Değiştirilmeye çalışılan eğitim programı üzerine

Düzenleyen:
Değiştirilmeye çalışılan eğitim programı üzerine

EĞİTİM Haberleri

Türkiye Gazetesi'nin misafir kalemi Doç. Dr. Mustafa Şeker, günümüzün en çok tartışılan mevzularından biri olan eğitim konusunu ele aldı. İşte yazının detayları...

Bazı sevdiğim değer verdiğim büyüklerim vardır. Ülkeyi ilgilendiren en kritik konularında Türkiye gazetesi “ne yazıyor?” diye bakarlar. Bu neredeyse çocukluğumdan beri karşılaştığım husustur. Hemen hemen her kitleye hedefi 12’den vuran bir duruşu vardı ki var olan özelliğini kesintisiz bugüne taşıyan tek gazete olduğu herkesin malumudur. Liseye giderken hafta içi, rahmetli babamın arkadaşlarımla o zaman ilçe olan Osmaniye vilayetinde kiraladığı en fazla iki göz odadan ibaret evde kalır, köye götürmek üzere cuma günleri hediye olarak aldığım birer ikişer kg elma veya portakal parasını da ayırdıktan sonraki param ancak bunları almaya yeterdi, her ne surette olursa olsun mutlaka bir gazete parasını kenara koyardım. Paramın azlığı sebebiyle de gazeteyi sadece cuma günleri alır, okumasını çok seven babama götürürdüm. Babam ise bütün sayfaları didik didik eder, özellikle orta sayfasındaki dinî yazıları da ev halkı çay içerken yüksek sesle okur bazen de bana okuturdu. İtiraf edeyim ki Türkiye gazetesini de o zamanlar orta sayfasındaki hoşuma giden bulmacası sebebiyle alırdım. Bulmacanın kutucuklarını doldururken de ilginç şeyler öğrenmişimdir. Mesela; bunlardan biri daha sonraki yıllarda bu gazetenin bütün yayınlarından istifade etmeme ve hayatımın değişmesine sebep olmuş bir meseleydi ki benim için ibretlik sırlar taşır altında… Mısırlı meşhur âlim diye tanıtılan, reformist ve ihtilalci özelliği sebebiyle binlerce insanın ölümüne, binlercesinin de hapislerde çürümesine sebep olmuş, İslamiyet’in temel prensiplerini yerinden oynatmaya çalışarak zarar veren bir fitnekâr soruluyor ve burada kitabının ismi de veriliyordu ki şoke olmuştum! Ayrıca adamın daha sonraki araştırmalarımda İslam dünyasına sosyalist fikirler pompaladığını, Eshab-ı kirama hakaretler yağdırdığını okuduğumda çok şaşırmıştım. İlk okuduğumda, okulda öğretilenler gereği bulmacadaki ifadelere kızsam da ilerleyen zamanlarda gerçeği öğrendiğimde fark ettim ki bu zat için yazının gücüyle atılan her manalı ok, hedefi 12’den vurmuştu... O gün bulmacayı çözerken cevabın benim kutucuklara yerleştirdiğim zat olmamasını da can-ı gönülden arzuluyordum ki bütün harfler yerli yerine oturduğunda ve cevabı öğrendiğimde başımdan sanki kaynar sular dökülmüştü, duyduklarıma da inanmak istememiştim. Çünkü gittiğim okulda bu Seyyid Kutup adlı zatı âlim diye anlatırlar, göklere çıkarırlardı. Okulda ilmine herkesin güvendiği, derslerde “asrın Ahmet Yesevisi, diye tabir ettiği Seyyid Ahmet Arvasi beyden sık sık bahseden” bir hocamız vardı ki bu muhterem zatı da ilk ondan öğrenmiştim, bulmacadaki mevzuyu ilk ona sordum. Hocamız, Müslüman-Türk büyüklerini kıssalar, menkıbeler ve hikâyelerle anlatarak sevdiren çok değerli biriydi. O gün nöbetçiydi. Mevzuyu sorunca bana gülümsedi ve öğretmenler odasının kapısında kendisini beklememi söyledi. Bana 90 sayfa civarında Hüseyin Hilmi Işık “rahmetullahi aleyh” hazretlerinin “Ehl-i Sünnet Yolu” adlı bir kitabını verdi, bunu okumamı ve daha sonra tekrar görüşeceğimizi belirtti. Öyle ki bugün gibi hatırlıyorum, içim kıpır kıpırdı ve bu kitabı cümle cümle okuyup, notlar alıp, yazılanları uzun uzun düşünür, sonra da meslek derslerine giren hocalarıma sorardım ki cevap vermek yerine bazılarından azarlar bile işitmiştim. Hocam, daha sonra başka kitaplar da verdi. Verilen bu eserleri, okulda öğretilmeyen yeni bilgileri veya yanlış anlatılanların doğrusunu öğrenmenin heyecanıyla kısa sürede bitiriverirdim. Artık kafamdaki taşlar yerli yerine oturmaya başlamıştı. Sonrası zaten malum… Yurtlar, kitaplar filan derken kendimi çok değerli insanların içinde buldum. Yani bu gazete beni doğru adrese götüren bir kılavuz olmuştu. Bugün kavuştuğum bütün nimetler; babamın, annemim duası ve bu hizmetleri omuzlarında taşıyan mübarek insanlar sebebiyle olmuştur. Allahü teala hepsinden razı olsun. Burada anlattığım hatıralardan çok daha fazlası var ama bugün üzerinde durmak istediğim mesele aslında bu değildi. Gazeteden çok bir bayrak vazifesi gören bu markanın güvenilirliği yanında birçok insanda vatan-millet şuuru oluşturduğunu bildiğim için böyle bir giriş yapmak istedim. Çünkü daha sonraki yıllarda da bu gazetenin gücünü defalarca gördüm ve çok insan üzerinde nasıl tesirler bıraktığına şahit oldum.
Ülkenin en hassas zamanlarında kritik adımlar atmış, sözü dinlenen ve yazılarına en çok itimat edilen sorumluluk mevkiindeki bir gazetede günümüzün en çok tartışılan mevzularından biri olan eğitim konusunda dilimiz döndüğünce bazı değerlendirmeler yapmayı kendimce bir sorumluluk addettim ki aslında bugün burada çok hassas bir meseleyi ele alacağız...
           ***
Bugünlerde ülkemizde herkes tarafından, terör ve referandumdan sonra en fazla, değiştirilmek istenen eğitim programı konuşuluyor. Fakat eğitimci, pedagog, alan eğitimcileri vb. paydaşlar, üzerinde harıl harıl çalışsa da bu program kesinlikle bir şeye hizmet etmeyecek, sadece ilerleyen zamanlarda tozlu raflarda bir yer daha işgal edecektir. Çünkü bu ülke eğitimcilerinin görmedikleri veya görmek istemedikleri meseleler pas geçildiği için programın başarısız olması kaçınılmazdır. Zira bir otomobilin motoru arızalı, eskimiş ve işe yaramıyor da her tarafından ses vermeye başlamışsa kaporta ve aksesuarlarını yenilemek bizi gideceğimiz yere götürmeyecek üstelik varacağımız yere ya geç ulaşmamıza ya da hiç gidemememize sebep olacaktır. Bununla birlikte en başarılı eğitim sistemine sahip olduğu söylenen Finlandiya’nın aslında gözden kaçan çok ilginç bir hikâyesi de vardır ki özellikle dünyada bizi de ilgilendiren bir sırrı taşır muhteviyatında… Belki ileri de bu konudan özellikle bahsederiz…  
Bu memlekete geçmişte kendi idarecileri ve yöneticileri tarafından bilerek veya bilmeyerek yapılan en büyük kötülük, hangi ihtiyaca cevap verebileceği hesap edilmeden, kârı-zararı da tam olarak hesaplanmadan hayata geçirilmiş eğitim anlayışlarıdır. Çünkü dünyada en önemli kurumların başında eğitim gelir ki bırakacağı izler yüzyıllarca silinmeden kalabilir. Zira büyük âlim zatların da buyurduğu gibi 100 sivilin yetiştirilmesinden daha etkili olan şey 1 öğretmenin olması gerektiği gibi yetiştirilmesidir ki iyi yetişmiş, amacı ve hedefi belli, nitelikli bir eğitimcinin başaramayacağı şey neredeyse yok gibidir. Bir öğretmen, sabırla sebatla hareket ederek er-geç mutlaka emeline kavuşacaktır, yeter ki planlı ve programlı hareket etsin.
Ülkemizin eğitim sabıkasının düğümlendiği iki nokta vardır;
1- Pozitivist, rasyonalist ve materyalist anlayış ki “bilimsel ve çağdaş bir eğitim inşa ediyoruz” denilerek ülkeye davet edilen John Dewey gerçeğidir. Bu adamın kafasında taşıdığı anlayışın herkesin anlayabileceği açıklaması şudur ki; “laboratuvar ortamı dışında deneyle ortaya konmamış, elle tutulamayan ve gözle görülemeyen hiçbir şeyin varlığı gerçek değildir”. İşte bu kişinin bakış açısı çerçevesinde dizayn edilen eğitim sistemimizin temel felsefesi, telafisi onlarca yıl mümkün olmayan bedellerin ödenmesine sebep olmuştur ki bu bedeller, kaybedilmiş nesiller ve boşa geçirilmiş onlarca yıldır.
2- İnsanın bedenini besleyen bilimsel öğretimin yanına, eğitimin önemine binaen, insanın ruhunu besleyen millî, manevî, tarihî ve kültürel (dil, din vb.) değerlerin konulmak istenmemesi ve unutturulması için gösterilen azami gayrettir. Öyle ki bunun bedeli de çok ağır olmuştur. Zira değerlerine ve kültürüne yabancı nesiller; materyalist bir anlayışa göre dizayn edilmiş eğitim anlayışının ürünüdür ki maalesef inanılması güç ama bütün bunlar devlet imkânlarıyla yapılmıştır. İnsanları ve toplumları birleştirmesi gerekirken ayrıştıran; hoşgörüyü, merhameti, hak ve hukuku, millî ve manevî değerlerin korunmasını ve savunulmasını telkin etmesi gerekirken bu unsurlara karşı duruş sergileyen, kökü de bedeni de bu topraklara ait olmayan zararlı fikir akımlarının sert/dondurucu rüzgârları karşısında bu milletin çocuklarını korunaksız ve savunmasız hâle getiren ruhsuz bir eğitim anlayışı; ülkemizde, geçmişten bugüne telafisi mümkün olmayan büyük zararlara sebep olmuştur. Çünkü bir çocuğu nasıl eğitirseniz o şekilde karşınıza çıkar. Toprağa nasıl bir tohum atarsanız o tohumun aynısı ile karşılaşırsınız. Yani her kaptan içindeki sızar. Bu sebeple değerlerine düşman veya mesafeli yetişen nesiller ve bunların yetiştirdiği başka nesiller ki kar topu gibi bugüne kadar gelmiş bu zihniyet, geçmişte olduğu gibi bugün de milletin değerlerine saldırmayı hep bir meziyet olarak görmüştür. İşte bu gerçek, eğitimin gücünü gösterir ki bıçak gibidir. Zira amacınız doğrultusunda bıçakla ekmeği de kesebilir insanı da öldürebilirsiniz.
           ***
John Dewey’in attığı tohum toprakta öyle bir kök salmıştır ki izlerini silmek bugüne kadar bile hâlâ mümkün olamamıştır. Bazılarının hatırına şu gelebilir; “Efendim! hem şimdi hem de onlarca yıl devletin eğitim yönetimi John Dewey’i referans alanların elinde değildi, düzeltilseydi!” diye… Bunu uzun uzun anlatmaya gerek yok. Çok laf ancak aklı az olana söylenirmiş ki aşağıdaki örnekten arif olan anlayacaktır ne denmek istendiğini...
Okaliptüs ağaçları vardır ki boyları çok uzar, hiçbir faydası olmadığı için de sadece odunu işe yarar. Fakat topraktaki bütün suyu çektiği için de çevresinde çok fazla ağaç yetişmez, yetişmesine de fırsat vermez. Çünkü büyürken onların hakkı olan suyu da çeker ve çekerken de doymak bilmez. Dibinden kesersiniz kısa süre sonra yine filizlenir. Toprak sahibi zavallı da çaresiz kaldığı için yapabileceği tek şey 3-5 yılda bir çıkan fidanları boyları uzamaması ve uzayıp gölge yapmaması için etkisiz hâle getirmektir. Zira köylü vatandaş da bu ağacın çevresine bir şey dikemediği için çaresiz sadece bakmakla yetinir. İşte John Dewey’in bu ülkeye onlarca yıldır verdiği zarar ve bugün bile çare bulunamayan bir eğitim sistemi… Eğitim planlayıcılarının da çaresiz budamakla yetindiği bir eğitim anlayışı ve beraberinde yapılan göstermelik program çalışmaları… Eğitimin felsefesi değiştirilmeye çalışıldığında koparılan fırtınalar ve vurulan “hain ve bir şeylere düşman” yaftaları…
Bazen kurşun yemiş kimseler vardır, mermi öyle bir yere girmiştir ki, doktorlar; “bu kurşunu buradan hareket ettirirseniz hasta ölür” der. Çaresiz vücudunuzdaki mermi ile yaşamak zorunda kalırsınız ki bazen bu mermi ağrılar yapsa da... Ağrılar bazen öyle bir seviyeye gelir ki hasta “kurtarın beni bu ızdıraptan” diye çığlıklar atar ki dayanılası değildir. Başta en yakınları olmak üzere kahrolur, gözyaşı döker, hasta erirken onlar da erir. O mermi oraya girer siz de çaresiz bakarsınız. Mermiye mi mermiyi sıkarak oraya kadar sokana mı kızacağınızı dengeleyemezsiniz bazen… Verilecek göstermelik ağrı kesiciler de çaresiz kalır artık. Fakat tıp gelişir, her şey göze alınır ve yetkilerle donatılmış olmanın cesareti ile yeterli öz güvene sahip bir doktor çıkar; bu mermiyi çıkarmanın çaresini bulursa bu beladan kurtulursunuz. Fakat o da o kadar kolay olmayabilir. Çeşitli engellerle karşı karşıya kalabilirsiniz. Psikolojik baskılar ve mesleğine ihanet etme damgasını da göze almanız gerekebilir. Eğitimde yaşadıklarımızın şu anki özeti budur. Şu anki göstermelik program değişiklikleri eğitim hastalıklarımıza çare olamayacaktır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi motor arızalı olunca istediğiniz kadar kaporta ve aksesuara önem verin nafile... Değiştireceğiniz eğitim sisteminin felsefesi bozuk ve arızalı olunca ortaya çıkan ürün de; duygusuz, hiçbir kutsalı olmayan, karnı tok vicdanı aç, işe yaramaz, boş, hedefsiz ve amacı olmayan nesiller olacaktır. Oysa aklını nerede, nasıl ve ne kadar kullanması gerektiğinin farkında olan, haddini ve hududunu bilen, tarihindeki ve kültüründeki rol model insanları örnek alan, değer anlayışı gelişmiş, vatanına, milletine ve devletine sadakatle bağlı nesillerdir toplumu geleceğe taşıyacak olan. Ama bunu gerçekleştirmenin çaresi vardır ve kızılcık şerbeti içerek de olsa problemin cesaretle üzerine gitmek gerekir. Özellikle uygulamaya konulması hedeflenen eğitim programının felsefesi; inanmış, basiret sahibi, vicdani yönü gelişmiş, millî, manevî, tarihî ve kültürel reflekse sahip, milletin yüzlerce yıllık kültürel geçmişini göz ardı etmeyen, kökü de bedeni de bu topraklara ait ilim insanlarına emanet edilmelidir ki kendini bu şuura adamış başarılı ilim insanları aynı zamanda; bilimsel ve innovasyon anlayışı gelişmiş, bu noktada iyi yetişmiş, dünyayı ve çevresini iyi okuyabilen, teknolojik gelişmeleri yakından takip eden, üreten ve gelişime açık olmalıdırlar. Bu yolda engeller olduğunu unutmamalıdır. Fakat Akşemseddin hazretlerinin Fatih Sultan Mehmet Han’a buyurduğu gibi; “Sen şartlara teslim olmaz isen şartlar gelir sana teslim olur. Çok çalışır, çok gayret eder ve bu işin hayırlı ise olması için çok dua edersen isteğin mutlaka yerine gelir” düsturunun gerekliliklerini yerine getirerek ve gerekli istişareleri yaparak; plan, program ve sabırla işin üzerine gitmelidir. Bu hamur daha çok su götürür ki başka bir yazıda da çözüm çareleri üzerinde dururuz inşallah...

MİSAFİR KALEM
Doç. Dr. Mustafa ŞEKER


 

 

Düzenleyen:  - EĞİTİM
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...