Al bizi vur onlara

A -
A +
Türkçe'nin içinde 3 bin Farsça kelime var.
Farisi'nin içinde Türkçe'nin nispeti de bir o kadar. Her iki lisana da 3'er bin Arapça kelime geçmişse (ki geçmiştir) orta yolu buluyorsunuz sonunda. Gençlerle olmasa da yaşlılarla anlaşıyorsunuz rahatlıkla. Kaldı ki ülkenin en az yüzde 40'ı Azeri, dahası Türkmenler var, Kalaçlar var. Sonra Kaçarlar, Kaşkaylar... Gencin birine soruyorum: "Türkçe biliyor musun?" "Hayır" diyor "bilmirem." Hem "hayır" hem "bilmirem" daha n'olsun, bayağı da biliyor.
Tabelaya "Cedde yek terefe" yazmışlar "Tek yönlü yol". Güzergâhi hevai, "üst geçit" oluyor. Bunları anlamak için Farisi okumanız gerekmiyor.
Selâm, onlarda da "selâm", lütfen "lotfen", teşekkür ederim "heyli memnun", bayan "hanım", bey "aga", rakamlar zaten mâlum tavlacılara...
Biz Hafız-ı Şirazi'ye aşinayız, Acemler Mevlana Hazretlerini iyi tanıyor. Onlar da çocuklarına Köroğlu'nu, Molla Nasreddin'i, Leyla ile Mecnun'u, Ali Baba Kırk Haramileri anlatıyor. Bostan Gülistan'da, Kelile ve Dimne'de hikmet arıyorlar.
Bizimkilerin Acem âvâvezehanlarıyla işleri olmaz ama onlar Tatlıses'i, Sandal'ı, Gündeş'i ezbere biliyor.
İran sineması dünya çapında lakin oturup uyduruk Türk dizilerini izliyorlar. Herkesin Türkiye'den bir takımı var, kendi aralarında "aslan-kanarya-kartal" çekişmesi yaşıyorlar. 
Türkiye'yi takip ediyor, AB'ye girmemizi gönülden istiyorlar. Ki bahane ile Avrupa'ya komşu olsunlar.
TAHRAN-ISPARTA
Suriye krizi çıkmadan evvel, Türkiye'den İran'a yılda 10 bin civarında turist gidiyormuş. İran'dan Türkiye'ye ise yüz misli geliyormuş. Hâsılı İstanbul'u, Bursa'yı bilmeyen, Bodrum'u, Marmaris'i gezmeyen yok.
Bir ara Türk kanallarından biri Antalya plajlarında pusuya yatıp İranlı hatunları zumlamış. Tahran yönetiminin fena halde canı sıkılmış, "Antalya seferleri iptal!" buyurmuşlar. Firmalar da "Direkt Isparta" seferi açmışlar. Kaldıkları yerden devam.
Tahran 15 milyonluk bir metropol, trafik İstanbul'u aratmıyor. Onlar da direksiyona geçince hırçınlaşıyor, vitesi boncuklu dolmuşlarla servis çekiyorlar. Onlar da Samand'larına faça yapıyor, kirli arabaların üstüne "beni yıka" yazıyorlar.
Genç bir nüfus var, gezmeyi, dolaşmayı, eğlenmeyi seviyor, güzel giyiniyorlar. Kesinlikle "ana erkil" bir cemiyet, evde hanımların sözü geçiyor.
Akşamları lokantaların önünde içindekiler kadar kalabalık görüyorsunuz, masalar boşalsın diye sıra bekliyorlar.
DÜGE YEMEYEN ÖLSÜN!
Ev yemekleri şüphesiz çeşitlidir, ancak dışarıda şiş ve safranlı pilav geliyor. Diyorlar ki 30 gün de kalsan menü değişmez. Pilav öyle tadımlık değil kayık tabakla sunuluyor, üç kişi kaşıklasa bitmiyor. Umumiyetle "jasmine" denilen ince uzun kokulu pirinci kullanıyor, makarna gibi haşlayıp indiriyorlar. Üzerine tereyağı kesip veriyor, buna "düge" diyorlar. Şımarıklık işte çocuğun biri anasına küsmüş, "Düge yerine ekmek yiyim de gör" demiş "ölim de kına yak!"
Yani İranlıya göre ekmek "öldürücü" bir şey, pilavsız hayat düşünemiyorlar.
Yeri gelmişken söyleyelim şişler de Zaloğlu Rüstem'in mızrağı gibi, üzerine okkayla tike (et) ya da cüce (piliç) geçiriliyor.
Gagalı balıkları da (Mersin) pek lezzetli, ah bi' de safrana bulamasalar...
Doğrusu cana yakınlar. Gülmeyi biliyorlar. Eh bu kadar safran yersen kıkırdayıp durursun tabii, bu nebatın vidaları gevşettiğini cümle âlem biliyor.
İranlıların bir sözü var: "Hizmeti seven Hindli ile evlensin, sohbeti seven acem alsın!" Konuşuyorlar da konuşuyorlar. Kalabalık mekânlarda bir uğultudur kopuyor. Ama lisanları şiir gibi, anlamasak da baymıyor, çekiliyor.


KEMANKEŞ AREŞ
Şah Rıza Pehlevi'nin sarayının önünde bir okçu heykeli.
Soruyorum "Kim bu?"
-Areş'tir. Bilirsen mi Areş nice kişidi? Areş yahşi bir kemankeşti. O vahıtlar İran ile Turan arasında ceng olup, sonra sulh yapırlar. Oturup karar virirler ki Türk hududu bir ok atımı geri kaydırıla. Areş yayını muhkem gerir, okunu salır yamanca. Ok uçur uçur, nere varsa iyi? Taa Turan'a. Bakarlar Areş mevt olmuş. Meğer canını gatmış okuna. 
Bu Areş besbelli bize yanlış yapmış ama Azerilerin ona sahip çıkması garibime gidiyor. Ülkenin neredeyse yarısı Azeri. Meşhed civarında, Hazar kıyılarında Türkmenler var, Urumiye'de Sünni Kürtler, doğuda Beluciler, güneyde Araplar. Ancak kanallar tek dilde yayın yapıyor. Tedrisat Farisi ve mekteplerde sadece Acem kahramanları anlatılıyor.

Başına tül attın mı hicab tamam!
Her ne kadar mani olmaya çalışsalar da her çatıda bir çanak. İnterneti kullanıyor, dış dünyayı izliyorlar. Modadan etkilendikleri vakıa, marka bağımlılıkları bizden fazla.
Örtünmek istemeyen örtünmüyor. Başına bir karış eninde tül atan "hicabı" kurtarıyor. 
Bazılarının makyaja mesai ayırdıkları belli. Burunlar kaldırılmış, dişler porselen kaplanmış. Saçlar boya, tırnaklar cila. Afilli gözlükler, pahalı telefonlar, apartman topuklar, aman bi' hava bi' hava.
Tabii, makyajlılar göze batıyor, çarşaflılar dikkat çekmiyor o başka.
Kadınlar hayatın içindeler, ekseri çalışıyorlar. Kotlular montlular da okullara giriyor, kamusal alanda fink atıyorlar.
Bu noktadan bakarsak bizim sistem daha ceberuttu bir zamanlar, hatırlarsanız ninem yaşında kadınlar bile muayene için başörtülü fotoğraflarına saç ekletmişlerdi bilgisayarda. Sırf bu yüzden tedavisi gecikenleri bilirim, ne çileler çekilmişti hastane koridorlarında.
Bizde kimin ne giyeceğine maaşı, lojmanı, kapıcısı, kapı açıcısı, çanta taşıyıcısı olanlar karar verirdi. Yok çene altı düğüm, yok yandan dolama. Senin fikrin sana kalsın, amcalar en iyisini biliyorlardı zira.
Biz nasıl adres tarif ederken Gazi Bulvarından git, Cumhuriyet Meydanına çık, Anafartalar Mektebinin yanındaki bina diyorsak, orada da Humeyni Caddesinde ilerle, Engılap Otelini görünce dur, Şüheda bulvarından dön, ikinci sokakta...
Irak-İran Savaşı derin izler bırakmış, duvarlarda gencecik çocukların resimleri... Cepheye gidenler ekranlarda hatıra anlatıyorlar hâlâ. Sabah akşam "cenk filmleri"... Saddamcılar acımasız tabii, revirleri bile tankla eziyorlar kah kah kahkaha.  İranlılar pek efendi canım, kibarlıklarından mermi sıkamıyor, habire pansuman yapıyorlar.
Bir zamanlar böylesi filmleri biz çekerdik, Yandım Ali'ler, İngiliz Kemaller, Yüzbaşı Tahsinler filan... Film kara pus kara yas ilerler, en beklenmedik anda sürpriz isim  "ya istiklal ya ölüm" der elindeki meşaleyi barut fıçılarına dokunduruverir! Alkış, ıslık, şamata...
Hasılı İran halkı bize çok benziyor ama iktidar dendi mi duracaksın orada.
Etrafımızdaki fitneleri eşeleyin, altından Tahran çıkmazsa gelin yanıma.

SEDEF İÇİNDE İNCİ!
Alışveriş merkezi kapısında "Zen der hicab / Hemçun gevherist der sedef" (Hicabdaki kadın, sedef içinde mücevher gibidir) yazsa da içeride çılgınlar gibi makyaj malzemesi satılıyor. İranlı kadınlar hırsla okuyor, erkeklerin önüne geçebilmek için çabalıyorlar. 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.