Yol belli bilen yok; iz belli giden yok

A -
A +
Zor coğrafyadayız…
Bin yıldır buradayız, kimin ne olduğunu biliyoruz.
İstesek de, istemesek de her asırda yeniden alevlenen bir mücadelenin tarafıyız.
Kimliğimizi koruyarak hayatta kalmak istiyorsak…
Tek çaremizin köklerimizi iyi öğrenip, oraya bağlanmak ve tarihten ders almak olduğunu görüyoruz.
             ***
İtikatta Eş’arî, Matüridî; amelde dört hak mezhep üzerine kurulu Sünniliği bitirmek, Ehl-i sünnet çizgiye sımsıkı bağlı Türkleri bu coğrafyadan silip atmak için Yahudi İbn-i Sebe Şia’yı kurdu.
16. asırda Anadolu’nun bütünüyle Şialaşma tehlikesi vardı…
Bilhassa Sünni Memlûklular devletinin kontrolündeki Suriye ve Mısır’ın…
Yavuz Sultan Selim Han, Şah İsmail’in idaresindeki İran Safevi devletiyle mücadele etti.
Şia’yı önce Anadolu’dan temizledi.
Sonra kendi içindeki güç mücadeleleri ile boğuşan Memlûklular’dan Suriye ve Mısır’ı alarak, bu devletin varlığına son verdi.
Böylece, İslam coğrafyasında Şia’nın yayılmasını büyük ölçüde engelledi.
Hicaz bölgesini korumaya aldı.
Yavuz Sultan Selim, bunları sadece 8 yılda yaptı, devamına ömrü yetmedi.
2. Selim, Endülüs’ten başlayarak İslam ülkelerini yutmaya çalışan haçlılarla mücadele etti.
Kızıldeniz’den Portekizlileri temizledi.
Akabinde Libya, Tunus, Cezayir Osmanlı topraklarına katıldı ve Endülüs’ün akıbetini yaşamaktan kurtuldu.
Bu gayret Batılı sömürgecilere İslam coğrafyasının kapılarını kapatmaya, Şii yayılmacılığını durdurmaya, tüm Müslümanları tek sancak altında birleştirmeye yetti.
Osmanlının son dönemine kadar, dünyayı Müslümanlar yönetmeye devam etti.
Tâ ki İngilizler Osmanlıyı Arap coğrafyasından uzaklaştırmak için Vehhabiliği üretene dek…
Peşinden Mısır’da, Vehhabiliğin kamuflajlı yüzü Selefîlik geldi.
Bir asırdan fazladır hem Batı ile hem de bu maşaları ile uğraşıyoruz işte.
             ***
Suud, Mısır, BAE yönetimleri bize niye düşman, cevabı ortada.
Şii İran farklı mı?
Gördük Suriye’de, Irak’ta, Libya’da yaptıklarını…
Fakat zannetmeyin ki sadece dışarıda yürütülüyor bu mücadele…
Türkiye’de de siyasetin, akademinin, dinî kurumların, medyanın, hatta ve hatta terör örgütlerinin içindeler.
FETÖ’yü nasıl desteklediklerini, 15 Temmuz için nasıl finanse ettiklerini az çok biliyoruz.
Lakin FETÖ kollardan biriydi sadece.
Siz çemberin içine Şia, Vehhabi, Selefî akımına kapılan kim varsa alın.
Üstüne de PKK ile iş birliği yapan ne kadar silahlı ‘sözde sol’, hakikatte aşırı mezhepçi terör örgütü varsa, bunları koyun...
Gördünüz mü şimdi tehlikeyi?
             ***
Birileri durduk yere yapmıyor Esad-İran borazanlığını…
Laf olsun diye “Türkiye ile İran savaşsa İran’dan yana olurum” demiyorlar.
“FETÖ nedamet getirsin, özür dilesin. Gelsin Türkiye’de hizmetine devam etsin” diyen profesörün zannediyor musunuz ki FETÖ’den farkı var!..
Açıkça itiraf ediyorlar ki, o örgütün dinî inancıyla problemleri yok, sadece devletin işlerine karıştığı için kızmışlar!
Nitekim biz bunların çok büyük kısmını Gezi’de gördük yan yana.
Olmayınca, bu defa kendileri gibi sapkın inanca sahip FETÖ’ye her türlü desteği verdiler.
Bu da tutmayınca, FETÖ’yü perde yapıp, Anadolu’nun ana damarı Ehl-i sünnete başka başka kollardan saldırıya geçtiler.
FETÖ bahanesiyle FETÖ’nün gerçek panzehri Sünni yapıları hedef alırken, kendileri gizliden gizliye devlette, medyada, siyasette farklı maskelerle rol kapmaya giriştiler.
Kısmen başardılar da nitekim…
             ***
Din kitaplarına Selefîliği mezhep olarak sokan, Şia bakış açısını Diyanet’e yediren, siyasette ve medyada bozuk itikatların borazanlığını yapan işte bu bukalemunlardı.
Maalesef ‘şuursuz’ gözler bunu göremedi.
İşte bu yüzden çokça dedik ki; merkezi Anadolu olmayan, atalarımızın taşıdığı hilafet sancağına muhalif duran bizden değildir.
Nitekim bu kafadakilere sorun; Osmanlıyı sevmezler, “Aman canım, onlar da her şeyi doğru yapmadı” falan derler.
             ***
Türkiye’nin de, bu coğrafyanın da işi zor azizim...
Bütün hesaplar asırlardır din ve dindarlar üzerinden yürüyor.
Ya türlü hilelerle toplumu dinsizleşmeye yönlendiriyorlar, yahut bozuk inançlara.
Ahdetmişler bizi köklerimizden koparmaya...
Dini yasaklamanın çözüm olmadığını anladıkları için FETÖ benzeri taktiklerle sarmalamışlar bizi dört koldan.
Oysa ne diyordu Sultan Alparslan;
"Biz bu ülkeleri Allah'ın izniyle silah kuvveti ile aldık. Temiz Müslümanlarız, bid’at nedir bilmeyiz. Bu sebepledir ki, Allahü teala, halis Türkleri aziz kıldı."
Ya şimdiki hâlimiz!..
 
 
********************
 
Ahmet Arvasi Hoca’dan öğüt
 
Ahirete irtihal edişinin 31. sene-i devriyesinde merhum yazarımız, büyük mütefekkir Seyyid Ahmet Arvasi Hoca’yı düzenlediğimiz panelde yâd ettik.
“Ne Suudi Vehhabiliği, ne Humeyni Şiası… İslamın özü ecdadımızın kütüphanelerindedir” diyen Asrın Yesevi’si Arvasi Hoca, malumunuz Peygamber Efendimizin soyundan birisi, yani Arap.
Ancak kendisi aynı zamanda Türk İslam ülküsünün mimarı…
Sebebi ise kendisinin de ifade ettiği gibi ırkçılık değil, Türklerin İslamiyet’e yaptığı hizmet...
             ***
Özellikle 1980 öncesi ülkücü camianın üzerinde büyük emeği bulunan Arvasi Hoca’nın talebelerinden Bozkurt Yaşar Öztürk, panelde önemli hatıralar aktardı.
Şu cümleler önemliydi;
  • Dersine giren öğrenciler, hiç girdikleri gibi çıkmazlardı. Mutlaka bir şeyler alırlar, farklı düşünenler de doğruları öğrenirlerdi. Sol-sağ ayrımı yoktu. 1980 öncesi Marksist-Leninist, Maocu gibi bölücü ve yıkıcı hareketlerin yanı sıra Pakistan’dan Mevdudi, Mısır’dan Hasan el-Benna ve İran’dan Ali Şeriatilerin rüzgârı ülkemizde eserken, Arvasi Hoca bunların yanlışlarını dile getirmiş, Türk nasıl Ehl-i sünnet anlayışı içinde Müslüman olur, milliyetçi oluru yazı ve sohbetlerinde bize göstermiştir. 
             ***
Arvasi Hoca’nın talebelerinden Prof. Osman Kemal Kayra’nın aynı gün gazetemizde yer alan şu dizeleri de dikkat çekiciydi.
 
  • 1970’lerde gençlik fırka fırka bölünmüştü. Her bölük bir tarafa akıyordu.
    Vatanı için, bayrağı için, dini ve milleti için canını hiçe sayan bir nesil neşvünemâ buluyordu. Bu çilekeş nesil, çoğu saf, temiz yoksul Anadolu çocuklarından oluşan bir dervişan grubu gibiydi. Bir baş arıyordu bu nesil. Siyasî lider Alpaslan Türkeş Bey inançlı ve aksiyoner bir liderdi. Gençleri etrafında toplamayı başardı. Ama bu nesle bir Hoca Yesevî, bir Dede Korkut, bir Molla Gürânî, bir Molla Hüsrev, bir Akşemseddin gerekiyordu. Fikirtepe’deki Eğitim Enstitüsü’nde vazife yapan bir grup hocanın da rehberi olan Arvasî Hoca, Allahü teâlânın lütfu olarak bu gençliğin manevi lideri oldu.
  • O, Ebâ Eyyûb el- Ensârî”nin Konstantiniyye (İstanbul) topraklarında şehit düşmesinin bir işaret olduğu inancında idi. Bu kutlu şehadetin manası, bu milletin uzun müddet, hatta kıyamete kadar İslâm’ın bayraktarlığını yapacağının işaretiydi. Ahmet Arvasi’de 1500 yıllık İslâm ahlak ve fazileti, 5 bin yıllık Türk tarihiyle cem olmuştu. Millî şuurun, sade kan ve gen olmadığını, bilakis üst seviyede bir idrak işi olduğunu ilan etmişti. Onun yetiştirdiği binlerce genç ona tâbiiyetini teyit ederken, onu anlayamayanlar süratle istikâmetlerini ondan ayırdılar. Ülkücü camianın temerküz noktası, Arvasi Hoca’nın Sünnî-içtimâî rüyasının Türk şahikası olan Türk İslâm Ülküsü çatısıdır.
             ***
İşte bütün mesele bu şuurdur.
Yaşadığımız sıkıntıların temelinde yeni bir Hoca Yesevi’ye, Dede Korkut’a, Molla Gürani’ye, Molla Husrev’e, Akşemseddin’e, yahut Ahmet Arvasi’ye duyulan ihtiyaç vardır.
 
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.