Henry Ford’un hayali

A -
A +
Henry Ford “Ne zaman iki kol istesem, yanında beyin de geliyor!” diyerek insan beynini hafife almıştı. Çünkü sanayi devriminin şartlarında ona sadece düşünmeyen ve itiraz etmeyen iki kol gerekiyordu. Aradan yıllar geçti. Henry Ford’un temennisi gerçeğe dönüştü ve robot teknolojileri fabrikalarda kullanılamaya başlandı. Beyni olmayan kollar ve bacaklar işleri devraldı. Makinelerin psikolojisi olmadığı için patronlar rahatladı. Mutlu etmek zorunda olmadıkları robotlarla bir saadet yaşamaya başladılar. Çalışanın öz geçmişini incelemek veya motivasyon seminerleri düzenlemek yerine, makinelerin teknik özelliklerini incelemek ve periyodik bakımlarını yapmak çok daha kolaydı sonuçta. Ama insan bu, rahat durur mu? Bu sefer de “Bu kolların niye beyni yok?” diye sızlanmalar başladı. Ve makineye beyin işlevini kazandırmak için yapay zekâ çalışmaları hız kazandı. Kodlama okul müfredatlarına ani bir giriş yaptı. İşlerini robotlara kaptırma korkusu yaşayan çocuklar “Geleceğin meslekleri” başlığıyla teselli edilmeye çalışıldı. Robotlar insan için zaten büyük bir tehditken, bir de üzerine yapay zekâ eklenince işler iyiden iyiye karıştı. Ve sonuç olarak, bilim kurgu filmlerinde kendi yaptığı robotu kontrol edemeyen kahramanın acziyeti ve korkusu gerçek dünyada hissedilmeye başlandı.   Sosyal kukla ve postmodern kölelik   Yapay zekâ büyük veriyle besleniyor ve iştahı her geçen gün artıyor. Güçlenmesi için veri akışında kesinti olmaması lazım. Ve o verinin kaynağı da biziz. Yani fişin ucu bize takılı. İşte bu yüzden dünya devi olan yazılım şirketlerinin en büyük hedefi, bizi ekran karşısında daha fazla tutmak. Bunun için de devasa merkezlerde veriler işleniyor ve ona göre ekranımızda bir akış beliriyor. Ve bu akıştan kaçış yok. Çünkü biraz ekranlardan uzaklaşacak gibi olsak, beynimizdeki dopamin taşkınlığını tetiklemek için hemen yeni bir algoritma devreye giriyor. İpli kuklaları bilirsiniz. Beş altı ipe bağlı kukla, ipleri tutan el tarafından hareket ettirilir. İşte sosyal medya hesaplarımızın her biri kuklaya bağlanan bu ip gibi… Kukla da biziz… Twitter ipi geriyor, elimiz kalkıyor. Instagram ipi gevşetiyor, başımız öne düşüyor. Tiktok ipi titretiyor, dans ediyoruz. Yani kavgamız da bize ait değil, dansımız da… Ne isterlerse, onu yapıyoruz. İpleri kesmeye kalktığımız anda da yığılıp kalıyoruz. Yönlendiriliyoruz. Hem de öyle böyle değil! Alışkanlıklarımız, hobilerimiz, tercihlerimiz raflarda sergileniyor, duygularımız pazarlanıyor. Alınıp, satılıyoruz. Ekran karşısında ne kadar çok mesai yaparsak, fiyatımız o kadar artıyor. Bilincin altını üstüne getiren algı operasyonlarında, aklımızı ve vaktimizi rehin alanlarla aynı safta çarpışıyoruz. Bir de üstüne, bizzat ürün olduğumuzu fark etmeden bedava uygulama kullanıyoruz diye seviniyoruz. Dünya genelinde ontolojik fakirliğe yol açan bu çılgınlığın merkezinde üçlü bir mekanizma var. Egoyu tetikleyen, eğlenceyi ihtiyaç hâline getiren ve gereksiz bir sürü bilgiyle düşünceyi ve hikmeti yok eden bir mekanizma. Varoluşu anlamaya dair verilen mücadeleleri boşa çıkaran bu yoğun mesaiyle özden hızla uzaklaşıyor, gölgenin gerçek kabul edildiği sanal dünyada temsilî  hayatlar yaşıyoruz. Ve sonuçta, dünya tarihinin en mutlu köleleri olarak, kendimizi dev aynasında seyrederek, hiçbir şey düşünmeden neşeyle özgürlük şarkıları söylüyoruz.   Amma abarttın be hocam!   Eğer böyle düşünüyorsanız ve “Sosyal medya benim için sadece bir eğlence aracı. Ne diye canımızı sıkıyorsun?” diyorsanız, Netflix yapımı “The Social Dilemma” isimli belgeseli seyredin. Sonra abartıp abartmadığıma siz karar verin. Bu belgeselde, ünlü sosyal medya platformlarının kuruluşunda yer alan kişiler konuşuyor. Yani ipliği pazara çıkaranlar, bizzat makarayı  saranlar. Ve özet olarak sosyal medyanın insanlık için en büyük “varoluşsal tehdit” olduğunu söylüyorlar. Oldukça da ikna ediciler. Tabii böyle bir belgeselin Netflix tarafından çekilmiş olması da bir paradoks ama o konuya başka bir yazıda değineceğim...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.