İtibar santim sütuna! İşler güçler...

Düzenleyen:
İtibar santim sütuna! İşler güçler...

Ekonomi Haberleri

Ye, iç, eğlen, keyfine bak. Yeter ki haber iri iri resimlerle çıksın renkli sayfada.

İrfan Özfatura

Ağzımıza piar diye sakız ettiğimiz meslek “public relations”tan geliyor. Türkçesi halkla ilişkiler. İşin içinde pazarlama, markalaşma, iletişim, lobicilik, kriz yönetimi, sosyal sorumluluk, sponsorluk, AB fonlarından nemalanma, strateji, itibar kazanma, gündem koyma, finans gibi ciddi konular var. 
PR firması sahipleri genelde eski gazeteciler, 2001 krizinde kulvar değiştirip sahaya atladılar. İşi pazarlarken “İstanbul basınını iyi tanırım, beni kırmazlar” deyiverirler laf arasında.
İş adamları ve belediyeler için önemli bir cümledir bu, düşünün “gazetelerde haber olmak!” 
Derhâl bültenler yollanır, ekte boy boy fotoğraflar. İyi de gazete bilgisayarına günde en az 40 tane düşmektedir onlardan. 
Firma sahibi sorar “Niye kullanmıyorlar? Bir sunum mu düzenlesek acaba?” 
Ve albenili tatil beldesine basın gezisi tertiplenir. PR’cı başlar gazeteci arkadaşlarını aramaya, “bak şu tarihler arası bir yere kaybolma, sahilin tadını çıkaracağız ona göre ha!”
Gazete idareleri kasalarından mangır çıkmadığı müddetçe gezilere ses çıkarmaz. Haber önemli değildir, çocuk gitsin dinlensindir biraz. Şimdi kendi yollasa bi dünya para. Bilet, yemek, konaklama…
Neyse PR’cı birkaç gün kala arar “abi senin vatandaşlık numaran kaçtı” söylersen elin mahkûm gideceksindir, bilet alırlar zira.  

TAM PANSİYON BEDAVA

O sabah PR’cı arkadaş sizi havaalanında karşılar, “kilo mu verdin sen” gibi cümlelerle gönlünü yapar. Sonra garsona seslenir “bakar mısınız arkadaşa?” 
Karnınız tok da olsa pahalı havaalanı cafesinden bir su böreği kilitlersiniz firmaya. Kahveniz nasıl olsun? Orta. Tatlı filan? “Getir gömelim” diyecek hâliniz yoktur “ama çok olmasın” diye fısıldarsınız kibarca.
Uçağın THY olması bile önemlidir, sandviçini yer, Skylife’ını okursun yayıla bayıla. İndiğinizde arabalar bekliyordur, biner otele gidersiniz. Yeriniz belirlenirken limonata, çikolata. 
“Arkadaşlar denize buradan iniyoruz, havuz şurada. Öğlen yemeği için lobide toplanıyoruz. Tekerlek 13 otuzda dönecek, şimdi dinlenebilirsiniz odanızda!” 
Öğle yemeğini iyi bir lokantada alırsınız. Börek ve sandviç gırtlağınızda durmaktadır oysa. Salatalardan atıştırırken iştahınızın açılacağı tutar, yanınızdaki “bir buçuk acılı” ister, eklersiniz “bana da!”
Son lokmanızı gözünüzü pörtleterek yutabilirsiniz anca, tabağınız doludur hâlâ. 
Biraz şehri dolaştırırlar, çaylar, kolalar, dondurmalar. 
Sanat okulu kermesi, mahalli yemek yarışması… Sürekli önünüze sürülen tabaklar. Helvalar, dolmalar, sarmalar. Gurme kesilirsiniz “enginara da bakabilir miyim acaba?” 
Akşam yemekleri şehrin en lüks restoranında verilir, sahilde ya da havuz başında. Tanımadığınız tipler de musallat olur, gelir kurulurlar sofraya. Sizin istihbarat şefi filandı di mi? O orada mı, bu burada mı? Bakarsınız medya faresi gazetenizi sizden iyi tanıyor. 
Bu arada sayın başkanımız da iştirak ederler, “aaa şundan da getirsinler, bundan da koysunlar.” Ortalık silme tabak, çoğu geldiği gibi gider, bir çatalcık alınmaz. Hani bunlar Doğu Guta’ya götürülebilse var ya…
Cep telefonu ile birkaç kare çeker yollarsınız dostlara. Altına “şu sefaletimize bakın” diye yazarsınız alaycı bir üslupla.

BAK YAZIYORUM HA

Sonra grup fotoğrafları, kişiye özel pozlar, sahilde, ayakta, bankta, şezlongda.
PR’cı arkadaş fotoğrafınızla birlikte kahrınızı da çeker. Bakışları manalıdır “hele bir haber çıkmasın, yapacağımı biliyorum ben sana!”
Sahi ya bi de haber çıkmazsa? 
Olur mu olur, gündemin kesafet kesbedeceği tutar. 
Sen sıkışık sayfa kâbusları görürken Yön. Krl. Bşk “şu balıktan da tadın lütfen” demektedir “N’olur, benim hatırıma.” 
Akşam odanıza gidersiniz sehpada meyve tabağı. Üzerinde majestik hurufatla “Hoş geldiniz- Afiyet olsun. Lütfedip şereflendirdiğiniz için falan filan…
Sonra tüller kurdelelerle bezenmiş bir sepet. Ceviz, badem, bal, reçel, pestil, biber, şehrin ünlü kayıntılarından… Bay başkanın kartı da yanıbaşında. Yaa insan bir de tekerlekli valiz koyar, di mi ama?.. 
Sabah kahvaltısına son anda inersiniz, suratınızdan düşen bin parça. Akşam çok pis yemiş, mide fesadına uğramışsınızdır. Gaz, bulantı, daralma. Ağrı deseniz ensenizden alnınıza. Sabaha kadar kıvranmışsınızdır yatakta. Tam dalmışsınızdır ki “zırr!” “Efendim uyandırma!” “Ulen bi kere de uyandırma!” 
Bu şişkinliği iyi bir kahvaltı paklar anca, açık büfeden tepeleme doldurursunuz, “bal kaymak yok muydu birader” hemen koştururlar. “Omlet mi? Olsun tabii… Yok sucuk almayayım şimdi sabah sabah.” 
Akşam ki sarmısaklı sosların kokusu genzindedir oysa, sigara yakarken bi geğirsen var ya  “bummm” berhava! 
Çıkış yaparken sorarlar “mini barı kullandınız mı?” Elinizi cebinize atarsınız “bir soda içmiştim, ne kadar?” PR’cılar koşar yetişir “aa olur mu öyle şey, lütfen ama!” 
Toplantı konferans salonunda olacaktır. Bir sürü takım elbiseli, rugan ayakkabılı. Oradan oraya koşturan dar etekli kızlar. Abi bunlar ne zaman kuaföre gittiler de saçları diktiler havaya? 
Fuayede çay kahve içerken mahalli basın için konulan meyve sularını, kurabiyeleri de götürür, kuruyemişlere dalarsınız avuçla. 

AĞIRDAN AĞIRDAN

Kırk defa davet edildikten sonra nazla niyazla salona girersiniz, “yok ağa bu iş bizi gebertecek, yine rejimi bozduk baksana!” Arkadaşınız da “bizim gazete yollukları artırmadı biliyon mu” diye tafra yapar “amelelik yapıyoruz üç kuruşa.” 
Neyse belediye başkanı ve kaymakam bey irad-ı nutukta bulunur, “güzide basınımızın değerli mensuplarını selâmlarlar. 
Ve şimdi de konuşmalarını yapmak üzereeee! Firmamızın Yönetim Kurulu Başkanı! Değerli İnsan…
Müzik yükselir, bordrolular ayakta. Alkış, gulgule, şaşaa. Bir heyecan bir heyecan. 
Gördüğünüz şeylerdir, ilginizi çekmez ama ayıp olmasın diye o bacağınızı indirip öbürünün üstüne koyarsınız icabında. 
Loptop getirmemişsinizdir, cep telefonu çıktı çıkalı fotoğraf makinesi de taşımıyorsunuzdur yanınızda. Olsun. PR’cılar çalışmış, bültenleri görselleri çoktan indirmişlerdir servisin bilgisayarına. 
Size de ayrıca flaşbellekle sunarlar. Yanında iyi bir kalem, deri kapaklı bir ajanda. Ki piyasada “basın kiti” denir bunlara.  
Bakarsınız çubuk 8 GB’lık. 16’lık olsa daha iyiymiş ama... Kalemin üzerine firma adı yazmasalar sünnet hediyesi verirdik tıfıllara. Çekmeceniz zaten defter doludur, önceleri “köy çocuklarına dağıtırım” diye niyetlenmişsinizdir, lakin çok birikir, bir gün kafanız atar, alayını doldurursunuz çöp kovasına. 
-Peki sorusu olan var mı? 
Haydaaa. Mevzuyu anlamadık ki sorsak. Hazirundan çıt çıkmaz, neyse PR’cı vaziyeti kurtarır “Eee bir de şeyi çok merak ediyorum bu bağlamda, bundan sonra hedefleriniz ne olacak acaba?” 
Amcam anlatır da anlatır, yok şu kadar m² kapalı alan, şu kadar çalışan, şöyle müspet dönüşler filan. Göz kapaklarınız felaket ağırlaşmıştır, kafanız düşmese bari, gözlüğün ardına saklanırsınız âdeta. 

BİTTİ BİTTİ GEÇTİ

Ve toplantı biter, sarılanlar kucaklaşanlar. Şimdi sizden istenen tek şey, telefon açıp şefinizi aramanız ve sayfadan irice bir yer koparmanızdır. 
Bakın şu işe ki o gün de reklam gelmiş çarşaf çarşaf. Bütün ikna kabiliyetinizi kullanıp iki sütuna on santim kapabilirseniz ne âlâ. Meslekte resim altı derler buna, pul kadar fotoğraf, bin karakter yazı. Yarısı zaten spota gider, bırakın meram anlatmayı peşrev bile olmaz. İstanbul’daki editörler gitmediği, görmediği haberden birkaç cümle seçer. CTRL-C - CTRL-V, ‘kopyala yapıştır’ yaparlar.
Bazen haberi pazartesi girelim diye sözleşirsiniz aranızda. Bu herkese uyar, PR’cıların gönderdiği metne iki takla attırır, birkaç süslü cümle ile köpürtürsünüz. “Çıtayı yükseğe astılar!” “Efsane geri mi dönüyor yoksa?” Tamam klişeleşmiş başlıklardır ama daima tutar.
Tabii buna haber denilmez, resmen örtülü reklam. Ben olsam sayfaya sokmam yalanı yok ya.  
Eğer dostluğunuzu kullanıp yayınlattıysanız yırttınız, yok çıkmadıysa işiniz var. Ertesi gün kesin arayacaktırlar. Zırr zırr bakarsın PR’cının numarası. Tüh ya!
-Buyur kardeşim.
-Abi haberi göremedik de. 
-Aaa niye öyle oldu? Unuttular mı acaba? 
-Yok, bi hatırlatayım demiştim de, yani o bakımdan.  
Bu “Kaymaklı kadayıfı götürürken iyiydi” demeye gelir. Bal gibi de anlarsın, şey değilsindir sonunda. 
Tuzu kuru firmaların haberi öyle de böyle de çıkar, reklam veriyorlardır zira. Çıkmasa da aldırmazlar, habere tokturlar. Ama aleme yeni akanlar insanı yorar. Beklentileri yüksektir, sanırlar ki ağızlarından her çıkan yazıya dökülecek ve külliyen yer alacak sayfada. 
Amaan beğenmezse beğenmesin, nerede karşılaşacaksındır bir daha? 
Ama PR’cı bunu söyleyemez, onlar hep iki arada… 
Ne diyelim, sabır selamet diliyoruz arkadaşlara. 

 

Düzenleyen:  - Ekonomi
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...