Tatlı bir esinti

A -
A +
12-13 yaşlarındaydım. Aynı sokakta oturduğumuz bir arkadaşımla Fatih Camii'ne teravihe gidiyorduk. Malta çarşısından geçerken saate baktım. Namaza daha yarım saat vardı. “Erik alalım mı?” dedim arkadaşıma. “Olur” dedi. Manavın önünde yemyeşil dizili eriklerden bir kilo alıp camiye gittik.
Şadırvanda erikleri yıkadık ve hiç konuşmadan kütür kütür yedik...
Erikler bittiğinde ezan okunmaya başladı. Avluda tatlı bir esinti vardı. Kalkıp caminin içine doğru yürüdük.
Namazdan sonra eve dönerken yine o manavın önünden geçtik. Bu sefer arkadaşım, “Biraz daha alalım mı?” dedi muzip bir yüzle. “Olur” dedim. Bu sefer yarım kilo aldık. Bir apartmanın girişine oturup yine kütür kütür yedik erikleri. Sonra da eve gittik...
İşte o akşamı ben hiç unutamadım. Sebebini bilmiyorum ama hayatımın en mutlu anlarından biriydi diyebilirim. Henüz günaha bulaşmamış çocukluğumla, ramazanın sevinci birleşip bir şölene dönüşmüştü.
Gösterişsiz, gürültüsüz ve maddi sebeplerden bağımsız eşsiz bir şölen...
Şu an kırk beş yaşındayım. Hâlâ her ramazan ayı geldiğinde o akşamın tatlı esintisiyle ürperiyorum. Ve bu mübarek ayı sevinerek ve coşkuyla karşılayanlardan olduğum için şükrediyorum. Gündüzü sabır ve tevekkül, akşamı afiyet ve teşekkür, gecesi ibadet ve tefekkür olan bu ayı iyi değerlendirmek istiyorum.
Belki mütefekkir olmayı beceremiyorum. Ama rahmet yağmurlarını sele dönüştüren bu iklimde en azından müteşekkir olmaya çalışıyorum.
Hayırlı ramazanlar.
Şükür kavuşturana...
 
Açlık-tokluk
 
Oruç, maneviyata aç ruhlar için besin değeri en bol gıda… İnananlar için gönüllü bir mecburiyet… Azmış nefisleri tedavi eden bir teslimiyet… Ve en önemlisi de tıpkı açlık-tokluk kan şekeri ölçümü gibi, nefsimizi bir açken bir de tokken kontrol etmemize imkân sağlayan mühim bir mesuliyet…
Hani “Açken sen, sen değilsin!” diyen bir reklam sloganı var ya! İşte ramazan ayı, açken egolarımızdan sıyrılıp “biz” olabilelim diye nefsimizi terbiye ediyor.
Tövbeye muhtaç müminlerin tesellisi, Allah'ın sonsuz rahmetinin tecellisi olan bu mübarek ayı kendimize gelmek için bir fırsat olarak görmek lazım.
Çünkü şu hayatta başımıza ne geliyorsa, “Ben” demekten geliyor.
 
Duruş önemli
 
Ramazan ayında biraz tembelleşiyoruz. Açlığı bahane edip hareketi iyice kısıyoruz. Bir de üstüne pandemi ve kısıtlamalar gelince olay iyice çığırından çıkıyor.
Ben de bu ramazan en azından evde biraz spor yapayım diye kendimce bir karar verdim. YouTube’da bir “evde egzersiz” videosu buldum. Üçgen vücutlu bir eleman şöyle tavsiyeler sıralıyordu:
“İnsan yerçekimine karşı dik pozisyonda hareket etmek üzere tasarlanmış bir makine gibidir. Eğer düzgün hizalanma sağlanmazsa, eklemlerde aşınmalar başlar. Ama duruşunuz düzgünse kaslarınız her an aktif olur. Mesela dik bir şekilde oturan kişinin sırt ve karın kasları sürekli çalışır. Ama kendinizi bırakırsanız vücudunuzu bir yük olarak taşırsınız.”
Spor yapmaya niyetim olmadığı için, adam konuşurken “Bu hafta köşede ne yazsam acaba?” diye düşünüyordum. Ve zihnime şu düşünceler akıverdi:
“Eğer hayatta doğru dürüst bir duruşunuz varsa fazla kasmaya gerek kalmadan her an gelişim içinde olursunuz. Yani niyetiniz düzgünse, yürürken, otururken, hatta yatarken bile vaktiniz boşa gitmez. Ama kendinizi bırakıp gevşerseniz, öğrendiğiniz bilgileri sadece taşırsınız. İnsan menfaati için eğilip bükülmeye çok yatkındır. Ama dik durması gereken yerlerde düzgün hizalanma sağlanmazsa, karakterde aşınmalar başlar.”
Anlayacağınız gibi yine spora başlayamadım. Çünkü adam tam yere yatıp ilk hareketi yaparken, aklıma gelen bu düşünceleri not almak için videoyu kapattım. Yazıyı yazdıktan sonra da duruşumu düzeltip yattım.
Neyse, duruş düzgün olsun da sporu bir şekilde hallederiz artık!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.