Ariflerin kasrında Şah-ı Nakşibend

A -
A +
Ariflerin kasrında Şah-ı Nakşibend

"Son nefesinizde hangi hal üzerinde olmak istersiniz? Hep öyle kalın!" buyuran Hacegân hazretleri şu kabri vefatlarından birkaç gün evvel kazdırıyor. Talebelerine "ölüm nasıl olurmuş, size göstereceğim" diyor, gösteriyor da... Ariflerin kasrında Şah-ı Nakşibend

Şah-ı Nakşibend hazretlerinin hocaları Seyyid Emir Külâl Hazretlerinin Sühari köyündeki türbesi. Ariflerin kasrında Şah-ı Nakşibend

Şah-ı Nakşibend hazretlerinin annesinin Kasr-ı Arifan'daki kabri. DİL BAYORU Yol kenarında büyücek bir tabela görüyoruz. "Dil bayoru dest karda" Gönül zikirde gerek, elin işte ola! Halkın arasında duracaksın, çalışacaksın. Tembellik mi? Asla! İŞTE KERAMET Şah-ı Nakşibend Hazretlerine soruyorlar "Neden sizde keramet görülmüyor?" -Taşıdığımız bunca vebal yüküne rağmen ayakta duruyoruz. Bundan büyük keramet mi olur? Eğer bir gün nasip olur da Şah-ı Nakşibend hazretlerini ziyarete giderseniz size kapıda soracaklardır "Hocasını ziyaret ettiniz mi?" ,,,,- Yooo - Peki annesini ? - Hayır - Önce onlara gitmelisiniz, Mübarek öyle arzuluyor zira. Annelerini ziyaret kolay. Kabri, Kasr-ı Arifan'ın yanıbaşında... Yürüyerek gidebiliyorsunuz pekâlâ. Yıllar evvel burada bir köy vardı, şimdi kaldırmış park yapmışlar. Güllük gülistanlık, tarhlar havuzlar.... Doğrusu Özbek hükümeti türbelere değer veriyor. Şah-ı Nakşibend hazretlerinin Hocaları Seyyid Emir Külâl Hazretleri ise Sühari köyünde medfun, sanırım üç beş kilometre var arada.... Seyyid Emir, Server-i Kainat'ın (Sallallahü aleyhi ve sellem) nurlu torunlarından. Babası Seyyid Hamza aslen Medineli, sırf tasavvuf büyüklerine olan muhabbetinden dolayı Buhara'yı mekân tutuyor, Efşene köyüne yerleşiyor. Hanımı hamile kalınca Türkistan erenlerinden Seyyid Ata gelip kapısını çalıyor: "Allahü teala sana şanı yüce bir evlad verecek. Adını Emir koy" buyuruyor. Seyyid Emir'in farklı olacağı belli, annesi şüpheli bir şey yese karnına vuruyor, ikaz ediyor. Çocukluğu da öyle, vakarı ile düğme ilikletiyor. Seyyid Atâ hazretleri sırf onu görmek için Efşene köyüne kadar geliyor, ellerinden tutup yanına oturtuyor. Kendi sarıklarını çözüp, Seyyid Emir'in başına sarıyorlar. Bambaşka bir hal, şahitler bir hoş oluyor. PEHLİVAN Seyyid Emir yapılı bir genç... Bileklerinde nasıl bir güç, tuttuğunu koparıyor. 14-15 yaşlarında iken güreşe merak salıyor. Buhara'nın namlı pehlivanlarını peşpeşe deviriyor. Seyirciler arasında alışılmadık biri, Muhammed Baba Semmasi hazretleri! Onun gibi ilim hikmet ehli bir zatın burada ne işi olabilir? "Bu meydanda öyle biri var ki" buyuruyor, "o zahir değil bâtın pehlivanı olacak! Niceleri onun hürmetine kurtulacak!" Bir başka gün... Seyyid Emir yine güreş meydanında... Rakibini bunaltmakta... Aaa o da ne? Muhammed Baba Semmasi hazretleri akça pakça sarığı ve pamuk gibi sakalıyla ona bakıyor. Ne bir ses, ne de işaret. Telsiz pulsuz bir davet. Bir anda Allah ve Resulünün aşkıyla dolup taşıyor. Rakibini bırakıp Muhammed Baba Semmasi hazretlerinin peşine düşüyor. Dergâha bir giriyor, pir giriyor, 20 yıl eşiğinden ayrılmıyor. Bu nasıl bir muhabbettir bilinmez, hocasına doyamıyor, o dondurucu bozkır ayazında sohbete koşuyor. Dile kolay Sühari, Semmas arası 30 km'yi aşıyor. Seyyid Emir Hazretlerinin büyüklüğünü şuradan anlayın Şah-ı Nakşibend gibi bir zirveyi o yetiştiriyor. Mübarek sanat sahibi... Çanak çömlek yapıyor. Zaten adındaki "külâl" eki de oradan geliyor. GÖNÜLLERİN NAKKAŞI Behâeddin Buhârî hazretleri de evlâd-ı resul! Genç yaşta ilim sahibi oluyor, hallere sırlara kavuşuyor. Nefsini terbiye hususunda çok gayretli. Mesela hayvanlara hizmet ediyor, karınlarını doyuruyor, yaralarına merhem sürüyor. Kediymiş köpekmiş, önlerinden bile geçmiyor, kenarda durup yol veriyor. Sonra yollara yıllarını veriyor, Taşları dikenleri ayıklıyor, çukurları dolduruyor, pislikleri süpürüp uzaklara atıyor. Müminler müşteki olmasınlar diye ter döküyor. Önce Muhammed Baba Semmasi sonra seyyid Emir Külal hazretlerinin terbiyesinde yetişiyor ve velilere serdar oluyor. *** Bir gün Şeyh Seyfeddin'in kabri başında oturuyorlar. Yanlarından koca ırmak (Zerefşan) akıyor. Söz velilerin hallerinden açılıyor, dervişin biri soruyor "şimdi böyleleri kaldı mı acaba?" Mübarek "hiç kalmaz mı" diyor, "öyle zatlar vardır ki şu ırmağa yukarı ak dese, yukarı akar!" Ne oluyor biliyor musunuz? Nehir duruyor, dönüyor, yukarılara yukarılara vuruyor. Şah-ı Nakşibend hazretleri mahçup: "Ben sana yukarı ak demedim ki ama..." YANIYOR YAKIYOR Mübarek o gün havuz başındalar, ayakları suda... Gencin biri yaklaşıyor "Efendim talebeniz olmak istiyorum" -Gel otur yanıma! Oturuyor, ayaklarını havuza sokar sokmaz, bir haldir kaplıyor. Ayağını çeken çekene, su fokurduyor. Aşk ateşi ile gelmiş. Yanıyor, yakıyor. *** Hacegân hazretleri bir başka şehre gitmek için yola çıkıyorlar. İki hafta kadar kalacaklar. Dergâh sanki boşalıveriyor. Talebelerinden Emir Hüseyin hasretine dayanamıyor. Başına gelecekleri de biliyor ama... "Korkarım dönecekler" diyor arkadaşına. Sabaha karşı kapı vuruluyor. Mübarek karşılarında: "Önüme muhabbet setleri çektin be evlâdım, ben o dağları nasıl aşayım?" *** Şah-ı Nakşibend Hazretlerine soruyorlar "Neden sizde keramet görülmüyor?" - Taşıdığımız bunca vebal yüküne rağmen ayakta duruyoruz ya. Bundan büyük keramet mi olur? Halbuki zaman zaman harikulade haller yaşanıyor. Mübarek "bunlar tarikatın cilveleridir" deyip geçiştiriyor. Maksat Allah-ü teâlâ... Talebelerine setr-i kerameti öğretiyor. O DEĞİL BEN! Kul hakkından çok korkuyorlar, bu hususta pek hassaslar, kılı kırk yarıyorlar... Bir gün dervişlerinden biri, köylünün teki ile takışıyor, ağzından kırıcı sözler çıkıyor. Dergâha geliyor ama ne iltifat, ne âlâka... Dayanamayıp soruyor "efendim nerde hata yaptım acaba?" -Köyüne dön, kırdığın adamın gönlünü al, öyle gel yanıma! Derviş köyüne koşuyor, adamı buluyor. Yalvarıyor yakarıyor "ı ıh!" Garibim peşi sıra dolanıyor ama helalleşemiyor. Üç gün, beş gün... Ne mümkün? Çaresiz, mahzun, perişan! Bir gün tak tak kapı vuruluyor. Açsa ki hocası karşısında. Birlikte incinen adamın evine gidiyorlar, büyük veli yanağını eşiğe koyuyor. "O cürmü dervişim değil ben işledim. N'olur affet!" Böyle bir zat kırılır mı? Kırılmıyor. HÂZÂ GÜLİSTAN Kasr-i Arifan çok bakımlı, Özbekler üstüne titriyor... Tuvaletler şadırvanlar tertemiz, titizleri bile rahatlatacak kadar. Küliye içinde birkaç dükkan var. Cüz, ıtır, tesbih, hediyelik satıyor. Hazırlıksız gelenler takke tülbent bulabiliyorlar. Yeni evlenen gençler ve sünnet çocukları önce buraya uğruyorlar. Sadece yerli halk değil uzak illerden de konuklar geliyor. Mesela Çeçenler ve Dağıstanlılar çok itibar ediyor. Aklınızda olsun, yöre halkı Arif-i Rivegeri hazretlerini "Mohitobon" (ay gibi nurlu), Mahmud-i İncirfagnevi Hazretlerini "Hace Mahmud", Ali Ramiteni hazretlerini "Molla Romiten" ya da "Azizan", Behaeddin Buharî hazretlerini ise "Şah-ı cihan" ya da "Hacegân" adıyla tanıyor. Bizim bildiğimiz isimler burada kullanılmıyor. Hasılı rehber olmadan yol iz bulmak çok zor. İrfan turizm iyi bir çalışma yapmış, güzergâhı mantıklı çizmiş, vakit kaybedilmiyor. GÖNLÜ ZENGİN Alaaddin Attar hazretleri anlatırlar: Hâce Behâeddîn Nakşibend Hazretleri fakir sayılırdı. Toprakla uğraşır, nafakalarını rençberlikten çıkarırlardı. Evlerinde eşya azdı, yere eski bir kilim serer, üzerinde namaz kılarlardı. Paralarına asla haram karıştırmaz, şüphelilerden uzak dururlardı. 'İbadet on kısımdır. Dokuzu helâl rızık aramaktır..." hadîs-i şerîfini sıkça hatırlatırlardı. "Lokmasına haram karıştıran, ibadetinden tad alamaz" buyururlardı. Kerem sahibiydiler. Bir kimse hediye getirse, iki misli ile mukabelede bulunurlardı. Tanısın tanımasın bütün misafirlerini güleryüzle karşılar, ellerinde ne varsa çıkarır, bizzat hizmet etmekten zevk duyarlardı.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.