılmasına gelince, bütün millet topyekûn bilim kurulu üyelerine dönüştü.
Bu mesele bana “Herkes belgesel tutkunu da bu dizileri kim seyrediyor kardeşim?” sorusunu hatırlattı.
Madem vatandaşın hepsi önlemler konusunda acayip duyarlı, bu kalabalık ne o zaman?
Kusura bakmayın ama kahvede, piknikte, sahilde dip dibe oturup, “Yok kardeşim, okullar açılamaz. Büyük risk var!” diye yakınmak pek etkili olmuyor.
 
Virüse siyaset bulaştırmak
Pandeminin ilk günlerini hatırlayınca, virüse siyaset bulaştırma hızımızın, virüsün bulaşma hızıyla neredeyse aynı olduğunu görebiliyorum.
Sokağa çıkma yasağı ilk açıklandığında yaşananları hatırlarsınız. İçişleri Bakanı’nı istifa ettirecek kadar büyüyen olayları düşünün. Elinde bisküviyle kasa kuyruğunda bekleyen o abimize ne büyük ayıp ettik ülke olarak. Şimdi sahildeki kalabalıklara bakınca hâlâ o kişiyi hatırlayıp, utanıyorum.
Bugünlerde de okulların açılmasıyla ilgili sosyal medyada büyük kavgalar yaşanıyor. Ama yapılan yorumları okurken maalesef bir çoğunda samimiyet hissedemiyorum. Çünkü belirli bir kesim hariç herkesin kendine göre gizli bir gündemi var. Bu gizli gündem de apaçık siyasetten besleniyor. 
Düşünce disiplini olmayan bir toplumda, eylemde disiplin beklenemez. Önce zihniyetimizi disipline edeceğiz, sonra alışkanlıklarımızı.
Eğer oy vermediğiniz kişinin başarısına, oy verdiğiniz kişinin başarısızlığından daha çok sinir oluyorsanız, orada büyük sıkıntı var demektir. Cümle biraz karmaşık oldu ama inanın mesele de çok karmaşık. Daha sade anlatamadım.
Sonuç olarak hem Sağlık Bakanlığı hem de Millî Eğitim Bakanlığı bu kadar ihtiyatlı ve iyi niyetli davranırken, bizim bol keseden atıp tutmamız hiç hoş değil.
Biz hep birlikte Türkiye’de yaşıyoruz. Ve birbirimizi çok iyi tanıyoruz. Sahillerdeki o kalabalıkları veya ada vapuruna doğru tek vücut hâlinde koşan yüzlerce insanı görmesem, okulların açılmasıyla ilgili yorumları ciddiye alacağım.
Ama şu hâlde alamıyorum.
 
İnancın şifalı tesiri
İnsan hep en kötü senaryoya göre düşünmeye başladığında, filmin mutlu sonla bitmesini istemiyor. Sırf haklı olmak uğruna, işlerin kendi iddiası doğrultusunda, kötü gitmesini istemeye başlıyor.
“İnşallah yanılırım” cümlesi bile içinde güçlü bir “İnşallah yanılmam” anlamı barındırıyor.
Mesela eğer okullar açıldığında vakaların artacağına kesin olarak inanır ve herkesle bu konuda tartışırsanız, bir noktadan sonra vaka artışını istemeye başlarsınız. Hatta söylemesi hoş değil ama okullar açıldığı hâlde vakalar artmayınca, canınız sıkılabilir.
Eğer “Çok şükür, yanılmışım” diyecek kadar olgun değilsek, en azından iyi şeylerin olacağına inanalım. Çünkü inancın şifalı bir tesiri vardır.
Şahsen ben şöyle inanıyorum;
Okullar açılacak. Ve ders almak için okula giden milyonlarca öğrenci, büyüklere sosyal mesafe ve hijyenle ilgili ders verecek.
Biz de öğrencilerin bu disiplininden utanarak kendimizi düzelteceğiz. Sonunda da “Okul, hakikaten sokaktan daha güvenliymiş” diyeceğiz.
Bu durumda yanılmış olsam bile, üzüntümün bir değeri ve anlamı olur.
Öyle değil mi?
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.