Bir garip ölmüş diyeler Sultan Vahideddin

A -
A +
Son halife İstanbul'dan ayrılırken hazineden tek parça almaz. Düşünebiliyor musunuz; koca Sultan bakkala, kasaba, manava olan borcunu ödeyemeden gözlerini yumar. San Remo esnafı haciz memuru ile gelir naaşına el koydururlar.Bir garip ölmüş diyeler Sultan Vahideddin Bu Google bir alem. Eğer "Vahideddin" yazarsanız karşınıza başka şeyler çıkıyor "Vahdettin" yazarsanız çok başka... Nasıl başka? Valla bayağı başka? "Varol" ve "kahrol" arasında ne kadar fark varsa... Şimdi kısa bir tarih turu yapalım. Tanzimat fermanı ile birlikte sultanların gücü azalmış, Abdülaziz Hanın katli ve Abdülhamid Hanın halli ile meydan acemilere kalmıştır. Bulanık hava fırsatçılara yarar. Galata bankerleri, vagon tacirleri, klüpçüler, rüşvetçiler, iltimasçılar... Ve ardı ardına gelen gaileler... Balkan meselesi, Kafkas meselesi... Mısır, Irak, Yemen, Arabistan... İçeriden Sırpı, Rumu, Bulgarı, Ermenisi, siyonisti, jönler, bönler, ittihatçılar... Dışarıdan İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Ruslar... Ne devletmiş ya, salla salla yıkılmaz. Para yoktur, silah yok. Mühimmat yok, tayın yok, kaput yok, papuç yok... Hazine tamtakırdır, memurlar maaş alamaz, borçlanır borçlanır tahtaya yazarlar. O yıllarda İngilizler ve Almanlar pazar kavgasına tutuşmuş, kılıçları sıyırmıştırlar. Endüstriyel bir ürünümüz yoktur ki mücadeleye katılsak. Bu rekabet bizi hiiiç ırgalamaz ama hayalperestler Berlin'den Bombay'a uzanan bir imparatorluk kurmaya kalkar. Bir garip ölmüş diyeler Sultan VahideddinVahideddin Han "Ben bir paratonerim" der, "Devlet ve milletin üzerine düşen yıldırımları üzerime çektim, çok kavruldum çok yandım ama kurtulduk sonunda..."Bir garip ölmüş diyeler Sultan VahideddinGÜNDÜZ KÜLÂHLI... İttihat Terakki yeraltı örgütüdür, kan dökmekten kaçmaz. Güpegündüz Babıaliyi (deyin ki TBMM) basar, tehditle, cinayetle makama kurulurlar. Yağmalanan saraylar, dağıtılan arşivler, dağa kaldırılan komutanlar... Azgınlık haline gelen hürriyet! Kuru sloganlar, ucuz kahramanlıklar. Geyikli muhabbetler, Enverli, Niyazili marşlar! Derken başımıza Almanları musallat eder komuta kademesini gavurlara bırakırlar. Türk subayları Von Sanders'lere selam dururlar. Ve izah edilemeyen vakalar? Selanik'i neden tek mermi atmadan Yunan'a sunar, Trablusgarb'ı askerden arındırırıp İtalyanlara bırakırlar? Saros'da Hamidiye zırhlısı, yaralı Yunan muhribi Averof'u "vur emrine rağmen" niçin torpillemez de çekip gitmesine göz yumar? Goben ve Breslaw'ın Karadeniz'e çıkması ayrı komedidir. Almanlar fes takıp Rus limanlarını yakar, fatura Anadolu halkına çıkar. Çanakkale'de mitralyöz önüne itilen tıfıllar, Sarıkamış'ta dağa yollanan fidanlar. Ama efendim üzerindekiler yazlık Yemen kıyafetiymiş. Amaaan kimin umurunda? Donarlarsa donsunlar, nasıl olsa onlardan çok var. Üfff içim bayıldı, hikayemize dönsek iyi olacak. NİYETİ SALTANAT OLSA... Vahideddin Han 1 yaşında babasını kaybeden bir yetimdir. Padişah olma ihtimali yok gibidir, bu yüzden askerliğe değil ilme ve edebiyata merak salar. Hatırı sayılır bir fakihtir ama parmakla gösterilmekten hoşlanmaz. Nimet'ül - İslam kitabını bizzat kaleme alsa da Muhammed Zihni Efendinin adıyla yayınlar. (Bir mazlum padişah - Kadir Mısıroğlu) Müftüler onun çapını kır'atını iyi bilir. Fetva verip geçmez, mehazlarını da sunarlar. Tasavvuf ehlidir Gümüşhanevi dergâhından feyz almaya bakar. Arabisi fasihtir, Farsçası sular seller gibi akar. Hüsni hatta ustadır sonra... Keskin nişancıdır, atlardan iyi anlar. Çengelköy sırtlarında safkan taylar yetiştirir, ki zaten gelirini buradan sağlar. (İstiklal savaşı yıllarında hayvanlarını satar, parasını Anadolu'ya yollar.) Yaşı 57'ye gelmiş, köşesine çekilmiştir. Vücudu nahiftir, bastonsuz adım atamaz. Taht sürpriz olur, Şehzade Süleyman Efendi vefat edince kendini buluverir koltukta. Kılıcı bizzat şeyh Ahmed eş-şerif es-Sünûsi'nin elinden kuşanır, hafızlar feth sure-i celilesini tilavet buyururlar. Tarihçiler "eğer Sultan Abdülhamid Hanın hemen ardından Vahideddin Han getirilebilseydi" derler "asgari zayiatla sıyrılabilirdik aradan.!" Vahideddin Han, şehzadelik yıllarında Alman İmparatoru Wilhelm'e iade-i ziyarette bulunmuştur. Bu seyahatte yaverliğini M. Kemal yapar. Paşa, İttihatçılar aleyhinde konuşmakta ve her vesile ile saltanata olan sadakatini açıklamaktadır. Sonraki günlerde de irtibatı koparmaz, saygılı mektuplar yazar. Hatta bir ara Padişahın kızı Sabiha Sultan'a talip olur ama genç kız onu istemez, Şehzade Ömer Faruk Efendi'de karar kılar. Vahideddin Han tahta henüz oturmuştur ki M. Kemal İstanbul'a gelir ve kendisinin "erkan-ı harbiye reisi" yapılmasını arzular. İyi de Enver Paşa çift tarafı kesen ustura gibidir, Padişah İ.Terakki ile takışacak kadar güçlü değildir daha. Yine de M. Kemal'in önünü açar, büyük ümitlerle Filistin Cephesine yollar. Ancak cephe çöker, büyük bir hezimet yaşarlar. M. Kemal ne Şam'da, ne Halep'te tutunabilir, Adana Bahçe'de durabilir ancak. Oradan bir telgraf çekip hükümet hakkındaki fikrini açıklar. TEKLİFİ CİDDİYE ALIR Vahideddin Han teklifi ciddiye alır ve Ahmed İzzettin Paşa'yı sadrazam yapar. Ancak bu kabine ölçüp biçmeden Mondros'a imza koyar, Müttefiklere lüzum gördükleri her yeri "işgal hakkı" doğar. Sultan mütarekeyi görünce beyninden vurulmuşa döner, hükümeti istifaya zorlar. Vazife Tevfik Paşa'ya verilir ama zırhlılar çoktaaan İstanbul Boğazına girmiştir. Meğer ki geçmiş ola... İşgalciler meclisi değil sultanı muhatap alırlar. Üzerinde öyle korkunç bir baskı vardır ki nasıl anlatıla... Evet Anadolu'dan başlatılacak bir hareketin muvaffak olacağına adı gibi inanır ama bu şartlar altında İstanbul'u bırakamaz. Eğer Dersaadet terk edilirse tespihin ipi kopar. Türk İslam medeniyetine dair ne varsa yağmalanır ve boşluğu Rumlarla doldururlar. Marmara ve Trakya belki de dönmemek üzere elimizden çıkar. Vahideddin Han çaresizdir, içi yanar. Nitekim yakınlarına "ben milletin közü üzerine oturmuşum" der "kuş tüyünden minderlere gömüldüğümü sanıyorlar." Bir tarafta "taht" bir tarafta "tabut!" Teneşir şuracıkta... Sanılanın aksine Vahiddeddin Han savaş filan kaybetmiş değildir, yenilmiş bir devletin başına geçirilmiştir. Ordusu yoktur, donanması yoktur, buna rağmen dik durur. Ayasofya civarındaki mülklerin Rumlara satışına kesinkes mani olur, camiye haç takmaya kalkacaklar hakkında "vur emri" çıkarmaktan kaçınmaz. DIŞI SENİ İÇİ BENİ... Bilirsiniz bir adı da 6. Mehmed'dir. İ.Terakki ona da kulp takar adını "altın(cı) Mehmed"e çıkarırlar. Altınla en işi olmayan insan odur, devletin kuruşuna dokunmadığı yıllar sonra "TC Hesapları İnceleme Komisyonu" raporları ile çıkar ortaya. Vahideddin Han, Bab-ı aliye süngülü İngiliz askerleri arasından geçerek girer. Rumların, Ermenilerin savurduğu galiz küfürlere aldırmaz. Cuma selamlıkları çok risklidir ama katiyetle aksatmaz. Sünnet merasimleri, hatim cemiyetleri... Şehrin havasına hakim olmaya bakar. İşgalcilerin saldırılarını cesaretle protesto eder ve derhal hesap sorar. Ama cevap verirler, vermezler o başka. Yıldız sarayındaki Cihan Nüma Köşkü yandığında bahçıvanın teki ağlamaya başlar. Padişah "milletimin ocağı yanıyor" der, "evimin ne ehemmiyeti var?" Anadolu'daki direnişi örgütlemek onun zihninde olgunlaşır, M. Kemal Paşayı fevkalade yetkilerle donatır ve Samsun'a yollar. Hazine-i hassadan verilenlerden maada, kendi şahsi parasından 30 bin altın lira katar yanına. Gidişini kolaylaştırmak için "Ordu müfettişi" gibi bir kimlik ayarlar. Anadolu'ya gizli gizli silah ve adam geçirir, yanık yanık dua eder arkalarından. Kuvva-yı milliye iş yapmaya başlayınca işgalciler gelir "dağıt şunları" diye çıkışırlar. "Bu benim kontrolüm dışındaki bir halk hareketi" der "karışamam!" İngilizler bu kez kabineyi ve Şehyül İslamı sıkıştırır, Kuvva-yi Milliye aleyhinde bir fetva almayı başarırlar. Hadiseden sultanın haberi bile olmaz. Bunun böyle olduğunu Ankara da bilir ama birileri ısıtıp ısıtıp servis yapar. Anadolu halkı Asitane'yi ve Padişahı kurtarmak için çarpışmaktadır. Nitekim Sivas kongresinde açıkça "saltanatı" korumaktan söz açılır. Kuvva-yı milliyeye yön verenler, yeni bir rejimin hesabını ne zaman yaparlar bilmiyoruz. Anadolu hareketine destek için yola çıkan Şehzade Ömer Faruk Efendiyi uzaklaştırdıklarına göre "içten içe hazırlanıyor" olmalıdırlar. Meclis 23 Nisan 1920'de açılır, üç gün sonra İstanbul'a bağlılık telgrafı yollanır. 27 Nisan günü M. Kemal Paşa padişaha sadakatini açıklar. Önceleri İstanbul Ankara arasında husumet yoktur. İlerleyen günlerde Avrupalılar uluslararası konferanslara Ankara hükümetini çağırır, Mudanya Mütarekesinde İstanbul'u yok sayarlar. Sultanın gücü azalır, eli kolu bağlanır. Hele saltanat ilga edilince sade vatandaştan farkı kalmaz. Bu arada yargısız infazlar yaşanır. Mesela gazeteci Ali Kemal'i berberden kaldırıp linç eder, kafatasını taşla çekiçle paralarlar. Cesedi teşhir eder, korku ve dehşet uyandırırlar. Sırada Vahideddin Han vardır. Halifeyi ite kaka mahkemeye çıkarmalı, aşağılamalıdırlar. Nitekim meclisten "Hiyanet-i vataniye ile itham edilmesi" yönünde karar çıkar. Peki Vahideddin Han direnebilir mi? Zor! Her ne kadar kahir ekseriyet "padişahım çok yaşa" diye bağırırsa da "örgütlü bir güç" vardır karşısında. Kaldı ki ecdadı gibi merhametlidir, kan akmasına dayanamaz. Nasıl Abdülaziz Han katillerini eliyle besledi ve nasıl Abdülhamid Han Hareket Ordusunu dağıtmaya yanaşmadıysa, o da kavgayı bırakır, çıkınını toplar. Üzerindeki emanetleri makbuz karşılığında vazifelilere devreder, ki sadece elinin altındaki minyatür kitabı 3 milyon lira yapar. Hoş, bunlar şahsına gelen hediyelerdir, alıp gitse kimse konuşamaz. İngilizler saray hazinesinin götürülmesinden yanadırlar. Sultan, bu yöndeki direktiflerini Kolonel Maksivel'in ağzına tıkar. Hasılı etrafındakilerle helalleşir, vedalaşır o ara muhasip maaşını getirir, "bu ay çalışmadık ki alalım" der, gerisin geri yollar. Bir garip ölmüş diyeler Sultan VahideddinSÜLEYMANİYE KÜLLİYESİ'NDE Mazlum Sultan Vahideddin şimdi Şam'da, Kanuni tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan Külliyenin haziresinde yatıyor. Türbedar Ahmed "Biliyor musunuz burası çok farklı bir mekan" diyor: "Bunca yıldır hizmet ederim, tek haşerata rastlamadım daha. Hazirenin kendine has bir kokusu var, insanın gönlüne ferahlık veriyor." BİR YİĞİT GURBETE DÜŞSE... Vahiddedin Han yurt dışına çıktığında Türk - Yunan savaşı bitmiş, sükunet sağlanmıştır. Bu yüzden "sattı, kaçtı" kelimeleri yakışık almaz. M. Kemal, İstanbul'dan nasıl İngiliz vizesi ile ayrıldıysa o da aynı yoldan çıkar. Neticede esirdir, gemi seçme gibi şansı olamaz. Malaya zırhlısı ile Malta'ya kadar gider. Oradan Mısır'a geçer, Zemzem adlı bir İran teknesi ile İskenderiye'den Hicaz'a yelken açar. Cidde'de mahşeri bir kalabalıkla karşılanır. Sanki tahta çıkmış gibi 101 pare top atılır. Demek İslam âleminde hâlâ itibarlıdır... Niyeti Harameyn'de kalmaksa da Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi "uzaklaşalım sultanım" der, "Suudlar Halifelik makamını ele geçirmeye çalışacaklar!" Sonraki günlerde kendine bir yurt arar. Kıbrıs müsaittir ama İngilizler mani olurlar. Vatansızlık kadar zor şey var mı? Garibim ortada kalır... Aklına bir zamanlar İstanbul'da ağırladığı İtalyan Kralı Victor Emanuel gelir. Kral onu ihtiramla karşılar, Napoli ya da Floransa da bir şato vermeyi (masrafını da üstlenmeyi) arzular. Bir halife, kafire yaslanabilir mi? Asla! Vahideddin Han, San Remo adlı bir kasabaya çekilir ve sessiz sedasız yaşar. Bir ara kral Emanuel ziyaretine gelir, bir şeyleri eksik görmüş olmalıdır ki yardım teklifi yapar. Ancak Vahideddin Han teşekkür eder, o bahsi kesinkes kapar. Derken Hind Müslümanları külliyetli miktarda para ile gelir, keseleri önüne koyarlar. Vahideddin Han "ülkenizde medrese var mı" diye sorar. "Evet var. Bilhassa Sind-i İslamiyye çok meşhurdur civarda." - O zaman bunları medresenize bağışlayın benim adıma! Gel gelelim bir süre sonra meteliksiz kalırlar. Bakkala kasaba olan borcunu ödeyemeden gözünü yumar (16 Mayıs 1926). Esnaf Vahideddin Hanın vefatını duyunca ayaklanır. İcra memuru ile gelir naaşına el koyarlar. Yakınları merhumu arka kapıdan kaçırır, hedef saptırmak için boş tabut başında ağlaşırlar. (Borcu bilahare Abdülmecid Efendi kapatır) Kabir yeri ayrı problemdir, onlara sadece Suriye kucak açar.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.