Baş koymuştu Türkiye'nin yoluna DİLAVER CEBECİ

A -
A +

Rahmetli Dilaver Hoca ilahiyatçıdır, Arabi'ye, Farisi'ye vakıf, Türkçe'ye âşıktır. Nesri de şiir gibi yazar, "akıcı" çok kullanılan bir tabir ama onun satırları hakikaten akar. Okuyucusunu kâh kavruk çöllere çağırır, kâh güneşe küskün vadilere sokar. Dilaver Hocanın gölleri durudur, suya uzanan yılgınlar, suyu alnından öpen söğütler ve sularda yıkanan dolunay... Ama ırmakları yatağına sığmaz, dövünür durur, çılgınca çağıldar. Vey mesela... Sinesindekileri damarınıza döker de nabzınıza hız katar. Sanki bir yerlerden kılıç şakırtıları gelir, zeminde pıhtılaşan kanlar. Hoca döner dolaşır ecdadın ayak izlerini arar. O, bir ulaktır... Ulak... Atsız, pusatsız ve yalınayak! Genç nesle kalkın, silkinin, uyanın diye haykırır. Kalemini kırarcasına, boğazını yırtarcasına... ATLARA VE DAĞLARA Hele sabırsız sabırsız eşinen bir safkanı anlatacak ki dinleyesiniz. Yüce dağ başına bulut nasıl yakışırsa, küheylan üstüne yiğit öyle yaraşır ancak. At dediğin ateş gözlü olmalıdır, alnı akıtmalı, nefesi sıcak, yeleleri ipekten yumuşak... Onun kısrakları ak bayırda göğce çimen otlar, toynağında kara demirler çatlar ve gem ağızda dokuz hendek atlar. Düşte uçmak murattır derler, akıncı atıyla uçar. Bir bakarsınız Asya'nın kuytularındasınız. Seyisler, cilasınlar, ak sakallı bezirganlar... Hanlar, hamamlar, kervansaraylar... Şadlar, beyler, noyanlar... O iklimde yalan dolan olmaz, makaslar düz keser, teraziler doğru tartar! Onun cengaverleri kurt başlı kılıç taşır ve tek başlarına bir tümen yağı basarlar. Mücahid küffardan niye korksun? Bi iznillah Üçler, Yediler, Kırklar yardımına koşar. Kağanlar bilgece konuşur, yüreklere cenk ateşi düşürür, bayrağı yıldızlara dokundururlar. Adildirler, merhametlidirler, kılıçları sadece Hakk için kalkar. USTASINA... Kahramanımız ustaları dolanmaktadır o gün. Önce demirciye uğrar, başlar hayalindeki palayı anlatmaya: "Kılıcın hası güneşi iliklerine kadar emmeli, yıldız yıldız şavklanmalı, kabzasında akikler mercanlar parlamalı ve ıslak keçeyi bir hamlede yarmalı usta" der, "çeliği terinle ıslat ve üzerine celi hat ile korkunun ecele faydası yoktur yaz!" Sonra usta bir kemankeşe gider. Şöyle katı, hırslı, sağlam bir yay arzular, kirişi öküz sırımından... Bir de işlemeli sadak. Okunun temreni dokuz gergedan derisini geçmeli, dokuz çeriyi delmeli ve girmelidir dokuz arşın toprağa. Bozdoğan ustasından istediği altı dilimli canavar, tuğları tolgaları eciş bücüş etmeli, kaba döşlü aygırları çökertmelidir bir vuruşta. Kılıç, kalkan, ok, yay, gürz, şeşper, mızrak... Bunlar kolaydır da... Ya, ilimle edeple donanmak... N'olur bana Arapça öğretin, Farsça öğretin diye yalvarır ulemaya... Dağların, göklerin ilmini belletin ve alıp götürün bir kalp ustasına! Özetliyoruz tabii, Dilaver Hoca akla gelmez tasvirler yapar bu arada... Ustaca! AHİR ZAMAN DERVİŞİ Dilaver Hoca İmparator Herakl'ın hakikati gördüğü menkıbeyi tafsilatıyla anlatıp sorar: Ya siz, bizi inkar edenler, bizim gibi görünenler, bize iftira edenler. Acaba sizi sizden özge beğenen var mı? Hıristiyan Herakl kadar olamadıysan yazık sana! Mavi Türkü'de evet suçluyum der, Türk olmaktan, vefalı olmaktan, merhametli olmaktan, ilim yaymaktan suçluyum. Vurun bana! Vur ey kör dünya vur! Vur ama bunun diyeti ağır olacak! Halbuki... Halbuki bu kadar cenkten cidalden bahseden şair karıncayı incitmekten korkar. Mum ışığında Furkan süresini okuduğu bir akşam sinir bozan bir sinek mushaf-ı şerife konar. Dilinde "La yâktulûne" kelimesi... Söyleyin artık eli nasıl kalkar? Hoca herkesle dosttur, mümin nasıl sevilmez Kâlû belâda tanışmıştırlar. ÜSKÜDAR BAŞKA Dilaver Bey, aslen Malatyalıdır, Kelkit'te doğar, Kırıkkale'de büyür, Ankara'da okur... Ve gelir tutulur İstanbul'a... Dersaadetin hafızları daha yanık sesli, nakkaşları daha zevkli, mimarları daha mahirdir zira. Zaman zaman Üsküdar iskelesine iner, karşı tepelere bakar. Ecdad kadırgaları böylesi ılık bir gecede çekmiş olmalıdır. Halatlar altında moraran omuzlar topraklaşsa da sızısını yüreğinde duyar. Boğaz gecelerinde gönlü kabarır, kulaklarında gülbank! Yedi mehterin sesi, yedi yanda... O gün Necip Fazıl'ı toprağa bırakmıştırlar, akşam Berat kandili... Kur'an-ı kerimi açar, Rahman sure-i celilesini tilavete başlar. Duyduğu hazzı nasıl anlatsa şimdi, bilirsiniz bazen kelimeler aciz kalırlar. Dilaver Hoca'nın yükü ağırdır. Gafillere, günahkarlara, nefsine uyanlara da seslenir, semadaki kapıların aralandığı anları hatırlatır. Hani karanlık kasvetli bir orman, güneşli bir düzlüğe açılır ya. Hani sabahlara kadar kabus gören biri ezanlarla uyanır ya... Müjdeli eşiği göstermeli ve "haydi gir" demelidir onlara.. YILDIZLARA UZANMAK Bu gecenin geleceğinde pembe tenli, cennet kokulu çocuklar, mütevekkil ihtiyarlar, ümitleri seyyarelerde asılı hastalar vardır ve maviye pervane martılar! Geceler yıldızlarla güzeldir. Yıldızlar siyah eşarp üstüne serpilmiş pullar. Merih, Zühre, Utarit, Zühal... O, ulaşılmaz diyenlere inat dokunmaya çalışır.. Yıldızlar kadar uzak olsa da ülküye uzanır. Dilaver hocaya memleket nere diye sorulmaz, gönlü Asya'nın her köşesinde atar. "Ya yaşınız?" Kendinde emin bir ifadeyle "üç bin" diye fısıldar. Öyle ya 30 asır önce doğmuştur ve ölmemiştir daha! ÇAĞRI CEBECİ BABASINI ANLATTI Dağlar da yıkılırmış! Merhum Dilaver Cebeci'yi en iyi kim anlatır? Elbette oğlu Çağrı. Yüzünde Dilaver Hocanın çizgileri, sohbeti babası gibi tatlı. Söze "biliyor musunuz babam sporu çok severdi" diye giriyor, "zamanında güreş yapmıştı, bileğine sağlamdı. Hatta onunla bir bady salonuna yazılmıştık. Gençlere taş çıkarırdı, millet bizi abi kardeş sanırdı. Sabah seherle kalkar, mutlaka yürüyüş yapardı. Geniş omuzluydu, kürsüyü doldururdu. Görenler "heyyt be" derlerdi, "işte Dilaver Hoca bu!" Ben onun bitmeyen enerjisini, berrak zihnini sağlam bünyesine bağlardım. Kim bilir belki de bu yüzden nazara geldi, 1999 yılında bir beyin kanaması geçirdi. Hafızası bulandı ama melekelerinden kopmadı. Yine yürüyüş yaptı ve namazını asla aksatmadı. DEDE KORKUT GİBİ... Talebeleri ile yakinen ilgilenirdi. Vatana millete hayırlı olmalarını arzular, Allah yolundan ayrılmayın derdi. Üstüne basa basa, altını çize çize "bedenimiz Türk, ruhumuz İslam" der, ecdada lâyık olmamızı isterdi. Mizahı çok severdi, sanırım bana da ondan geçti. Biz mizah derneğini kurduk, babam vefat etti. Teknolojiden hazzetmezdi, evet bilgisayar kullanırdı ama bıraksalar hokkayla divite dönecekti. Dost canlısıydı, eli açıktı, ikrama bayılırdı. Gençler ondan bir şeyler kapmak ister, o da gençlerden ilham alırdı. Bir gün rüyasında Efendimizi (Sallallahü aleyhi ve sellem) görüyor. Kalabalık sırada... Server-i Kainatın mübarek ellerini öpen arkaya geçiyor. Babamda öpüyor ama arkaya almıyorlar. Sanki bir şeyleri tamamlaması isteniyor. Biliyor musunuz arkaya geçenler tek tek vefat ettiler. Eş dost öldükçe babam "aaa o da kuyruktaydı" der, rüyasını hatırlardı. Çok seyahat ederdi. Bir keresinde mahalleyi toplayıp Söğüt şenliklerine götürmüştü, Mustafa Aydemir adlı bir arkadaşı kaybettik. Gidip anons yaptırdık, Yörük çadırına belki 30 tane Mustafa Aydemir geldi, yarısı tanış çıktı. Üsküdar'ı çok sever, dolanmadık sokak bırakmazdı. Aziz Mahmud Hüdai hazretlerine ayrı bir muhabbeti vardı. Yağmurlu havalarda evde duramaz, ıslanmaya bayılırdı. Ne diyeceksiniz... Şair farkı... Ben babamı şiir yazarken hiç görmedim o gözlerini kıstı mı bir şeyler kuruyor demekti, gece oturur kaleme alırdı. Son aylarda memleketini özlemişti. Gümüşhane'ye gittik. Meğer baba oğul son yolculuğumuz olacakmış. Otel odasında baş başa kalmış, uzun uzun dertleşmiştik. Halbuki o günlerde çok meşguldüm, iyi ki de randevularımı ertelemişim. Babam Osmanlıca eserlerden bilinmedik şerbetleri, duyulmadık taamları bulur çıkarırdı. Darülziyafe aşçıları bunları titizlikle pişirip kotarırlardı. Bu sahada da ilk oldu, adeta çığır açtı. Zaten hep yapılmamış işlere imza attı, şiirleri hikayesi ile anlatan bir kitap hazırladı. Türkiyem'i Kırıkkale'de yazmıştı mesela, onun ölürüm dediği yokuş evimizin önünde uzanırdı. Namaza çok ehemmiyet verirdi, onunla en büyük zevkimiz uzak semtlerdeki camilerde saf tutmaktı. Hazireyi atlamaz, ecdadı fatihasız bırakmazdı. Kabir taşlarını tek tek tanıtırdı. Bu paşa, bu sadrazam, bu muvakkit, bu çeşnicibaşı... Kavukları farklı farklı... Kuş evleri, imaretler, mektepler... Menkıbelere menkıbe ekler, mevzuyu vakıf medeniyetine bağlardı. Hiç unutmam "mihr" güneş, "mah" ay demişti bir keresinde. Mihrimah Sultan ayın ve güneşin doğup battıkları yerlere birer cami yaptırmış, ismini Asitaneye yazdırmıştı. Bilirsin o camilerin biri Üsküdar'da biri Edirnekapı'daydı! Bak ne geldi aklıma 1993 Simav'a gitmiştik, Yümni hocalarla, maaile... Babamı kaybettik, ahbabı çok ya, yine bir yerlere takılmış olmalıydı. Ara ara yok. Yümni Hoca Belediye ofisini görünce uyandı "Gel Çağrı" dedi, "bir oyun oynayalım şuna!" Birazdan şu cümle yankılanmaya başladı Simav sokaklarında: "Dikkat Dikkat! Dilaver Cebeci adında bir çocuk kaybolmuştur, bulanların insaniyet namına..." 1999 beyin ameliyatından sonra ailecek bocaladık. Derneklerden, kurumlardan bir şeyler bekliyor insan. Öylesi anlarda garipliyor, sığınacak birilerini arıyor. Allah Razı olsun Enver Ören amca, Yümni Sezen hoca bize sahip çıktılar. Hâlâ kara gün dostu dendi mi onlar gelir aklıma. Babam dağılan hafızasına rağmen vecizeler söylüyordu, ah ne hoş, ne feyzli sohbetlerdi onlar... Haydi şimdi ara ki bulasın. Sitareler yetim kaldılar. KOPUZ KOPTU, OZAN SUSTU Geldik gidiyoruz işte, önemli olan hüsn-i hatime... Şükürler olsun huzurlu öldü, adeta uyur gibi... Karacaahmed'e defn için çok uğraştık, meğer SİT alanı ilan edilmiş, olmadı. "Sonra Çengelköy'ü gösterdiler. Boğaz'a hakim bir tepe. Kabristanı görünce Medine şiirindeki bir mısra takıldı dilime. "Dostlara vasiyetimdir, beni dağlara gömsünler!" Babam iki şeyi çok severdi zaten, atları ve dağları. Hem bilir misin o nazlı hilale sevdalıydı. Şu işe bakın ki Türkiye'nin en büyük bayraklarından biri yanı başında dalgalanıyor. Gölgesi kabrinin üstüne düşüyor. Allahü teâlâ gönlüne göre verdi. Tevafuk işte! Planlasak olmazdı.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.