Bedeli Çanakkale'de...

A -
A +

Hazırlayan: İrfan ÖZFATURA irfan.ozfatura@tg.com.tr Faks: 0212 454 31 80 Ah cebinde 100 altını olsa, devlet için gözünü mü kırpar. Bir anda zihninde bir ampul yanar. Tabii ya... Nasıl da gelmemiştir aklına... skerlik eskidenmiş, seferberlik yıllarında kışlaya giren, saçı ağarınca çıkar. Evine vardığında baksa ki çocuklar boyuna ulaşmışlar. Şimdi öyle mi ya. Zaten sayılı gün, elinin altında telefon, bilgisayar. Hafta sonu izinleri, bayram tatilleri, ziyaretçi ağırlamalar. Yine de bazı gençler ağırdan alıyor, bedelli yapabilmek için geciktiriyorlar. Hiç ilgilenmedikleri konularda yüksek lisans yapıyor, ya da kapağı yurt dışına atmaya çalışıyorlar. Neyse biz askerliği seve seve yapan bir gencin hikayesini anlatacağız bu gün, meğer ki örnek ola. Gönenli Mehmed Muzaffer de anasının kuzusu, evinin biricik oğludur. Tahsillidir de, hem Galatasaray'dan âlâ derece ile mezun olmuştur. Vakti gelince şubeye koşar, onu kısa bir talimden geçirir "sen zabit namzedi oldun" buyururlar. Omzuna rütbe mütbe takar, apar topar Çanakkale'ye yollarlar. (Mart 1916) Cepheye vardığında kavga yatışmıştır, müttefikler Boğazı geçemeyeceklerini anlamıştırlar. Zaman zaman İmroz ve Bozcaada'dan kalkan İngiliz tayyareleri bombardıman yaparlarsa da, eski çatışmaların yanında esamisi okunmaz. Çanakkale'deki birlikler yavaş yavaş toparlanır, Kafkas, Irak ve Filistin cephelerine kaydırılırlar. Bir alayın sevki intikali kolay şey değildir, herşeyi yeniden sök, topla, sandıkla, say, zimmet yaz... Kağıtlar, koçanlar, dosyalar... Mehmed Muzaffer, birliğinin alay karargahında vazife yapmaktadır. O günlerde kamyon ve otomobil lastiği gibi bir takım malzemeye acilen ihtiyaç duyarlar. Komutanı "bu işin hakkından sen gelirsin" der, bir liste yapar. Lüzumlu paranın itası için Erkan-ı Harbiye Riyaseti'ne hitaben bir tezkere yazar. Mühürler, imzalar... GİT BAŞIMDAN Asitane başşehir de olsa, henüz at arabaları, faytonlar, tramvaylar dolanmaktadır ortalıkta... Otomobil kamyon parmakla sayılmaktadır daha. Hoş bu lastik denen meret çarşıda pazarda satılan bir şey de değildir. Olanı da el altından gider. Sizin anlayacağınız karaborsa... Muzaffer arar tarar, Karaköy'de Yahudi bir tüccarda istediklerini bulur. Ancak hesap 100 altına çıkar. Bir sarı liranın (22. 3. 2008 itibariyle) 267 YTL olduğunu düşünürseniz fiyatlar fahiştir ama yapacak ne var? "Tamam alıyorum" der, el sıkışırlar. Lüzumlu parayı tedarik için Erkan-ı Harbiye'ye gider, tezkereyi tediye (ödeme) merciine havale ederler. Eh, bir de tasdik ettirdi mi, tamam! Muzaffer, kır saçlı, pos bıyıklı bir kaymakamın (yarbay) huzuruna çıkar. Kaymakam, babacan adamdır ama uzatılan tezkereyi okuyunca kaşlarını çatar. "Bana bak evlad" der, "ben askerin ayağına postal, sırtına kaput alamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun! Yürü git başımdan, insanı günaha sokma!" Mehmed Muzaffer bozulur ama üstelemez, selâmını askerce çakar. Gerisin geri dışarı çıkar. Harbiye Nezareti'nin (bugünkü Hukuk Fakültesi) bahçesinden dış kapıya doğru yürürken, "n'apsam, n'apsam" diye mırıldanmaktan kendini alamaz. Ellerinde Almanların verdiği iki Daimler kamyon vardır ki, lastiksiz bir işe yaramazlar. Otomobiller desen ona kezâ. Eli boş dönse yakışmaz, hani söylenen miktar cebinde olsa, hiç bakmaz... ...MI ACABA? Cebinde olsa, cebinde olsa... Bir anda zihninde bir ampul yanar. Tabii ya... Nasıl da gelmemiştir aklına... Döner Yahudi tüccarı bulur, "Paranın tediye muamelesi akşam üstü bitecek" der, "yarın öğleden evvel Çanakkale vapuru kalkıyor, sabah ezanında gelsem. Mallar hazır olur mu acaba?" Sonra hatırlamış gibi ekler "Altın para vermiyorlar ama!" Yahudi "farketmez" gibilerinden bir işaret yapar. Cihan Harbi'nin başlarına kadar alışveriş altın ve gümüşle yapılır malum. Harple beraber ortalıkta "evrak-ı nakdiye" denilen kağıt paralar dolanmaya başlar. Üzerlerinde, bedelinin Dûyun-ı Umumiye'ye yatırıldığı, karşılığının harpten sonra "altın olarak" ödeneceği yazılıdır. Bunlara kaime denir ki ilerleyen yıllarda adı "gayme"ye çıkar. Bazıları kestirmeden gider, sadece "kağıt" buyururlar. (Hâlâ dilimizdedir on gaymeden aşşa olmaz, beş kâada kurtarmaz...) Halk aslında bunlardan hoşlanmaz, altın çamura da atsan altındır ama on gram kağıt neye yarar? Arada devletin itibarı olmasa, bu varakı kim alır kim satar? Neyse Mehmed Muzaffer, sabahın seherinde Merkez Kumandanlığı'ndan aldığı araba ve neferlerle Yahudi'nin kapısına dayanır, malları yükler. Havagazı fenerlerinin yarım yamalak aydınlattığı loşlukta yüzlük kaimeyi (resmi fiyatıyla 100 altın) adama tokalar. Arkasına bile bakmadan limana yollanır, malzemeyi gemiye taşırlar. Tüccar, üç gün sonra, elindeki kaimeyi bozdurmak üzere Osmanlı Bankası'na gider, bozmazlar... "Bu para sahte" buyururlar. Ama nasıl olur? Haydi gel burdan yak. BÜYÜK RESSAM Meğer Mehmed Muzaffer, o gün evrak-ı nakdiyelerin basımında kullanılan kağıdın aynısından almış ve bütün gece oturup, gerçeğinden ayırt edilemeyecek evsafta bir para yapmıştır. Düşünün iki tarafını da boyayacak, üstüne yazılar yazacaksınız kalınlık olmayacak. Üstelik bu parayı paragöz bir tüccara yutturacaksınız. İnanın böyle bir işi Picasso bile çıkaramaz. Evet usta işidir ama yine de iki bariz hatası vardır. Tabii erbabına... Bir kere taklidi yapılan paranın aslı 50 liralıktır. Bu kağıt paralar, üzerlerinde de yazıldığı gibi, Rumi 6 Ağustos 1332 tarihli kanunla tedavüle çıkarılmıştır. Halbuki yüz liralık bir kupür henüz basılmamıştır daha. Gel gelelim Mehmed Muzaffer'in iki tane ellilik yapacak kadar vakti yoktur. İş rol kaabiliyetine kalmıştır, ki o sahneyi kusursuz oynar. İkinci farka gelince paranın üzerinde "Bedeli Dersaadet'te altın olarak tesviye olunacaktır" ibaresi yerine "Bedeli Çanakkale'de altın olarak tesviye olunacaktır" yazar. Onun "altın" dediği, Mehmetçiğin kanı mıdır acaba? ŞEHİDLER KERVANI Malı veren tüccar da ince eleyip, sık dokumaz, bir Türk subayının sahte para yapabileceğini rüyasında görse inanmaz zira. Kaldı ki sabahın o vaktinde her taraf kapalıdır, soracak adam nereden buluna. Dönelim hikayemize: Mehmet Muzaffer, bir süre sonra birliği ile Sina Cephesine (Gazze'ye) gönderilir. Çarpışmalarda yaralanır, hatta madalya alır. 1917 yılında İngilizlerin üstün kuvvetleri karşısında, çekilmek zorunda kalırlar. O ve adamları en uçtadır, sürekli ateş açmalı, düşmanı oyalamalıdırlar. Beş on asker, koca orduya ne kadar dayanabilir ki? Neticede şehadet şerbetini içer, kavuşur rahmet-i Rahmana! Derecesi âlâ ola! PEKİ YA SAHTE PARA? Ortada ciddi bir aldatılma durumu vardır ama Yahudi tüccar bunu mesele yapmaz. Yapmak mı istemez, çekinir mi yoksa? Bunu bilmiyoruz ancak vakayı cümle âlem duyar. Şehzade Abdülhalim Efendi'nin de ulaşır kulağına. Derhal lalasını gönderip tüccarı buldurur, bedelini altın olarak ödeyip, taklit kaimeyi satın alır. Bu hatırayı hürmetle öper koklar, pek hislenir, göz yaşlarını tutamaz. Sahte evrak-ı nakdiyeyi sedef kakmalı bir mücevher kutusuna koyar, doooğru Emniyet Müzesi'ne yollar. Gazeteci yazar Ziyad Ebuzziya da hadiseyi kaleme alır, unutulup gitmesine mahal bırakmaz. Dikkatinizi çekti mi bilmem, Cihan harbinde kaybettiğimiz gençler ekseri yedek subaydır ve hayli donanımlıdırlar. Ölen yüz binlerce evladımız arasında hekimler, eczacılar, mühendisler, mimarlar bulunur... Belge okuyan tarihçiler, aşı yapan biyologlar, Mehmed Muzaffer gibi sanatkârlar vardır sonra. Bizi muassır medeniyete taşıyacak beyinler cephelerde kalınca ciddi bir yetişmiş adam sıkıntısı yaşanır. Sonraki yıllarda ehliyet ve liyakatten ziyade rejime sadakat aranır. Bürokraside yükselenler muti ama nakıstırlar. Beceriksizliklerini saklamak için geleni över, gidene söver, masal anlatırlar. Geri kalmışlığımıza çare arayalar bir de şu mevzuyu da eşeleseler ya... Bedeli Çanakkale'de... İNANILMASI ZOR Asteğmen Mehmed Muzaffer'in boya ve fırçayla yaptığı 100'lük kaimenin ön ve arka yüzü. En sağdaki ise hakiki para. Bu emanet ne yazık ki iyi korunamaz yer yer çini mürekkebi dağılır ve akar. Bedeli Çanakkale'de... GÜVEN VEREN BİR SİMA Mehmed Muzaffer'i görenler vurulur, "hâzâ İstanbul efendisi" demekten kendilerini alamazlar. Delikanlının hayatta en korktuğu şey "ah" almaktır, kul hakkından çok korkar zira. Ancak çaresiz kalınca... Bedeli Çanakkale'de... ALELACELE VAPURA Lastikleri sabahın seherinde teslim alır, kazasız belasız Çanakkale vapuruna yüklemeyi başarırlar. Maksat hasıl olmuştur, bundan böyle foyası çıksa da aldırmaz. Bedeli Çanakkale'de... LASTİKSİZ NE MÜMKÜN Ordunun bir başka cepheye intikali mevzu bahistir ve kamyonları yürütmek için mutlaka lastik bulmalıdırlar. O günlerde lastik ele geçen bir meta değildir, karaborsadaki fiyatlar el yakar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.