Çağını aşan usta Koca Sinan

A -
A +

Sinan, büyük bir mimar olmanın yanında bir "şehircilik dehası"dır, eserini bulunduğu muhite yakıştırır. Binanın oturacağı alanda uzun uzun çalışır, çevredeki mimari dokuyu dikkate alır. Sonra zemini araştırır, gerekirse kuyular açtırır, kazıklar çaktırır. Ona göre sağlam eser ille de kalın duvarlı, küçük camlı ve basık olmamalıdır. Usta dediğin hafif malzeme, geniş kubbe ve aydınlık mekânla da mukavemeti yakalamalıdır. Hani "insanı gam, taşı nem öldürür" derler ya mimarımız öncelikle rutubetle savaşır. Yapının sağına soluna kuyular kazdırır, suyu mahalle çeşmelerine bastırır. Hasılı rutubeti bir şekilde tahliye edip, zeminden uzaklaştırır. Dahası taş çürümesin diye temeli dehlizlerle donatır, kanallarda sertçe esintiler dolandırır. Yaz ve kış arasındaki ısı farklarını dikkate alır, bu yüzden esneyen ve nefes alan Horasan harcı kullanır. Mimar kaybolunca! Meşhur hikayedir, Sinan Süleymaniye'nin temelleri ile çok uğraşır ancak sıra duvarları yükseltmeye gelince ortadan kayboluverir. İki sene... Tamı tamına iki sene kaçaklar gibi dolanır. Zira padişahın gözüne gözükse "tiz camiyi bitiresin" diye ikaz olunacağının farkındadır. Kanuni artık ondan ümidini kesmiştir ki kapı çalınır, karşısında Mimar Sinan. Sultan öfkeyle sorar: "Neredesin bre?" Sinan, "Kızacağınızı biliyordum sultanım" der: "Ancak bu eseri alelacele bitirmek istemedim. Temellerin üzerinden iki yaz, iki kış geçti, taşlar yerine oturdu. Şimdi gönül rahatlığıyle işe başlayabilirim..." İşte tam o günlerde İran şahından bir torba mücevher gelmesin mi? Yanında iğneleyici bir not. "Ey Kanuni! Duydum ki bir cami yaptırmaya niyetlenmişsin, inşaat yarım kalmış. Şuncağızları nakde çevirip eseri tamamlayasın. Adını da Şah Camii koyasın" Kanuni bu mücevherleri gerçekten caminin yapımında kullanır. Nasıl mı? Önce havanda dövdürüp un ufak ettirir, sonra harca kattırır. 1950'li yıllarda Süleymaniye semtinin Haliç'e doğru kaydığı anlaşılır. Gerçi hareket milimler mertebesindedir ama yıllar sonra "yekûn" tutabilir ve tedbir almak için "çok geç" olabilir. Devrin Hükümeti konuyu ciddiye alır, Japonya'dan bir heyet çağırır. Bunların içinde dünyaca ünlü jeologlar, hidrologlar, inşaat mühendisleri bulunmaktadır. Adamlar kırk yere sondaj atar, uzun uzun etüdler yaparlar. Neticede caminin batı cihetine 18 adet payanda yapılmasına karar kılarlar. İlgili bakanlık caminin kurtarılması için hiçbir fedakârlıktan kaçmaz, kesenin ağzını açar. Uzmanlar ilk noktayı belirler ve kazarlar. Hayret! Orada zaten mükemmel bir payanda vardır. İkinci noktayı eşerler karşılarında yine bir payanda... Japonların tespit ettiği 18 noktada da "aranan şartlara haiz" payandalar çıkar. Hatta adamlar "şimdilik" gerek duymadıkları bir noktada da payanda bulurlar. Minare nasıl düzelir? Süleymaniye Külliyesinin son rötuşlarını yapıldığı günlerdir... Ufak bir çocuk, gölgesine girdiği minareye bakakalır. Eh o mesafeden minare her seyredenin üstüne abanır, duvarlarda sahte bir kavis yaylanır. Çocuk kendine göre ölçer biçer ve "bunlar eğri" diye söylenmeye başlar. Koca Sinan ufaklığı ciddiye alır. "Bak iyi ki ikaz ettin" der: "Hemen düzeltelim yıkılmasın." Sonra minarenin gövdesine bir halat bağlayıp çekmeye başlar, ta ki çocuk "şimdi oldu" deyinceye kadar. Mimar Sinan yardımlarından dolayı minik dostuna teşekkür eder, onu adam gibi uğurlar. Görüyorsunuz değil mi? Sinanımız kuru bir hesap adamı değil hâzâ insandır. Belki de onu böylesi çok eser yapmaya iten şey mahlukata beslediği şefkâttir. Kimbilir? Selimiye'nin sırları Edirne'ye girdiniz, nereden bakarsanız bakın karşınıza Selimiye çıkar. Şehre İstanbul yolundan sokulanlar, yanına yaklaşıncaya kadar camiyi iki minareli sanırlar. Selimiye o kadar zariftir ki bibloyu andırır, belki de bu sebeble olduğundan sevimli ve küçük görünür, gözü aldatır. Lâkin içine gireni azameti ile sarar, mühendisleri bile şaşırtır. Selimiye'nin "saç örgüsü" gibi birbirine dolanan minare merdivenleri akıllara ziyan bir tasarımdır. Her yol, ayrı şerefeye çıkar. Şimdi gelelim şekildeki sırlara. Caminin 4 minaresi dört kitaba, dört meleğe, dört halifeye işarettir; dört hak mezhep için dört ayrı kürsü vardır. Selimiye'nin 999 tane penceresi, 5 sıra halinde dizilir İslâm'ın 5 şartını hatırlatır. Arka minarelerdeki 6 yol iman edilecek 6 şartı, külliyenin kapıları, 32 farzı fısıldar. Müezzin mahfilindeki lâle "öylesine bir motif" gibi görünse de tasavvufçular onda ince işaretler bulurlar. Zira "laleh" kelimesi Allah lafzı ile aynı harflerle yazılır ve ikisi de ebcet hesabında 66 rakamına çıkar. Onlar "66'ya bağlanmak" deyiminden tevekkül etmeyi ve işi Allah'a (Celle Celalüh) havale etmeyi anlarlar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.