Dağlarından yağ bağlarından bal

A -
A +
Hatırlar mısınız bilmem, güz aylarında "Ege Ekici Tütün Piyasası" diye bir tabir geçerdi matbuatta...  Akhisar tütünün başkentiydi, başfiyat burada açıklanırdı mutlaka...
Tütün üçüncü dünya ülkelerine ektirilen bir sefalet bitkisiydi oysa. Yıl 12 ay ama tütünün işi 15'inci aya sarkar. Sera kur, ocak hazırla, yeşillendir, fide dik, hele çapa...  Eğil kalk, eğil kalk beliniz kopar valla. Kırması ömür törpüsü, bu nebat gündüz sakızlanır lastik gibi uzar, gece gevrer çıtır çıtır kopar.  Bu yüzden imsak vakti gidersin tarlaya. Elin yapış yapış olur, ezkaza ağzına bir lokma attın dilin damağın yanar. Yok ipe diz, yok kurut, yok balya... Bir de küf girdi mi yandı gülüm keten helva...
Akhisar toprakları boz bulanıktı o zamanlar, İstanbul - İzmir yolcuları içinden geçer ama oyalanmazlardı fazla... Yol boyunda bir benzin istasyonu vardı, yanında bir sabahçı kahvesi ve mazot bidonlarının arkasına atılmış üç beş yağlı tahta... Namazlık diyelim biz onlara.
Sonra birden yeşillendiğini gördük, binaları güzelleşti, albenili tesisler açıldı sağda solda. Yüksek model arabalar dolanır oldu yollarında. Köfte, piliç, yumurta derken markalarını çıkardı, olacak şey değildi bir ilçe takımı başladı mı ligi sallamaya...
Hülasa edilirse Akhisar için zeytin milat oldu. Zeytinden önce, zeytinden sonra...
Akhisar şu an 13 milyon ağacıyla yeşil zeytin ihtiyacımızın yüzde 70'ini, siyah zeytin ihtiyacımızın yüzde 30'unu karşılıyor. Yetmiyor 36 ülkeye mal yolluyor. Denilecek tek şey var Allah nazardan saklaya...
 GÖR BAK NELER OLACAK?
 Eğer bir işi haberleştirdiyseniz ikinci defa aynı yere gitmek istemezsiniz, bayar.  Ama Akhisar başka.  Daha evvel üç kere zeytin hasat şenliğine katılmış haberlerini yazmıştım, çağırılınca yine gidiyorum farklı şeylerle karşılaşacağımı biliyorum zira.
Öyle ya bir kasabada araba müzesi olur mu? Çocukluğunuzdaki fayton ustalarını nerede bulabilirsiniz sonra?
Hem ne yalan söyleyeyim iyi de ağırlıyorlar. Yediğiniz?önünüzde yemediğiniz arkanızda.
Efendim Avrupalı devletler yağ üreticilerine kg başına 4 lira veriyorlarmış, prim deyin teşvik deyin, tıkır tıkır sayıyorlar avuçlarına... Bu da onların rekabet gücünü artırıyor.
Akhisarlı tacirler "ayıp olmuyor mu" gibisinden mevzuya girmişler "bu haksız rekabet değil mi ama!"
Hayır diyorlar bizim kalp damar hastalıklarına harcadığımız rakamlar bundan kat be kat fazla. Zeytinyağını teşvik ettik edeli vakalar azaldı, buyurun istatistiklere bakın, rakamlar ortada.
Yani bu mübarek yağ değil, ilaç adeta!
Zeytinyağı üreten ilk üç ülke İspanya, İtalya ve Yunanistan. Bunlar iyi de birer tüketici aynı zamanda.  Mesela bir Yunan 20-21 kg yağ yiyor yılda. 5 nüfuslu bir aileye 6 koca teneke yağ giriyor. Türkler birkaç yıl evveline kadar bir kilo bile tüketmiyorlardı. Tanıtım, reklâm derken 1.5 kiloyu buldu sonunda...  
Ama bu rakam hâlâ çok az. Zaten zeytinyağını üretenler yiyor. Ege, Akdeniz, Marmara...
İç Anadolu, Doğu, Güneydoğu, Karadeniz ağzına bile sürmüyor.
Haydi Çinlisi Japon'u Rus'u ulaşamıyor da ondan diyelim, biz buluyoruz da bunuyoruz açıkça.
Zeytin Akdeniz'e bahşedilmiş bir nimet. Zaten bu bölge dünya üretiminin %98'ine imza atıyor.
Akhisar eskiden de zeytinciliği biliyordu. Kulakları çınlasın Bölge Müdürümüz Saffet Ağabey yıllar evvel Bakır'da bir ağaca götürmüş bak İrfan demişti bu ağaç en az bin yaşında! Şimdi zikrolunan ağacı çevirmiş, koruma altına almışlar. Uzmanlar gelip incelemiş ve 1652 yaşında olduğunda karar kılmışlar. Yani dikildiğinde Resulullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) doğmamış, İslamiyet inmemiş daha... Yirmi senede bir nesil değiştiğini farz edersek 80 küsur defa "babamın babasının babası" derseniz fidanın dikildiği devre ulaşabiliyorsunuz anca... 
Evet, Akhisar zeytincilikte bir yere gelmiş ama henüz genç fideler meyve vermeye başlamadılar. Hedefleri 25 milyon ağaç. Eh o zaman gör bak neler olacak?
Şu anda bile 250 zeytin işleme tesisi, 36 yağhane var, ferdi teşebbüsler de caba. 
ACI + ACI = TATLI
Eskiden zeytin sırıkla sıyrılır bu arada taze sürgünler de kırılırdı. Yani bir yıl zeytin alır bir yıl beklerdiniz boşuna. Artık daha şuurlu ziraat yapılıyor titreşim üreten makineler ağaçları zedelemiyor. Hasılı var yılı ile yok yılı arasındaki fark azalıyor.
Elin İspanyolu bir ağaçtan 25 kg zeytin alıyor, biz de ortalama 10 kilo civarında. 
Peki siz hiç zeytini dalından koparıp attınız mı ağzınıza? Sakın ha! Öyle bi acıdır ki Urfa isotu vızıltı kalır yanında.
Allahü teâlâ'nın hikmeti işte o acı, tuz acı, ikisi bir araya gelince nefis bir lezzet çıkıyor ortaya... Hani yanıcı hidrojen ile yakıcı oksijen birleşince su gibi bir söndürücü oluyor ya...
Siyah zeytinin iki şekli var malum, sele ve salamura. Birinde sepete koyup tuz ekiyorsun, birinde yıkayıp paklayıp yatırıyorsun tuzlu suya.
Bu kadar basit işte. Bekliyorsun ve oluyor.
Yeşil zeytini terbiye ederken çiziyor (yarma) kırıyor (kırma) yer yer limon atıyorlar suyuna... Şimdi makineler gelişti çekirdeğini çıkarıp biber badem koyabiliyor yuvasına... Yani "ben zeytin sevmiyorum" deyip çekilmeyin, hoşunuza gidecek bir şekli vardır mutlaka.
Millet kanserden korunmak için sağda solda köpek balığı kıkırdağı arıyor, halbuki aynı madde zeytinde de var, hem fazlasıyla.
Mübarek nimet Kur'an-ı kerimde zikrolunmuş, anne sütü kadar kıymetli bir gıda.  

 

Yağdan öte bir şey...
Gelelim zeytinyağı faslına...
Gidip bir sepet zeytin topladınız getirip havanda ezdiniz, çekirdeklerini kıra kıra ama... Sonra tülbentte sıkıp suyunu çıkardınız. Baktınız üzerinde sarı sarı haleler. En has zeytinyağı odur işte, natürel sızma diyoruz biz ona. Mis gibi kokar, ekmeğinizi bandırmak için çağırır adeta.
Gelelim asit bahsine: Eğer siz taneleri elle toplamış, güzelce yıkamış, yaprağından toprağından itina ile ayırmışsanız asidi düşük olacaktır. Ki natürel sızmada oleik asit miktarı %1 çıkar anca...
Ama dip zeytinlerini, çürükleri çarıkları sıkarsanız asidi yükselir, yağın da tadı kaçar bu arada.
Tabii usul de önemli. Bir tesiste sadece yıkama, sıkma, santrifüj ve filtre yapılıyorsa mesele yok ama eğer "ısı" da uygulanıyorsa... Soğuk sızma diyemezsiniz artık ona. Bazı tesisler ise asitli yağı rafine eder, hem ağırlığını giderir, hem rengini ağartırlar. Tamam tatsız tuzsuz  bir yağdır ama zeytinyağıdır sonunda. Bunu kızartmalarda kullanabilirsiniz pekala...
Rivyera ise rafine yağına %10-20 natürel yağ ilavesi ile elde edilir, hani koku verecek kadar.
Karartsak da mı saklasak?
Hasılı zeytinyağ işi bir meslekten ziyade hastalıktır, bu işle uğraşanlar zeytinle yatar zeytinle kalkar, bir zeytin muhabbeti açın kırk gün, kırk gece konuşurlar.  Öyle tadımcılar vardır ki bir yudum alıp gözlerini yumdular mı zeytinin hangi dağın yamacından toplandığını söyleyebilirler sana.
Ve geliyoruz çok önemli bir noktaya...
Diyelim paraya kıydınız çok kaliteli bir zeytinyağı aldınız ama saklayamadıktan sonra...
Zeytinyağı üç şeyi sevmez. Isı, ışık ve hava... Bu yüzden renkli camlar ya da toprak kaplar içinde konmalı, serince yerlerde (kilerde mahzende) saklanmalıdır mutlaka.  Zeytinyağını o yıl içinde tüketseniz iyi edersiniz, ağırlaşırsa sabuna gider yoksa... Zeytin radyoaktiviteye kalkandır,  kolesterole düşman. Ülsere kansere, şekere tansiyona karşı koyar.  Mide ve karaciğer dostudur, damarları açar. Hücre yenilenmesinde rol oynar, cildi güzelleştirir, saçları parlatır, beyni genç tutar.  Ne istersiniz ki başka?
Zeytin yapraklarından çay demlenir, çiçeğinden esans çıkar.
Ağacından tabak, kaşık oyulur icabında. Sabunu saç ve cilt için birebirdir, çekirdeğinden tespih, bilezik yapılır, küspesi hem gübre gibi tarlaya atılır, hem de sobalarda fırınlarda yakılır.
Hasılı hiçbir şeyi zayi olmaz.

ZEYTİN DALI
Nuh aleyhisselamın gemisi 6 ay boyunca çılgın suların üzerinde yüzüyor derken hava sakinleşiyor. O gün Aşure Günü... Büyük Nebi'nin gözcü olarak çıkardığı güvercin geri dönüyor. Ağzında bir zeytin dalı. İşte o gün bu gündür zeytin dalı ümidin kardeşliğin barışın remzi oluyor.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.