Dua ordusu el açınca Hacı Bayram-ı Velî

A -
A +

İlk kuşatmanın üzerinden 7 koca asır geçer ama İstanbul'da değişen bir şey olmaz. Yıldırım Bayezid "şimdi sıra bizde" deyip Şile'yi fetheder. Sonra Güzelcehisarı (Anadolu Hisarını) yaptırır ve Boğaz'ı kesip Karadeniz yolunu emniyete alır. Manuel çok zor durumda kalır tam masaya oturmak üzeredir ki Yıldırım Bayezid Haçlıların Niğbolu'ya dayandığını duyar, erlerinin yardımına koşar. Türkler 6 yıl sonra yine gelir, kenti kuşatırlar. Lâkin bu kez Timur'la takışırlar. Buna rağmen Bizans'ı haraca bağlar, tavizler koparırlar. Bu seferden sonra Türkler koloniler kurar, ufak ufak şehre sokulurlar. Sur içinde dükkanlar, camiler, hatta mahkemeler açarlar. Yerli halk bu komşuluktan bizar değildir, Türkleri tanıdıkça daha çok hoşlanırlar. Al Venedik'i vur Ceneviz'e! Cenevizliler eskiden beri Galata ve Pera bölgesinde hüküm sürerler. Bunlar İmparator izin vermediği için sur yapamazlar. Ancak dıştaki evler yüksek duvarlı ve mazgallıdır. Kuleyi andıran konakların arası duvarlarla çevrilir ve tahkim edilir. Adı konmasa da kale gibidir. Cenevizliler işlerini bilir, Osmanlılarla da iyi geçinirler. Alırlar, satarlar, ticaret yaparlar. Hatta zaman zaman Türkler'e donanma desteği verirler. Osmanlılar da eski Ceneviz kalelerini onlara bağışlarlar ki, Samsun bunlardan biridir. Sultanlar, İtalyanlar arası rekabette Cenevizliler'den yana tavır koyarlar. Zira Venedikliler tüccar değil militandırlar. Fatih'li yıllarda Osmanlılar Arnavutluk, Bosna, Eflak ve Sırbistan'ı kontrolleri altına alırlar. Bulgarlar mı? Onlar artık sadık bir tebaadırlar. Mora yarımadasını Turahan Beyin akıncıları ile göz önünde tutarlar. Hasılı Orta Avrupa'da Bizans'a destek verebilecek tek güç kalır: "Macarlar!" Bunlar güya Türk asıllıdırlar, ancak Niğbolu, Varna ve Kosova'da yenilmelerine rağmen liderliğe oynarlar. Dahası Karamanoğulları ile çirkin ittifaklar yapar, yer yer fütuhatı durdururlar. Fatih Semendire'de Hunyadi Yanoş'la bir araya gelir ve bir anlaşma yapar. Kuşatma esnasından onlarla takışmamaya bakar. O yıllarda Anadolu sakin görünür. Fatih, Timur'un oğlu Şahruh'a bağlılıklarını sunar ve yeni sürtüşmelere fırsat tanımaz. Pontus, Karakoyunlu ittifakının farkındadır, onlara nefes aldırmaz. Hile, desise, dalavere... Bizans, denilince akla hile ve desise gelir. Zira efsane imparatorluk eskisi gibi ordu besleyemez, meydana çıkamazlar. Vuruşmaktan ziyade vuruşturarak ayakta kalır, habire entrika kurarlar. Osmanlılar üzerine çok oynar, şehzadeleri kışkırtırlar. Mesela durup dururken Düzmece'yi, Murâd Han'ın başına sarar, gaile bitmeden kardeşi Mustafa'yı (Hamideli Sancak Beyidir) ayaklandırırlar. Mustafa, İznik'te hükümdarlığını ilan edip, ağabeyine savaş açınca İstanbul kuşatmasını kaldırmak zorunda kalırlar... Aradan yıllar geçer. Yine Haçlılar çocuk yaştaki Sultan Mehmed'i fena sıkıştırırlar. Murâd Han oğlunun yardımına (Varna'ya) yetişmek ister, lakin Bizans yüzünden Çanakkale Boğazını kullanamaz. O telaşla Rumelikavağı'na koşar. Cenevizliler onları gemilerle taşır ama asker başına bir düka altını alırlar. Bu çok büyük bir bedeldir, hazineyi zora sokar. Bizanslılar fırsatını buldular mı yara kaşırlar. Mesela Hurufileri cesaretlendirir, sırtlarını sıvazlarlar. Edirne katliamında, içinde bedestenin de bulunduğu 7 bin dükkan yanar. Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal Osmanlıyı çok uğraştırırlar. Zaten Karamanlılarla, Germiyanlar rahat durmaz, onları parmaklarında oynatırlar. Hasılı sınırlarımız içinde Bizans gibi bir fitne odağı varken işimiz zordur. Osmanlılar yaşamak için Bizans'ı yıkmaya mecburdurlar. Buruk tanışma... Murâd Han ın hayatı ayaklanma bastırmakla geçer. Asiler yüzünden vakit ve güç kaybeder. Bu yüzden yoğurdu bile üflemeye başlar. Bir ara üç beş işgüzâr gelir, "Aman Efendim" derler, "Hacı Bayram diye biri Engürü'de çok taraftar toplamış. Sakın sizi uğraştırmasın!" İsyanlardan çok çeken Murâd Han , bu habere bigane kalamaz. Derhal söz konusu şahsın alınıp getirilmesini arzular. Askerler kuş gibi uçar, Ankara'ya varırlar. Şehrin hayal meyal göründüğü bir noktada karşılarına iki mübarek çıkar, ki ikisi de birbirinden nurludurlar. Öndeki veli, Subaşına şefkatle gülümser ve "Hacı Bayram benim evladım" buyurur sonra zincire vurması için ellerini uzatırlar. Akşemseddin de hocasına uyar, aynısını yapar. İhtiyar Subaşı düğmesini ilikleyerek "haşa" der, edebde kusur etmemeye bakar. Hani "altının değerini sarraf bilir" derler ya, Murâd Han âlimi yürüyüşünden tanır. Hacı Bayram-ı Veli ve Akşemseddin Hazretlerini gördüğü an baltayı taşa vurduğunu anlar. Çok mahçup olur, tarifsiz utanır, inanın içi yanar. Ama ne hikmettir bilinmez, güzel dostluklar hep buruk başlar. Sultan onları hürmetle ağırlar, hoşça sohbetler yaparlar. Bir ara Murâd Hanın gözleri boşluğa takılır, bakışları donar. Hacı Bayram hazretleri sorar: "Sultanım, hayrola?" Murat han büyük bir hasretle "İstanbul, şeyhim" der, "bize nasip olur mu acaba?" Hacı Bayram hazretleri kısa bir tefekkürün ardından "Hayır sultanım!" der, "İstanbul'un alındığını ne sen görürsün, ne de ben!" Sonra tahta beşiğinde mışıl mışıl uyuyan küçük Şehzadeyi gösterir. "Ama!" buyururlar "Şu sabi ile bizim köse (Akşemseddin'e öyle derler) görseler gerek..."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.