Tarihin menzil taşı: Bilecik

Düzenleyen:
Tarihin menzil taşı: Bilecik

KÜLTÜR - SANAT Haberleri

Osmanlı İmparatorluğu Bilecik'te kuruldu malum, İstiklal Savaşı’na da zemin oldu ayrıca... Bilecik, Yunan’a sıkı direniyor. Düşman, şehri baştan ayağa yakıyor, ahali yine de boyun eğmiyor...

İrfan ÖZFATURA

Hep öyle yapar, geceden biner sabah namazına düşerdim Bilecik garajına. Bu defa gecenin kör karanlığında indirdiler, üstelik otoban kenarında. Tamam, servis geldi aldı, yolda kalmadık da niye böyle oldu acaba? 
İki şeyi hesap edememişim; biri ileri alınan saatler, öbürü düzelen yollar. Olsun ben sabahçı kahvelerini de severim, getir çaycı bergamot kokulu çaydan. Çorbacılar imsak vakti hazırlanmışlar. Mercimek, tavuk, ezo, işkembe, paça… 
Çay var, çorba var ne istersin daha? Derken horoz sesleri sıklaşıyor ve müezzinler atıyor ellerini kulaklarına. 
N’apsam? Orhan Camii’nde mi kılsam? Biraz kuytudadır, şimdi ister misin köpekler filan… 
Amaaan, acı patlıcanı kırağı çalmaz, sen insandan kork, havlar, hırlar, susar, yiyecek değil ya. 
Ortalık alışmadığımız kadar sessiz, taaa karşı tepelerde yokuş çıkan bir kamyonun sesi geliyor kulağıma. Motorun devri iyice düşmüş, garibim ağıt yakıyor âdeta. “Hadi be abi, ver ara gazını, tak ikiye!” Duyuyor sanki, “Iıııın nı nın” motor rahatlıyor. 
Havada tatlı bir duman kokusu, biliyon mu ne zamandır yatmadık sobalı bir odada. Güğüm de üstündedir zahir, ısındı mı ne biçim tısıldar ama. Eh bir de şavkı oynuyorsa tavanda. 
Soba gibisi var mı ya? Ekmek kızart, kestane kavur, patates göm, hazır ocak elinin altında…
Ev önlerinde meşe odunları, bence de iyi seçim, boş ver abi, kömüre ney bakma.

Tarihin menzil taşı: Bilecik

KUTLU DERGÂH

Orhan Camii meskûn mahalde değil, umumiyetle misafirler saf tutuyor. İstanbul’dan Eskişehir, Kütahya istikametine gidenler havaliden geçiyor malum, namazlarını burada kılıyor. Namazı müteakip türbe açılıyor. Gençler gözlerini huşu ile yumup, dervişçe boyun büküyorlar, feyzinden hissedar olurlar inşallah. 
Feyz… Bir yoklayın kalbinizi. Eğer Allah dostlarının muhabbeti artmış, dünya sevgisi azalmış; haramlardan kaçmak, farzlara yapışmak gibi bir arzu belirmişse feyz aldınız demektir. Aklımdan aşk, şevk, nur, himmet, bereket gibi kelimeler geçiyor ama tam karşılığı nedir bilmiyorum lügatte. 
Herhâlde, bataryaları şarj etmek gibi bir şey, gayret geliyor olmalı insana…
Burası önemli bir mekân, düşünün Osman Gazi de şu basamaklardan çıktı, şu kapıyı çaldı, şu odada ağırlandı. Şeyh Edebali hazretleri şurada maya çaldı Osmanlıya.   
Tekke yine aynı, şilteler, ot minderler, tertemiz kilimler. Oturup okuyayım derseniz rahleler, mushaf-ı şerifler. Tespihiniz ile de kalabilirsiniz baş başa. 
Eğer benim gibi sabahtan düşmüşseniz Batı yakasındaki kayalıklara tırmanın (bayrakların altına), dergâh günün ilk ışıkları ile pespembe kesiliyor, bu kızıllığı kaçırmayın derim, girin kayda. 
Vazifelilerden birine “Anlatsanız da dinlesek hocam” diyorum, “Bilmediğimiz şeyler vardır mutlaka.” Bir şey söylemeden koluma giriyor, alıp zaman tüneline sokuyor. Revaklar altına her padişah için köşe açılmış. Resim, maket harita, mufassal bilgi sunuluyor meraklılara. Cep telefonunu yaklaştırın, seslendirme de iniyor cihazınıza. 
Sinema odasında oynayan çizgi film üç buutlu, takın gözlükleri giriverin aralarına. 
Ha aklımda iken, Balâ Hatun’u da unutmayın, ziyaret edin bu arada.

Tarihin menzil taşı: Bilecik

TÜRK'E GÂVUR EZİYETİ

Bilecik, kuruluşumuz kadar kurtuluşumuzda da rol oynuyor. Yunan’a sıkı direniyor, şehri baştan ayağa yakıyorlar, yine de boyun eğmiyor. 
Eski Bilecik, Safranbolu gibiymiş zamanında, o güzelim köşkler, konaklar, hanlar, hamamlar, asmalı kahveler, tıkırtılı çarşılar. Şimdi sadece üç-beş kırık minare kalmış, birkaç yıkık duvar. 
Bizim mektepli olduğumuz yıllarda çevirir çevirir sararlardı başa. Yok Helen medeniyeti, yok Atina, Makedonya... Yuh diyorum yani! Eğer medeniyetiniz buysa…   
Şu anda Belediye Başkanlığı olarak kullanılan bina 110 yıllık, Abdülhamid Han-ı Sani’den kalma. O zamanlar rüştiye imiş, yüksek tavanlı, aydınlık, ferah, masraftan kaçmamış cömert padişah. 
Saat kulesi ise dört katlı, yarı taş, yarı ahşap. Akrep yelkovan dönüp duruyor hâlâ. Evet, bildiniz o da cennetmekândan hatıra. 
Bu arada öğleni yaptık bile. Biraz da ara sokaklara mı dalsak acaba?. 
Ne korna, klakson sesi ne siren kargaşa. Küçük hanımlar seksek oynuyor, nineler dizlerini güneşlendiriyor basamaklarda. 
Bilecik’te “Şunu yiyin” diyemeyeceğim, her şeyi güzel pişiriyorlar zira. Tabaklar battal boy, yemekler bol kepçe geliyor. Hepsi bir yana sıcak ekmekle, süzme yoğurt yetiyor, insan ne kebap arıyor ne börek, baklava. 
Yol boylarında basit sundurmalar görüyorsunuz, köylüler sepet sepet ayva getirmişler ve yerinden kalkmayan kabaklar. Birine yaklaşıyorum "Onu bırak abi" diyor "Şuna bak. Kabağın sapı odun gibi olacak, iğne batmayacak. Pişince kestaneye döner doyamazsın asla.” Son yıllarda Trabzon hurmasına da sarmışlar, sabah, öğle, akşam yemeli, nasıl olsa İstanbul'dakinin üçte biri fiyatına.

Tarihin menzil taşı: Bilecik

ÇÖMLEK DENİNCE KINIK

Pazarcık’a kadar geldiyseniz  Kınık'a da uzanın. Burası âdeta çömlek imalat merkezi, çarklar fıldır fıldır dönüyor, destiler, vazolar diziliyor raflara. Eli çamura değmeyen yok, dilleri değmiyor ama. Çamur atmıyorlar hasımlarına. Sağ olsun beni de kırk yıllık müşteri gibi karşılıyorlar. Hâlbuki elimde fotoğraf makinesi sırtımda objektif, sehpa… Mal almayacağım besbelli aslında. Salim Ustamız 60 yıldır bıkmamış, belli ki toprakla uğraşmaktan zevk alıyor. Muhabbet arasında teyzem aşure ikram ediyor. Tam da sevdiğim gibi meyvesi bol, şekeri ayar, ne sert ne sulu, boza kıvamında. Gel de okuma ölmüşlerinin ruhuna. 
Kınık köyü sakinleri, ekseri 1892 Bulgaristan muhaciri. Önce bir usta çıkıyor yaptıklarını götürüp pazarlıyor Bursa'da. Bildiğini öğretmekten hoşlanan bir insan, sayesinde komşuları da sanat sahibi oluyor. Bir ara atölye sayısı sekseni aşıyormuş. Şimdi o kadar kalmamış, yine de çorba çıkıyor, şükrediyorlar Allah'a. 
Salim Usta özene bezene yaptığı vazoyu alttan telle kesip bana uzatıyor, tam tutmak üzereyken bırakıveriyor. Düşmesin diye sıkı sıkı kavrayınca parmaklarım geçiyor çamura. Tüh zarar mı verdik adamcağıza? “Üzülme” diyorlar, bu onun klasik şakasıdır, sevdiklerine yapar mutlaka. 
Kınıklılar gitmiş üniversiteye başvurmuşlar "En sıhhatli sır hangisi acaba?" Öyle ya belki tatsız bir şey vardır toprağında. Üniversite içinde zararlı metaller olmayan bir sır üretip yollamış, şimdi onu kullanıyormuş bütün kasaba. 
Bilecik bundan ibaret değil tabii. Bozüyük, Söğüt, Osmaneli, İnhisar, Gölpazarı, Vezirhan, Yenipazar, Harmankaya… 
Kim bilir ne zenginlikler vardır, onları da anlatmalı, vakit buldukça…

Tarihin menzil taşı: Bilecik

BUNLARI YAPMADAN DÖNMEYİN

- Bir kere Pelitözü’ne uğrayın. Burada şirin bir göl var, parklar, tesisler serpiştirilmiş etrafına. Bazlamacılar, gözlemeciler nöbette, ayranları on numara. Kışın ayrı keyif, ilişin alevli kütüğün yanına, Türk kahvesi söyleyin ocağa. 
- Kış günü akşam tez oluyor malum. Kalan zamanda bir ilçeye gidebilirsiniz anca. Ben Pazarcık’ı tercih ediyorum. Niye? Helvasını pek methettiler almazsam içimde kalır yoksa. 
- Bu bildiğimiz yaz helvası ama bildiğiniz gibi değil, ağzınızda dağılıyor âdeta. Muhiddin Usta “Helvamızın farkı sadeliği” diyor, “İçinde sadece tahin ve şeker var, başka bir şey arama. Bizimki dede mesleği, 80 yıldır helva pişiyor bu dükkânda.” 
- Havalideki fırınlar ev ekmeği de yapıyor. Sırrı kendilerince malum mayalarla yoğuruyor, teknelere yatırıp tülbentle örtüyorlar, mübarek yastık gibi kabarıyor. Eğer ninenizin somunlarını arıyorsanız deneyin, fabrikasyon ekmeklere benzemiyor.

Düzenleyen:  - KÜLTÜR - SANAT
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...