Baskın değil katliam

A -
A +
Kasım 1853... Rusya gücüne güç katmış,  Avrupa'yı zorluyor. Çar'ın aklı fikri Akdeniz'e açılmakta... Balkanlar'daki Ortodoksların hamiliğine soyunuyor, Sırpları, Bulgarları, Rumları kışkırtıyor. 
O kadar küstahlar ki Prens Mençikof İstanbul'a gelip tehditler yağdırıyor.
Osmanlı devletinin zaten gailesi çok, bir de Rusya ile boğuşmak istemiyor. Ama bu Moskof'a boyun eğeceği manasına da gelmiyor.
Ne zaman ki Ruslar, Eflak Boğdan'ı (Romanya Moldovya) işgal ediyor, köprüler atılıyor. Fransa, Avusturya ve İtalya, Çarın istilacı tavrından rahatsız, hele İngiltere, Hindistan yolunda Rus görmek istemiyor.
Bu uğurda savaşı göze alabilecek kadar kararlı, bilhassa Osmanlı-Rus çatışmasından medet umuyor. Neyse şartlar sağlanıyor, düğmeye basılıyor.
İlk işimiz Boğazları tahkim oluyor, Silistre, Vidin ve Rusçuk'a takviye  yolluyoruz. Erzurum ve Kars bataryalarına yeni toplar döşeniyor, baruthaney-i hümayun 7/24 çalışıp mühimmat hazırlıyor.   
Bu arada Mısır'dan savaş gemileri ve bahriyeliler getiriliyor.
Rusların da Kafkas Müslümanları üzerindeki baskıları artıyor. Şeyh Şamil ve arkadaşlarının silah ve mühimmata ekmek, su kadar ihtiyaçları var. Patrona Mustafa Paşa komutasındaki 6 gemi, gerekli malzemeleri yükleniyor kardeşlerimize ulaştırmak için yola çıkıyor. 
Henüz denizlerde bir çatışma yaşanmış değil, her iki taraf da ihtiyatlı davranıyor. Evet, gidip liman basabilirsiniz ama bu karşı taraf da mukabele hakkı veriyor. Üç beş geminin imhası bile büyük maliyet, göze almak cesaret istiyor. 
Neyse gemilerimiz Trabzon ve Batum'da soluklanıp sağ salim Sohumkale'ye varıyor. Emanetler yerine teslim ediliyor. 
Osmanlılar Patrona Osman Paşa komutasındaki 10 gemiyi devriye çıkarıyorlar. Gelgelelim bunlar küçük tekneler, Rus donanması karşısında şansları bulunmuyor.
KAR BORA FIRTINA
Kasım ayının ortalarında Karadeniz patlıyor. Gemiler birbirlerini kaybediyor. Karadeniz malum limandan yana fukaradır, fırtınaya yakalanan Sinop'a ulaşmaya çalışıyor. Birer ikişer limanda buluşuyorlar.
Tayfaların çoğu Anadolu'dan toplanmış çiftçi çocukları, deryayı tanımıyor, yüzme bile bilmiyorlar.  Garipleri deniz tutmuş, benizleri solmuş, ayakta zor duruyorlar. Gemiler limana giriyor ama yelkenleri saracak mecalleri kalmıyor.
Sinop ticaret gemileri için mükemmel bir sığınak ama donanmaya kucak açacak donanımdan mahrum o yıllarda. Bataryalar tamire muhtaç, toplar fi zamanından kalma. Bırakın bunları, kömür yok ambarlarda. İstanbul'a dönen Mustafa Paşa vaziyeti alakalı mercilere bildiriyor hatta "düşmanın zuhur ve hücumunda muhafazasının mümkün olamayacağı..." şeklinde bir tahrirat yazıyor.
İstanbul, bu sulara ağır cenk vapurları yollamayı ve limanları redif askerleri ile desteklemeyi kararlaştırıyor.
Çar Petro ve Katerina'lı yıllardan beri güçlendirilen Rus donanmasının hayli sabıkası var, Navarin baskınının üzerinden sadece 26 yıl geçmiş daha.
27 Kasım günü Patrona Osman ve Hüseyin Paşalara tehdit kokan bir emir yollanıyor: "İstanbul'a doğru hareketlenin ma'azallahi te'âlâ kusur ve rehavet yüzünden bir zayiat hâsıl olursa, hakkınızda..."
Meğer o günlerde Osmanlılar Tuna'yı geçmiş Kalafat'ı almışlar, Kafkas mücahidleri de Şekvetil Kalesini ele geçirmeyi başarmışlar. Rusların canı sıkkın  askere moral verecek bir zafer için yanıp tutuşuyorlar.
Rus Karadeniz Filosu Komutanı Amiral Pavel Nahimov Türk filosunun Sinop'a sığındığını öğrenince fırsat bu fırsat diyor, devasa gemilerle şehre yöneliyor.
Ki bu kalyonlarda Fransız teknolojisi ile imal edilmiş obüs topları bulunuyor. Ahşap gemileri çıra gibi yakabilir icabında.
SİSLER  AÇILINCA
30 Kasım 1853
Günlerden Cuma.
Deniz henüz durulmuş değil, kesif bir sis çökmüş ufka.
Şehirde tatlı bir heyecan... Sinoplular yıkanmış paklanmış, giyinmiş kuşanmış, hoşça esanslarla ıtırlanıp camilere koşturuyorlar. Hoca efendiler kürsülere çıkmış vaaz-ü nasihatte bulunuyor.
Bir ara sis açılıyor. Aaa o da ne?
Rus donanması üstlerine geliyor.
Yapılacak iki şey var, ya kaçmak (ki kolay değil) ya da vuruşmak. Komutanlarımız karadaki bataryaların da desteği ile savaşı seçiyorlar. Evet, ağır bir fatura ödeyecekler ama Ruslar da bedeline katlanacak.
Neticede ortalık karışıyor, leventler ilk elde başarılı atışlar yapıyor düşman gemilerini hırpalıyorlar. Mesela Vlademir fırkateyni Mısırlı Pervaz-ı Bahri tarafından kalbura çevriliyor. (Bu gemi diğerlerinin yedeğinde Sivastopol'a götürülse de batmaktan kurtulamayacaktır.)
Lakin Patrona Osman Paşa tabyalardan beklediği desteği göremiyor. Niye? Çünkü menzilleri yetmiyor. Ruslar ise gülle değil humbara atıyor mermiler düştüğü yerde patlıyor, ortalığı yakıp yıkıyor. Bu görülmüş bir şey değil leventler şaşırıyorlar.
Buhar marifetiyle yürüyen metal gemilerin gülüp geçtiği yağlı paçavralar ahşaplar için büyük tehdit. Yelkenler tutuştu mu yapacak şey kalmıyor. Zaten bu muharebeden sonra ahşap tekneler tekaüde ayrılıyor.
ORANTISIZ GÜÇ
Ağır hasar alan firkateynlerimizden biri de Navek-i Bahri. Ne dümeni, ne direği kalıyor, kontrolden çıkıyor. İki Rus kalyonu gemiyi ele geçirmek için hareketleniyor. Binbaşı Ali Bey "oğulcuklarım karaya" dedikten sonra ambara iniyor, elindeki meşaleyi barut fıçılarına değdiriyor.
Uzatmayalım Avnullah, Fazlullah, Nizamiye, Nesîm-i Zafer, Dimyad, Kaaid-i Zafer adlı 7 yelkenli fırkateyn,  Necm-i Efşan, Feyz-i Mabud, Gül-i Sefîd  isimli 3 yelkenli korvet ile Ereğli ve Pervaz-ı Bahri adlı (şu isimlerin güzelliğine bakar mısın) 2 buharlı vapur muharebe dışı kalıyor.  
Taif Vapurunun kaptanı Yahya Bey felaketi sezmiş olmalı aradan sıyrılıp Gerze istikametine ilerliyor. Devrin hızlı gemilerinden biri, nitekim Liman açığında pusu da yatan Kagul ve Kulevçi firkateynlerine saldırıyor. Amiral Kornilov'un filosuna da aldırmıyor, bir gemiyi batırıp yoluna devam ediyor.
Taif, kömürü bitmesine rağmen hız kesmiyor, kamara kapılarını yaka yaka İstanbul'a vasıl oluyor. Asitaneyi baskından haberdar ediyor.


BU UTANÇ YETER ONLARA
Tamam, Ruslar bu maçı net bir şekilde alıyor. Ancaaak!
Ancak ardından yaptıkları ne askerliğe ne de insanlığa sığıyor.
Amiral Nahimov, kana doymuyor bırakın denize dökülen bahriyelilerimizi kurtarmayı, çaresiz askerlerimize kancalarla balyozlarla saldırıyorlar. 2 bin civarında şehit veriyoruz, liman kandan kızıla kesiyor.
Yetmiyor namluları şehre çeviriyor ve Müslüman mahallesini çatır çatır yakıyor. Aralarında Selçuklu'dan miras Alaaddin Camisinin de olduğu yedi mescidi, iki mektebi,  üç yüz ev ve 220 dükkanı perişan ediyor. Gayrimüslimlere ait mülkler de hasar görüyor. Kaymakam Bey halkı toplayıp Boyabat cihetine çekiliyor. Evet, insan kaybı az oluyor ama şehirde yangın söndürecek, yara bağlayacak kimse kalmıyor.
İstanbul derhal Sinop'a yardım yolluyor, aralarında "Müşavir Paşa" diye tanınan İngiliz Amirali Slade de bulunuyor. Slade eli kalem tutan bir subay, zaten hadisenin tafsilatı onun notlarından derleniyor.
Sinop'un hali içler acısı, kuşlar cesetlere üşüşmüş ortalık kan kokuyor. Bacalar tütmüyor, fırınlar çalışmıyor. Yaralı askerler kahvehanelere çekilmiş inim inim inliyor. Bir ahşap peyke bulan şanslı, bırakın örtü döşeği çoğu taş zeminde yatıyor. Hava soğuk,  kapılar pencereler kapalı, içerisi felaket kokuyor. Yanan gemilerden kurtulan iki cerrah sağa sola koştursa da ne aletleri  ne de ilaçları bulunuyor. Parçalanan uzuvları kesseler de artık çok geç, evlatlarımızın çoğu tetanostan vefat ediyor.
Askerler şehitliğe, Hüseyin Paşa ise Seyyid Bilal Türbesi bahçesine defnediliyor.
İstanbul'dan Sinop'a 400 kese akçe yardım yapılıyor, vergi borçları affediliyor. Şehitlerin yakınlarına maaş bağlanıyor. Şehre memleketin dört bir yanından iane, iaşe yağıyor ki Sultan dahi 50 bin kuruş ile katılıyor.

ÖZÜR DE BİR ERDEMDİR AMA...
Sinop baskını yelkenlilerin kullanıldığı son, humbaranın kullanıldığı ilk savaştır. Nahimov sivillerin üstüne de çivi dolu humbaralar atar, halk şehri terk etmek zorunda kalır. Ruslar bu katliam için özür dilemeyi düşünmezler, aksine Nahimov'un heykelleri yapılır.

ALMA MAZLUMUN AHINI
Sinop baskınını müteakip yurduna dönen Nahimov kahramanlar gibi karşılansa da Ruslar büyük bir bedel ödüyor.  Kırım savaşında adeta cendereye sıkışıyor, kendi donanmalarını elleriyle batırmak zorunda kalıyorlar.  Denize çıkamayan Nahimov Sivastopol savunmasında kurşunlara geliyor kafasından vuruluyor.


TEMMUZ,  AĞUSTOS  VE SİNOP
Karadeniz kıyılarında dağlar denize paralel uzanır, haliyle limandan yana fukaradır. Bunun tek istisnası vardır Sinop. Deniz patladı mı gemiciler ve balıkçılar şirin şehrimize sığınırlar.  

Çeşmesi kaldı yadigar...

Felaketin ardından Sinop kahramanlarının hatırasına bir şehitlik, tersane mevkiine de bir çeşme yaptırılıyor. Her ne kadar Sinoplular çeşmenin şühedanın üstünden çıkan paralarla yaptırıldığını sansalar da Maliye Nezareti'nin kaynak aktardığı biliniyor.
Bilahare İstanbul'dan yollanan bir dolap sandalı ile batıklardaki toplar kurtarılıyor. Bunlar yeni gemilere döşeniyor, tahtalar ise kışlalarda yakılıyor.
Bu zafer mafer değil düpedüz cinayet, devlet erkanı hadiseyi "kafeste aslan mızraklamak" şeklinde yorumluyor.
İngiliz büyükelçisinin keyfi yerinde görünüyor  "oh oh nihayet harp başlıyor" demekten kendini alamıyor. İngiltere'nin Hindistan'ı kaybederim diye ödü kopuyor zira. Tam sömürü çarkını kurmuşken elden kaçırmak istemiyor.
İngiltere ve Fransa (zaten bahane arıyorlar) Rusya'ya savaş açıyor.
Ruslar Kırım'da sıkışıyor ve müttefiklerin eline geçmesin diye kendi gemilerini batırıyorlar.
Peki Nahimov?
Nahimov Çar'ın has adamı olmasına rağmen SSCB'li yıllarda da kahraman muamelesi görüyor adı okullara, caddelere Kruvazörlere veriliyor.
Bizim ne Patrona Osman ve Hüseyin Paşalardan haberimiz var, ne de şehitlikte yatan 2 bin evladımızdan. Değerli ilim adamı Prof. Dr. Besim Özcan (ona teşekkürü borç biliyorum) üstüne düşeni yapıp, hadiseyi kitaplaştırmış. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından basılan eserin mevcudu kalmamış. İsteyen de ulaşamıyor.



UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.