Babıâli'nin "bir bilen"i Ahmet Mithat

A -
A +

Ahmet Mithat Efendi öncelikle romancıdır ama herkesten bilgili ve görgülü olduğu için sık sık parantez açar, açıklamalar yapar. Mesela diyeceksiniz: Madam Noralya telefonu kaldırdı. (Mâlum, telefon kabloya bağlı, üzerinde numerolar olan siyah kutu şeklinde bir zerzevat olup yüzünü göremediğimiz insanlarla konuşmaya yarar. İki ana kısmı vardır ki birinin adı ahize, diğerinin adı...) Bazen tam romanın kahramanı eline kaşığı almıştır ki hazret "fasulyenin faydalarından" bahse kalkar. Adamın romandaki rolünü unutup Frenklerin tarıma nasıl önem verdiklerinden girer, yemek tariflerinden çıkar. Eh bu arada "kalaysız sahanların tehlikelerinden" ve "asri pişirme kaplarını kullanma zamanının gelip de geçiyor olduğundan" söz açmadan yapamaz. Derken kahramanımızın yolu limana düşer, Ahmet Mithat Efendi fırsatı kaçırmaz, batılı ansiklopedilerde "buharlı makineler" üzerine yazılmış ne kadar mâlumat varsa peş peşe sıralar. Hele hele birisinin dili sürçmeye görsün romanın akışı durur, günlerce "gramerin lüzumu ve ehemmiyeti" üzerine yazar, içinizi bayar. Okuyucuya göre final İstanbullular buna rağmen her sabah büyük bir merakla Tercüman-ı Hakikat gazetesi alır ve alelacele yarım kalan romana bir göz atarlar. Evi Beykoz'dadır, sabah vapuru ile Köprü'ye gelinceye kadar hikayenin kahramanlarını bir yerlere yollar, küstürür, barıştırır, evlendirir, boşandırır ve bol bol akıl satar. "Eşekten doğma katır / ne hal bilir, ne hatır!.. Kaymağı seven, mandayı cebinde taşır..." gibi sözleri sıkça kullanır ki o devirde bunlar "iyi prim" yapar. Bazen yolcular önünü keser "o hain dadı ile körolasıca seyis dururken gencecik kızı niye öldürdün" diye hesap sorarlar. Hatta kalabalıklar toplar, nümayişe kalkışırlar. Efendi, kimseyi kırmaz dadıyla seyis bir şekilde cezalarını bulur, genç kız silbaştan "beyaz atlı prens"ini beklemeye başlar. Ahmet Mithat Efendi uzun boyu, geniş omuzu, enfiye çekmekten derisi köseleleşmiş burnu, yuvarlak çenesi, çıkık elmacık kemikleri ve heybetli kafasıyla ortalıkta telaşlı telaşlı dolanır ve kimseye aldırmaz. Kimin ne giydiği umurunda değildir o kendine göre "maça" yapar, yeni yetme özentiler gibi Figaro gazetesini (başlığı görünecek şekilde katlayıp) setresinin cebine sokar. Pantolonunun arka cebinde bir rovelver (tabanca) parıldar, koynundan, çantasından mürekkebi akmış müsveddeler sarkar. "Daire-i Ümur-i Sıhhiye Reis-i Sanisi Atufetlu ve devletlü Ahmet Mithat Efendi Hazretleri" gibi bir unvan ile anılsa da, başında kalıpsız ve yağlı fesi, elinde çoban değneğini andıran kalın bastonuyla halktan biri gibi yaşar. Her mevzuda uzman! Dile kolay Ahmed Mithat Efendi tam 226 adet eser yazar. Bazen Jules Verne gibi coğrafi ve fenni mevzulara girer (Acaib-ü âlem) bazen Aleksandr Dumas gibi serüven kovalar (Hasan Mellâh, Hüseyin Fellâh). Ne Şerlok Holmesvari polisiye romanlardan geçer (Hayret, Esrar) ne de gerilim (Cinayet) ve seyahat yazılarını (Avrupa'da Bir Cevelân) atlar. Zaman zaman peşrevsiz nasihate kalkar (Avrupa'da Adab-ı muaşeret ya da Alafranga), astronomi, fizik, iktisat, tıb, tarım, mimari farketmez, o her konuda yazar. Eh, tarih gibi ciddi bir dalı da atlamaz, sağolsun dünya tarihi üzerine "Kâinât", Osmanlı tarihi üzerine "8 cild Mufassal", Tanzimat devri üzerine "Üss-i İnkılâb" adlı kitapları yazıp ufkumuzu açar. Hasılı bir koltukta iki değil beş karpuz taşımaya çabalar. Macera ve zabıta romanlarında fevkalbeşer hadiselere ve akıl almaz tesadüflere sığınırken günlük hayatı tasvirde pot kırmaz (Felâtun Bey ile Râkım Efendi, Henüz 17 yaşında). Ahmet Mithat Efendi her rüzgârdan etkilenir ve hayat mektebini bir türlü bitiremez. Okuyucuyu yetiştirirken yetişir ki Tanpınar onun için "öğretmek için öğrendi" demekten kaçınmaz. Ahmet Mithat Efendi hadiselere okuyucuları da katar ikide bir onlara dönüp düşüncelerini sorar. Dostlarına "Sulfatoyu (acı bir ilaç olmalı) bile çocuğa, şekere bulayarak yedirirler. Halka da bilgiyi öyle vereceksin" der. Alıcısı hazır, takipçisi sadıktır, bu yüzden "reyting endişesi" yaşamaz, üslup kaygısı taşımaz. Ağzına geldiği gibi çalakalem karalar... Kısacası ömrü boyunca "hayatı kullanma kılavuzu" yazar. Siz misiniz alaya alan! Ancak üstâd bir ara okunmadığının (ya da hafife alındığının) farkına varır ve çok darılır. Hayranlarını romansız bırakır, intikamını acı alır. On parmağında on marifet olduğu için alır başını gider, Dâr-ül-fünun (fen fakültesi gibi bir şey). Dâr-ül-muallimât (kız öğretmen okulu), Medreset-ül-şâizin ve Dâr-üş-şefaka'da genel tarih, felsefe, pedagoji, dinler tarihi okutmaya başlar. Ancak yazamamak onu tez yıpratır, tam yeniden yazmanın hesaplarını yapıyordur ki ecel yakalar. (28 Aralık 1912) Ahmet Mithat Efendi'nin fikirlerine katılmak mümkün değildir (zira sık sık fikir değiştirir), tarzı ve üslubu da tartışılabilir ama millete okuma zevki aşıladığı bir hakikattir. Ondan bir paragraf Biz maarif istiyoruz! Adam olmak istiyoruz! Bunların gözleri açılırsa zapt-u raptları müşkül olur diye bize maarifi imsak ediyorlar. Pekala gözümüz açılır ise neyi göreceğiz? Bir fenalık var da onu görecek isek, o fenalık niçin oluyor? Ey asaf! Biz saadet isteriz. Sehrah-i medeniyyette herkes yol aldı, menzil-i maksuda vardı. Onlar sadr-i saadette murabbanisin (bağdaş kuran) oldular. Biz ilerleyemedik! Biz geride kaldık! Onların saadetine nazar-i tahassurle bakıyoruz. Ah biz bu derecede kalacak adamlar mıydık?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.