Amatör gurmelerin yeni gözdesi Seferihisar

Düzenleyen:
Amatör gurmelerin yeni gözdesi Seferihisar

KÜLTÜR - SANAT Haberleri

Cittaslow, “Citta (Şehir)” ve “Slow (Yavaş)” kelimelerinden üretilen bir terim. Bu paye sessiz ve sakin şehirlere veriliyor ki, Seferihisar da bulunuyor aralarında.

İRFAN ÖZFATURA

Seferihisar yeryüzündeki nadir yavaş şehirlerden biri. Peki ama salyangozlu madalyonu alınca umduğuna nail oldu mu acaba?
Cittaslow şüphesiz bir değer, emeklilerin de teveccühü artmış bu arada. Tekaütler esnafın yüzünü güldürse de kiraları yükseltmiş, konut talebi patlamış mandalina bahçelerinin başında. 
Birkaç tarihî camiyi saymazsan ne han hamam kalmış, ne çeşme konak. Kim bilir belki de ben çok şey bekliyordum, bir Safranbolu, Beypazarı, Birgi değil sonunda. 
Ama Sığacık Mahallesi başka, bambaşka. Kanuni devrinin izlerini taşıyor hâlâ.   
Kalenin Sivrihisar, Kuşadası ve Ayasuluk isimli üç girişi var. Kapılar sizlere ömür, kemerleri ise dimdik ayakta. 
LEZZETLER ARASINDA
Sığacık sokakları hafta içi sakin oluyor. Cumartesi ufaktan bir hareketlenme başlıyor, tencere başlarında teyzeler, kalem inceliğinde sarmalar sarıyor. Kimi yufka açıyor, kimi ıspanak yıkıyor. Pazar günü bir bakıyorsunuz baştan başa lokanta. Ev baklavası, su böreği, mantı, helva, nine kurabiyesi, mücver, kabak tatlısı, aşure, katmer, tuzlama, bazlama. Amatör gurmeler dalıyor köftelere dolmalara. Eh fiyatlar makul, tabaklar battal, ürünler katkısız olunca…  Perhizler erteleniyor bir sonraki haftaya. 
Bilhassa reçel hususunda iddialılar. Ne çeşitler ne çeşitler; şeftali, incir, erik, havuç, ayva, turunçtan tutun patlıcana. Çam balı, nar ekşisi, ahududu şerbeti, karadutum ağız yaralarına…  
Tezgâhlarda kekik, ada çayı, ıhlamur; nebatseverler için ısırgan, kuzukulağı, ebegümeci, labada… 
Sızma zeytinyağı, ev işi sabun, enginar suyu, erişte, kuskus, mandalinalı kolonya...
Egelilerin oyaya boyaya meraklı olduklarını duyardım, renk uydurmayı biliyorlar, danteller, tülbentler göz alıyor. 
Hasılı kimi takı yapıyor, kimi ahşap yakıyor, kimi tespih diziyor. Kekik imbikleyenler, biber patlıcan kurutanlar, tarhana ufalayanlar, salça serenler, lokma dökenler, turşu kuranlar… Bir şekilde sebep-leniyorlar sonunda. Pazarda koca koca meyveler, ufak ufak paralara. Hani uçağa sokma gailesi olmasa var ya… 
POŞU DOKU KOKU
Ziyaretçiler ekseri kavuniçi renkli poşulardan alıyor. Pamuk poşu bir Ege klasiği rençperleri tozdan topraktan ve güneşten koruyor. İcabında ıslatıyorsun sarı sıcak teğet geçiyor. 
Bugünlerde moda olmuş, entellerin boyunlarında, delikanlıların omzunda. Neticede bizim kültürümüz, yaşatılması hoşuma gidiyor. 
İzzet Efe körüklü çizmesi, yeleği, meşin bilekliği, yağlığı, mintanı, ibrişim kuşağı, taş tespihi ve kösteklisiyle geçmişi yaşatan bir memleket sevdalısı. “İskoç kasketi yerine poşu dolasaydın ya” diye takılıyorum, “Haklısın” diyor.
Ege kasabalarının kendine has bir kokusu var. Rüzgâr kâh zeytin, çiçek, narenciye yükleniyor, kâh çam, kekik, reyhan. Meltem olmazsa imbat, bir yerlerden yosun kokusu geliyor illa. Rüzgâr bazen hamam külhanlarında dolanıyor, bazen fırın çatılarında… Soba dumanını peşine takıyor da “Hımmm pırnar” dedirtiyor insana. 
SESLER RENKLER
Sığacık bir İstanbullu için     fazla sessiz. Düşünün belediye otobüsünün sesini uzaktan duyuyor, ondan sonra çıkıyorsunuz durağa. Balıkçıların ağ onardıkları müddetçe sesleri çıkmıyor ama akşama doğru halatlar çözülüyor, demirler alınıyor. Gırgırların dizelleri güçlü, turbo motorlar uğul uğul uğulduyor. Sandallar ise pat pat pat ritim tutuyor. Ses katlanıyor katlanıyor ve gidip tosluyor yalı duvarlarına. Martılar mı? Onlar kadrolu zaten, çığlık için bir bir bahaneleri oluyor mutlaka, güneş de açsa bağırıyorlar, yağmur da yağsa... 
Ege camilerinde bir Aydınoğlu havası hissediliyor. Minareler abartısız, şerefeler oval. Kubbe ve revaklar yosunlu kiremitlerle örtülüyor (ki hayranım onlara). Şadırvan çivilerine asılmış akça pakça havlular. Alıyorsun oh mis, sanki çeyiz sandığından çıkma. Demek ki, mahalleli camiye bakıyor, siliyor, süpürüyor, ıtırlıyor, ayakkabılıklar bile lavanta kokuyor. 
Sığacık’ta hayli bisiklet görüyorum, “Sahil boyunca on dakika pedal bas yeter” diyorlar, “Hem kalorin yanar, hem deniz işler alveollerine kadar.” 
Amatör gurmelerin yeni gözdesi Seferihisar

DERYA KUZUSU BUNLAR
Balıkhaneye saat on civarında uğramakta yarar var. Balıkçılar tuttuklarını getirip mermer üzerine atıyor. Mezat bence adil bir usul. O bir fiyat veriyor, şu bir fiyat, üç aşağı beş yukarı değerini buluyor. Mesela diyeceksiniz. Yaklaşık üç kiloluk bir kopez (İzmarite benzettim) yığını 20 liraya gitti ki, bence bedavadan ucuza. Barbunlar mercanlar hem iri, hem diri, belli biraz evvel çırpınıyorlardı oltada. 
Allı morlu bir balığa elimi uzatıyorum, “Sakın ha” diyorlar telaşla. İskorpitmiş meğer dikenlerine dokunanın vay gelirmiş başına. Gelgelelim bir çorbası olurmuş, on numara. 
Balığın fiyatı, miktarı ile ters orantılıdır malum. Ama balıkçılar azı pahalıya satmaktansa, bolu ucuza vermekten hoşlanıyor. Ne kadar çok tava cızıldarsa o kadar dua alacaklar zira. 
Liman kedileri sabırlı, bıkıp usanmadan bekliyor ve KDV’lerini koparıyorlar sonunda. Bizim böö dediğimiz kafalar, bağırsaklar ziyafet onlara. 
ONLARINKİ DE CAN 
Lakin köpecikler üzüyor beni. Tatilciler yaz başında paralarına kıyıp cins hayvanlar alıyor. Minik yavruyu kim sevmez? Şüphesiz neşelerine neşe katıyor maskara. Peki sonra? Sonra bırakıp gidiyorlar, ööyle kalıyor bir başına. Daha düne kadar şampuanlarla yıkanan, battaniyelere sarılan garip, titriyor ayazın altında. Zavallılar hazır mamaya alışmış, çöplükte eşinmeyi bilmiyorlar daha.
Limanda pahalı yatlar görüyorum, birileri mutlu azınlık faslından girip diş gıcırdatacaktır ihtimal. Hâlbuki yurdum insanının servet sahibi olmasında ne beis var? Adam kazansın ki, faydası dokunsun etrafına. Hem eskiden bu kadar amatör denizcimiz yoktu, bahriyeye adam seçerken zorlanırlardı hatta...
Yeni peydahlanan şeylerden biri de rüzgâr gülleri. Temizinden enerji. Ege’de rüzgâr çook, bin tane koysan çevirir evelallah. 
Bu arada hatırlatmış olayım pazarları arabanızı ilk gördüğünüz boşluğa bırakın, daha iyisini bulamayabilirsiniz sonra. 

Amatör gurmelerin yeni gözdesi Seferihisar

EVVEL ZAMANLAR.. 

Sığacık yakınlarındaki Teos, MÖ 2 bin yıllarında kurulmuş, koyun üstüne 2017 daha. Demek ki mazisi 40 asrı aşıyor. 
Eh kırk asırlık beldenin de bin yıllık bekçisi olmalı. Zeytin ağaçları vazifelerine sadıklar efendim, nöbet mahallini terk etmiyorlar asla. 
Teos, Efes kadar önemli bir liman, hatta MÖ 600 yıllarında Thales on iki Ion kentine merkez olarak onu tavsiye ediyor. Halkı ticareti biliyor, düşünün Nil Deltası’nda (Noukratis), Trakya’da (Abdera) ve Karadeniz’de (Phanagoria) koloniler kuruyor. Perslere karşı direnen Ion donanmasına en büyük desteği (17 gemiyle) yine onlar veriyor. 
Teos ağırbaşlı bir şehir, nitekim fazla içen, gürültü yapan ozanları barındırmıyor, Dionysos sanatçılar topluluğu Efes’e sürülüyor. 
Hayranlarından biri de İskender, öyle ki, şehri kanalla İzmir körfezine bağlamayı düşünüyor. Gelgelelim zelzelelerle ipi kopmuş gerdanlık gibi dağılıyor. 
Bölgede Lidya, Pers, Atina ve Isparta izi var. Dahası Bergama, Makedonya, Eski Yunan ve Roma…
Havali Emir Çakabey zamanında sancağımızla tanışıyor ki (1074), Malazgirt’in üstünden üç yıl geçmiştir daha.  
II. Haçlı Seferi (1147-1149) ile elden çıksa da Sultan Mesut tekrar Selçukluya katıyor. 
Seferihisar, bir ilim hikmet merkezi medreselerinden ne cevherler yetişiyor. 
Ecdat yerli Rumları da hoş tutuyor, asla baskı kurmuyor. Eğer üç yıllık Yunan işgalini (1919-22) saymazsanız Türk’ün elinden çıkmıyor bir daha. 
Aydınoğlu, Osmanlı, Timur… 
Bal pekmez fark etmez, hepsi bizden nasıl olsa. 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...