Peynir gemisi

A -
A +
Günlük hayatta kullandığımız dil, zihnimizin bir aynası gibi. Ne kadar kontrollü olmaya çalışsak da konuşurken kendimizle ilgili önemli ipuçları veriyoruz. Bu ip de genellikle bilinçaltımızda oluşan düşünce yumağına bağlı.
Bilinçaltımız yüzleşmek istemediğimiz korkularımız ve zaaflarımızla dolu bir yer. İşte bu yüzden konuşurken, farkında olmadan zaaflarımızla ve korkularımızla yüzleşiyoruz.
Dikkat edin! Kendimizi zayıf hissettiğimiz alanlarla ilgili, daha çok konuşma eğilimindeyiz. Özellikle “ben” diliyle kurulan yargı cümleleri, bilinçaltında biriken zaaflarımızın baraj kapaklarını açıyor. Kendimizi överken, en çok eksikliğini hissettiğimiz sıfatları kullanıyoruz mesela.
Buradan hareketle, ikide bir “Ben çok çalışkanım” diyen bir kişinin, aslında bilinçaltında tembel olduğuna dair örtük bir düşüncesi olduğunu varsayabiliriz.
Şimdi gelelim asıl konumuza…
Televizyonda veya sosyal medyada yapılan konuşmalara bir bakın. Herkes erdemli olmaktan, namustan, haysiyetten bahsediyor. Günlük konuşmalarımız ant içme törenine dönmüş durumda. Namusumuz, şerefimiz üzerine yemin edip duruyoruz.
Kaybolan özelliklerimize kelimelerle suni teneffüs yapıyor gibiyiz. Bilinçaltımız, unuttuğumuz değerlerle ilgili sufle veriyor. Sanki kendimizle ilgili olumsuz düşüncelerimizi, olumlu sıfatlarla örtmeye çalışıyoruz.
Veya şöyle söyleyelim. Yaramız var ki gocunuyoruz.
Sonuçta hamaset, ferasetin önüne geçiyor. Ve söylediklerimizle gerçek arasındaki mesafe giderek açılıyor.  
Aslında mantık çok basit. Bir insan gerçekten dürüstse “Yalanım varsa şöyle olsun, böyle olsun” deyip durmaz. Ama yalancıysa, istediği  kadar konuşsun, onun sözüne itibar edilmez.
Öyleyse konuşurken de yazarken de biraz kelime tasarrufu yapmak lazım.
Çünkü ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.
 
Aromatik ilişkiler
 
Siz de mutlaka fark etmişsinizdir. Bir şeyi gerçekten seven, o şeyin aromalısını tercih etmiyor.
Gerçek kahve tutkunları fındıklı kahve sevmiyor mesela. Karpuzlu soda, maden suyunun yerini tutmuyor. Hatta çay tiryakileri, çayına şeker atanlara bile mesafeli duruyor.
Öyleyse aroma, hedef kitleyi genişletmek için bir kandırma veya ikna etme aracı olarak kullanılıyor diyebiliriz.
Bazı insanlar da kendilerini karşı tarafa kabul ettirmek veya kitleyi genişletmek adına aroma arayışına giriyor. Kendi hâllerinden memnun olmadıkları için, karakterlerine farklı tatlar eklemeye çalışıyorlar.
Sonuçta nabza göre şerbet verme kaygısı, ilişkilerde ritim bozukluğuna yol açıyor.
Hâlbuki sizi gerçekten sevenler, aromalı hâlinizi tercih etmeyecektir. Zaten aromatik ilişkiler genelde uzun vadeli olmuyor.
Yapmacık tavırların veya ikinci el karakter özelliklerinin, kişiliğinize lezzet kattığını düşünmeyin sakın!
Çünkü insan özünden uzaklaştıkça, işin tadı kaçıyor.
 
Sunum meselesi
 
Bir de şu meşhur sunum meselesi var. Bir kafeye gidip tatlı siparişi veriyorsunuz. Masaya resmen sini bırakıyorlar.
Tatlı ortada küçücük duruyor. Tabağın geri kalan kısmına soslarla yapılmış sürreal bir tablo var. İşin kötüsü, sizden o tablonun parasını da alıyorlar.
Tamam, sunum önemli! Ama aşçı iyi değilse, garson siparişi bando takımıyla getirse de işe yaramıyor işte.
İlişkilerde de benzer bir durum var. Genelde hesaba dayalı ilişki kuranlar, sunuma çok önem veriyorlar. Ama iyi ilişkiler sunum kaygısından uzak ve hesapsız kuruluyor.
Son cümlemiz de bekâr arkadaşlara tavsiye olarak gelsin bari.
Bir ilişkinin başlangıcında sunum ne kadar zenginse, hesap da o kadar kabarık oluyor.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.