Alperenlerin dedesi: Oğuz Kağan

A -
A +

Kara Kağan adı üzerinde kara bir kağandır. Niye? Çünkü Şamanlıktan caymaz, adı güzel Muhammed'e (Sallallahü aleyhi ve sellem) uymaz. Ama hanımı Ay Han'da bir ümit ışığı vardır, zira o gizli gizli hakikati arar. Neyse destanımıza gelelim. Günlerden bir gün, Kara Kağan'ın hanımı Ay Han'ın sancıları tutar. Kara saçlı, yay kaşlı, peri simalı bir oğlancık doğurur ki yüzü gök mavi, ağzı ateş alası, gözü bal elâsıdır. Ay Han hatun oğlancığı bağrına basar ama üç gün üç gece geçer, Oğuz tek damla süt almaz. Annesi ağlar sızlar "güzel bebeğim n'olur em" diye yalvarmaya başlar. Çocuk dile gelir: Ey han, Ay-Han, öğüdümü alırsan! Hakka tapıp, eğer Hakkı tanırsan! Memen alır, ak sütünü emerim! Sana ana der, ellerinden öperim. diye mısralar dizmeye başlar. Ad almak kolay mı? Kadıncağız Kelime-i tevhid söyler de Oğuz, anasının göğsünden emer. Ama sadece bir kere. Destanlara bakarsanız bir daha sütle işi olmaz, tutar çiğ et ister. 3 gün sonra ayaklanır, 7'nci günde ata biner, 9'unda konuşur, 40 gün sonra büyüyüp delikanlı olur ki Türkler bu rakamlardan pek hoşlanırlar. Geceler günler geçti, seneler doldu. Oğuz Han büyüdü, yahşi bir yiğit oldu! Eveet, Oğuz emsalsiz bir yiğit olur ki (yine destanlara göre) ayağı öküz gibi kuvvetli, beli kurt gibi incedir. Omuzları samur gibi kıllı, göğsü ayı gibi geniştir. Yılkı güder, ata biner, ava gider. Gelgelelim Türklerde, "baş kesmeyene" ad verilmez. Civarlarda karanlık bir orman vardır. İçinde berrak sular akar, körpe ceylanlar koşar, semiz kuşlar uçar. Gelgelelim girmek ne mümkün, adımını attığınız anda karşınıza burnu gökleri yırtan bir gergedan çıkar. Halkı bu gaileden kurtarmak Oğuz'a düşer ki ad kazana. Kahramanımız ok, yay ve kılıcını alır, ormana koşar. Bir geyik yakalayıp ağaca bağlar. Ama bir anlık gafletine gelir, gergedan geyiği yutar. Oğuz bu defa bir ayı yakalar, ağaca bağlar, bir gelip görse ki canavar onu da yutmuş. Bu defa ağacın dibinde kendisi oturur. Çok geçmez, canavar gök gürültüsü gibi kükreyerek saldırır ardından toz duman kalkar. Oğuz onu kalkanıyla durdurur, kargısıyla vurur. Kılıcıyla keser, kafasını koparıp obasına döner... At, avrat, silah... Ad işi de hallolduğuna göre sıra gelir evliliğe. Atası ona büyük amcasının tarifsiz güzellikte kızını "münasip" bulurlar. Gülse yer güler, ağlasa gök ağlar. Gelgelelim Oğuz "iman etmediği için" bu kızla anlaşamaz. Bırakın el değdirmeyi, yüzüne bile bakmaz. Gönül bu, "belki hoşlanmadı" deyip ortanca amcasının kızını düşünürler ki bu kızın gözleri gökten gök, saçları ırmaktan dalgalıdır. Cildi ipektir, dişleri inci. Ama o da bildiğini okur, değişen bir şey olmaz. Üçüncü amcasının kızı öyle ahım şahım güzel değildir ama gönül ehlidir. Oğuz gibi iman etmiş, alnını secdeye değdirmiştir. Oğuz dedemiz "yüz güzelliğini", değil "iç güzelliğini" seçer, evladlarının "mayasına" dikkat eder. Derhal büyük bir toy hazırlatır, kırk sıra yaptırır, sofraları etler, pilavlar, şuruplar, tatlılarla donatır. Halk yer, içer, birbiriyle danış olurlar. Oğuz Kağan çoluk çocuğa karışınca dört yöne "yarlıg" (ferman) yollar. "Ben Uygurlar'ın kağanıyım, yerin dört bucağının da kağanı olsam gerektir. Sizlerden baş eğmenizi isterim. Kim benim ağzıma bakarsa (emrime uyarsa), onu dost bilirim. Kim karşı gelirse onu düşman tutar, çerilerimle gelir yok ederim!" Sağ yanında Altın Kağan adlı akıllı bir Beğ vardır, Oğuz'a at yüküyle altın, gümüş, mücevher yollar. Elçileri diz kırar hürmetlerini sunarlar. Emirlerini dinler, dost olurlar. Lâkin sol yanında Urum denen bir kağan vardır ki çerilerinin çokluğuna, balıgların (şehir) kalabalıklığına güvenir. Boyuna posuna bakmadan Oğuz Kağan'ın yarlıgına (buyruğuna) karşı koyar... Oğuz ona defalarca haber yollar ama aldırmaz. Eh artık bu işi cenk paklar...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.