Bir Fransız klasiği Charles De Gaulle

A -
A +
General De Gaulle, acımasızdır, tahammülsüzdür, aksidir, kibirlidir, her şeyin doğrusunu o bilir ve siyasete kışla usulleriyle yön verir. Charles De Gaulle 1890 yılında, Lille'de doğar. Mutaassıp bir Katolik ailesine mensuptur, Cizvit okullarında din eğitimi alır. Çocukluğunda sürekli savaş oyunları oynar, hükümdar daima o olur, arkadaşlarını yönetmeye bakar. 1908'de Belçika Saint-Cyr Askeri Akademisi'ne girer, 1912'de teğmen olarak kıtaya çıkar. Charles ters bir subaydır, harp okulunda ne öğrettilerse tersini savunur. Zırhlı birlikleri üzerine alışılmadık teoriler tasarlar. Tatbikatlarda başarılı olsa da Verdun Muharebesinde Almanlara dikiş tutturamaz, birliğinden sağ çıkan olmaz. Kendisi de esir düşer, buna rağmen göğsünü madalyalarla donatır Legion d'Honneur nişanı ile onurlandırırlar. İkinci Cihan Harbinde adam kıtlığı vardır, onu General yaparlar. Efendim Cihan Harbini hazırlayan sebepler... İsterseniz bu mevzua hiç girmeyelim ancak şu kadarını söylesek iyi olacak: Almanya'nın başında Hitler, İtalya'nın başında Mussolini, İspanya'nın başında Franco, İngiltere'nin başında Churchill, Rusya'nın başında da Stalin vardır ve bu harita böyle durmaz. Savaş kapıdadır, çatışma aşikar... İngiltere ve Fransa bakarlar Almanlar kabuğuna sığmıyor, el kesesinden ağalık yapar, Çekoslovakya'dan bir miktar arazi vermeye kalkarlar. Ancak Naziler Prag'a kadar girer ülkenin tamamına el koyarlar. Şimdi sırada Polonya vardır. Paris ve Londra hükümetleri Varşova'yı Berlin'e karşı koruma kararı alırlar. Hitler de gider Stalin'e paylaşma teklifi yapar, Polonya'nın doğusunu hatta Filandiya, Letonya ve Estonya'yı Ruslara bağışlar. Almanlar Polonya'ya girmekle kalmaz, hazır gitmişken Danimarka ve Norveç'i de sınırlarına katarlar. Oldu olacak Belçika ve Hollanda'yı işgal edelim der, dişe dokunur bir direnişle karşılaşmazlar. İş ansızın değişir, üç beş ay önce Polonya'yı himayeye kalkan Fransızlar hedef olur, Alman akınlarına karşı çare ararlar. Verdun Kahramanı Mareşal Petain'i Başbakan Yardımcılığına getirir, İngiltere'den destek alırlar. Maginot Hattı Eh De Gaulle'e de gün doğar, uçuk savunma planlarını tatbik imkanı yakalar. Ortaya attığı Maginot Hattı fikri ile taraftar toplar. Müttefikler büyük masraf eder, sözüm ona tankları durduracak manialar kurarlar. Ancak Alman orduları Belçika üzerinden giriverince onca emek boşa çıkar. Naziler zorlanmadan ilerleyip Paris'i alır, 2 milyon Fransız askerini zincire vururlar. Açlık ve yağma artar, yeis ve ümitsizlik başlar. ABD'den yardım alamayacağını anlayan Reynaud Hükümeti çekilir, göreve gelen Petain, ateşkes imzalar. Artık yeni merkez Paris değil Vichy'dir ve General Petain 3. Cumhuriyeti askıya aldığını açıklar. Peki kahramanımız? Charles, Nazilerle dövüşmek yerine sıvışmayı tercih eder, İngiltere'ye sığınır ve iktidar için zemin tutmaya çabalar. İngilizler onu radyoya çıkarır, bir bakıma önünü açarlar. Churchill'in yardımıyla dağınık Fransız birliklerini toparlar, İngiliz savaş gemilerinin desteğinde Dakar'a çıkarma yaparsa da tutunamaz. Yine İngilizlerin yanında Libya, Suriye, Lübnan, Cibuti cephelerinde bulunur ama elle tutulur bir zafer kazanamaz. Stalingrad mağlubiyetinden sonra Almanlar çekilmeye başlar. Müttefikler Sicilya üzerinden Avrupa'ya girer, İtalya'yı Almanya'dan koparırlar. Normandiya çıkarması ile Alman direnişi çöker, Naziler havlu atar. De Gaulle derhal ülkesine döner, otoriteyi sağlar. Referandum, seçim derken "Dördüncü Cumhuriyeti" kurar, ancak meclis Anayasa hakkında onun gibi düşünmez, yasama ve yürütmeyi dengeler De Gaulle'ün hazırladığı taslağa karşı çıkar. Bu arada sömürgeler birer birer elden çıkmaktadır. 1954 Bien Fu mağlubiyeti ile Vietnam'ı terk etmek zorunda kalırlar. Afrikalıları oyalamak kolaydır ama Araplar baş ağrıtırlar. Fransızlar Almanlara karşı Cezayirli gençleri de kullanır ancak Müslümanların en ufak taleplerine bile göz yummazlar. Düşünün Fransa'nın kurtuluşunu kutlayan Cezayirlileri bile kana boyar. Sadece Setif katliamı ile 30 küsur bin cana kıyarlar. Fransızların Cezayir'den çıkmaya niyetleri yoktur, istilada kararlıdırlar. De Gaulle ise tam tersini düşünür, eğer Araplar da Fransız vatandaşı olurlarsa, ilerde aynı hakları talep eder ve ihtimal alırlar. İşte o zaman Fransa Fransız kalamaz. Çoğalma hızları yüksek olan Müslümanlar her yeri ele geçirir, Paris'te ferman okuturlar. Cezayir'deki Fransız subayları ahlaksızdır, her adiliği yapar, keyif için halkı kurşuna dizer, kadınlara sarkarlar. Bugün Ebu Garib'de (İngilizce yazılışı Gureyb) rast geldiğimiz ne kadar rezillik varsa beş beterine imza atar, terörün kitabını yazarlar. Detaylara girmeyeceğim, canavar General Aussaresses'in hatıralarında bunları anlatmıştık zira. Fransa huzursuzdur, yönetim zaaflar yaşar. Felix Galliard kabinesi istifa edince Pierre Pflimpin yeni bir hükümet kurar. Oysa generaller De Gaulle'ü arzulamaktadırlar. Nitekim dedikleri olur, koltuğa arkadaşlarını oturturlar. De Gaulle Fevkalade salahiyetlerle işe başlar ve 5'inci Cumhuriyeti kurar (1958). Maskeli emperyalizm Bu arada Cezayirliler Kahire'de teşkil ettikleri Ferhat Abbas başkanlığındaki geçici hükümeti cümle aleme duyururlar. "TC'nin dışında" bütün İslam ülkeleri onları tanır, Fransa'nın hareket alanını daraltırlar. De Gaulle bu yıpranmış Fransa'dan "büyük Fransa" çıkarmaya kalkışmaz. Sömürgelere kendi geleceklerini tayin hakkı sunar. Lâkin Cezayir'deki Fransız subayları Paris'i dinlemez, OAS adlı örgütün çatısı altında toplanırlar. Düşünün De Gaulle'e dahi posta koyarlar. Uzatmayalım Halkoylaması yapılır. Cezayir bağımsızlığı seçer (1962). Ama bağımsız olamaz. O günden sonra Fransızlar iş birlikçileri kullanır, kardeşi kardeşe kırdırırlar. Yerli satılmışlardan tesis edilen birlikler (kara kostümlü kar maskeli ninjalar) köyleri, mescidleri basar. Faili meçhuller... Dağa kaldırılanlar... Fransa'nın omzundan yük gitmiştir, Paris çok rahatlar. Asker besleme külfetinden kurtulur en azından. Cezayir'de yine imtiyazlıdırlar, ihaleleri Fransızlar alır, petrolü Fransız pazarlar, çok uluslu firmaların temsilciliklerine onlar bakar. Caddelerde dolanan arabalar ekseri Fransız malıdırlar. Açıktan ilan edilmese de Paris'in onayını almayan biri mebus bakan olamaz. Yıllar sonra İslami Selamet Cephesi seçimleri kazandığında "hayır siz iktidara gelemezsiniz, bu laikliğe aykırı" der ve gereğini yaparlar. Evet Cezayir'in de bir bayrağı ve marşı olur... Sadece o kadar! De Gaulle cumhuriyetçi geçinse de demokrasiye inanmaz olağanüstü dönemlerde aldığı yetkileri devretmeye yanaşmaz. Dahası ekibini kurar kendinden sonra vazife alacak Degolcüleri (mesela G. Pompidou) iktidara hazırlar. Ona göre devlet yönetimi ciddi bir iştir. Öyle milletvekillerine filan bırakılamaz. Sıkıştıkca meclisi fesheder, siyasi hasımlarını muhatap almaz. Hanedanlık gibi Dünyada renklilikten yana olan De Gaulle yurt içinde rakiplerine söz hakkı tanımaz. Muhaliflerine sadece seçimden seçime radyo televizyon imkanı açar. Buna rağmen 1965 seçimlerini solcu Mitterand kazanır, 1968 yılında Sorbonne öğrencileri derslere girmez, Üniversiteyi işgale kalkarlar. Dişe dokunur bir talepleri yoktur ama büyük gürültü koparırlar. Eyleme sendikalar da katılınca işin çivisi çıkar. Eden bulur derler, Fransa'da da sağ sol çatışmaları başlar, grevler hayatı kilitler, ekonomiyi sarsar. Üretim düşer, büyüme hızı azalmaya başlar. Herkes De Gaulle'den sert tedbirler beklerken o halkın karşısına çıkar ve "tamamen haklısınız" der, "reform yapmanın vakti gelmişti, bence de işçiler ve öğrenciler yönetime katılmalılar!" Hava birden ılınır, o da fırsatı kullanır, seçim kararını açıklar. Süzme bir De Gaulle'cü olan Couve de Murville için iktidar kapısını aralar. Gel gelelim müteşebbisler endişelidir, piyasa can çekişmektedir. Frank sürünür, istemeseler de Almanlara el açarlar. De Gaulle çevresinin tenhalaşmakta olduğunu hissedecek kadar uyanıktır. Son bir hamle yapar "istemiyorsanız giderim" blöfüne oynar. Normalde Fransızlar bu dolmaları yutar, "n'olur bizi bırakma" der eline eteğine yapışırlar. Ama bu kez hesapları tutmaz, referandumdan "Def ol!" kararı çıkar. Çaresiz köşesine çekilir, hatıralarını yazmaya başlar. Bir zamanlar orduları hizaya koyan efsane komutan şoförüne bahçıvanına meram anlatamaz. O akşam çayını içmiş adeti üzerine iskambil falı açmıştır. Sırtına ansızın bir ağrı girer, yatağına alırlar. Hekimler gelir gider ama ölüme kim mani olmuş ki onlar olsunlar.... Başınıza Türkiye kadar... Bilirsiniz Fransızlar "insan hakları hususunda" çoook hassastırlar. Daha Suşa, Hankendi ve Hocalı katliamlarında ölen masumların kanı kurumadan ve Azerbaycan topraklarında bilfiil işgal sürerken Türkiye'yi köşeye sıkıştırmaya çalışır, eli irinli katillere sahip çıkarlar. Sözde Ermeni tasarıları onların başı altından çıkar. Bize 301 dayatan zihniyetin hakaret ihtiva etmeyen hakikatlere bile tahammülü yoktur. Bir tarihçi elini vicdanına koyup, "Ermenilere soykırım yapıldığına inanmıyorum" dese içeri tıkarlar. Hem ben anlamıyorum, bir Fransız'ın Maraş'ta, Antep'te, Suriye'de ne işi var? Ermeni meselesi neden onları ırgalar? Yine Güneydoğu'da yaşadığımız sıkıntılara ilk kez Fransızlar maya çalar. Aradan altı ay geçmesin ki Güneydoğu'muza bir mebus, bir bakan, bir diplomat, ya da başkan eşi yollamasın, bölücüleri arkalamasınlar. Biz bir Allah'a, aynı kitaba, aynı peygambere inanan ve aynı kıbleye dönen insanlarız burukluklar olsa da Anadolu'da kin garez zemin bulamaz. Aynı menkıbelerle büyüyen, aynı yemekleri yiyen, aynı ezgileri dinleyen, kız alan, kız veren hısımlar bu saatten sonra hasım olamaz. Et tırnaktan ayrılamaz. Güçlü Avrupa değerli frank De Gaulle, dünyanın ABD ve SSCB etrafında kutuplaştığı yıllarda güçlü bir Avrupa fikrini savunur ve doların hakimiyetinden rahatsızlık duyar. ABD'ye de, NATO'ya da diklenir ve Üçüncü Dünya Ülkeleri ile sıcak münasebetler kurar. Özellikle İngilizlere çok kızar, onları ABD'nin dümen suyundan gitmekle suçlar. İngiltere yıllar sonra Ortak Pazara girmek isteyince veto eder, adeta kovar. Amerika'ya inat Kızıl Çin'i tanır, Pekin'le dirsek temasına girmekten kaçınmaz. (Eksik olmasın Türkiye'ye de uğrar.) Bu arada nükleer çalışmalara hız verir, çevrecilerin tepkisine rağmen tabiatın canına okur, tahripkar bomba denemeleri yapar. Sonra gider Rusya ve Kamboçya'yı ziyaret eder Washington'un nasırına basar, Vietnam'daki gayri insani savaşa tavır koyar. ABD ile gerginlik artınca NATO'dan çıkar, yetmez NATO üslerini söktürür, ayrı bir baş tutar. Milyon değil 850 binmiş! Bir İngiliz gazeteci De Gaulle'ü sıkıştırıp sorar "Mösyö Cezayir'de bir milyon insan katledildi. Bundan rahatsızlık duymuyor musunuz sahi?" -Sözünüzü düzeltiyorum, bir kere biz Cezayir'de bir milyon değil, 850 bin kişi öldürdük ve bu Fransa'nın güvenliği için gerekliydi! Haydaaa! Cevaba bak, saat ayarla. Bir milyon değil, 850 binmiş. Onun dediğini kabul etsek bile cem'an halkın %15'i. Yahu insan bu, bir tanesi bile çok değerli... İyi ama De Gaulle Müslümanları insandan saymaz.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.