Ebu Zer-i Gıfârî (Radıyallahu anh)

A -
A +

Delikanlı tüyleri kadifeyi andıran siyah atının kulağına eğilir. "Ne dersin karabiberim" der, "azıcık soluklanalım mı?" Yelelerini rüzgâra veren asil hayvan yavaşlar, sahibini en yakın vahaya atar. Delikanlı ayakları yere basar basmaz atını kucaklar. Kendi kaftanını çıkarıp hayvanının sırtına yayar, "çok terlemişsin" diye fısıldar. Zeki hayvan sevildiğini bilir, güzel burnunu sahibinin eline değdirir. Evet vücudu diri ve adalelidir ama siması bebek gibidir. Gibisi fazla o zaten bebektir, gözleri sürmeli sürmeli, ağzı burnu gül bembesidir. Delikanlı onun doğduğu günü hatırlar, ayakta zor duran çırpı bacaklı tayın bu kadar sürede serpileceğini söyleseler inanmaz. Yaşlı seyisin sözleri kulaklarında çınlar, "onun emsalsiz bir at olmasını istersen güzel şeyler söyle, bunlar sevildiğini bilir, laftan anlarlar." Karabiberin ak akıtmalı alnını okşarken "biliyor musun" der, "sen mükemmel bir küheylan olacak, çok can yakacaksın. Belki Hatem-i Esam'ın atını bile unutturacaksın. Öyle ya koca Arabistan'da aslı nesli belli olan, uğruna allı pullu şecereler yazılan kaç at var?" Genç yolcu abdestini alır, namazını kılar. Atını önce irice bir şeker parçası ile ödüllendirir sonra körpe otların bulunduğu bir yeşilliğe salar. Deyin ki sıcaktan, farzedin yorgunluktan içi geçer, uykuya dalar. Şirin hayvan yanı başlarındaki bağın çitini kolayca aşar, ekşi yaprakları, ballı salkımları yuvarlamaya başlar. Delikanlı öfkeli bir narayla uyandığında, bahçe sahibi bağırıp çağırmakta, atına taşlar yağdırmaktadır. Bugüne kadar tek kem söz duymayan daima sevilip okşanan şirin hayvan bu hiddeti anlayamaz, sürmeli gözlerini iri iri açar, şaşkın şaşkın asabi ihtiyara bakar... Ve olan olur. Bağ sahibi irice bir taşı karakızın alnına çakar. Siyah inci sanki boşluğa basar, yerinde sallanır, gözleri belerir ve zemin kayar... Delikanlı çılgınca koşar. Koşar ama ne fayda... Bir süre atının öldüğüne inanamaz. "Üç beş salkım üzüm için değer miydi" gibilerinden sitemkâr bir hareketle taşı savurup atar. Olacak bu ya, taşın ihtiyarın kafasına rastlayacağı tutar. Genç yolcu atının acısını unutup ihtiyarın yardımına koşar ama ölmesine mani olamaz. Bir kefil bulursan Sonra... Sonra elbette onu tutar, hakimin huzuruna çıkarırlar. İhtiyarın oğulları hiçbir şekilde anlaşmaya yanaşmaz "kısasa kısas" diye mırıldanırlar. Hüküm açıktır, hakime yapacak çok şey kalmaz. Genç yolcu "cezama razıyım" der, "ancak bir isteğim olacak" -Buyur söyle? -Bir yere para saklamıştım, izin verin onu çıkarıp kardeşlerime üleştireyim. Anamın elini öpeyim, akrabalarımla helalleşeyim. Üç günde işimi bitirip gelirim. -Sen benim yerimde olsan izin verir miydin?. -Bilmiyorum, bir yolu yok mu acaba? -Var. Var ama... -Ne şartla? -Biri yerine kefil olursa. Delikanlı, boynunu büker, "ama buraların yabancısıyım" diye inler, "beni kimse tanımaz..." -O zaman yapabileceğim bir şey olmaz. Genç mahkumun omuzları düşer. Ümitsizce etrafına bakınır, davayı izleyenleri tek tek süzer ve... "İşte bu adam" diye bağırır, "bu adam beni kırmaz!" Bu adam dediği kendi halinde bir gariptir. İri yarıdır, pehlivan kalıplıdır lâkin gözlerinde anlatılmaz bir sıcaklık vardır. Hakim usulen sorar: "Bu gence kefil olur musun?" Cevap çok sarihtir: "Evet!" Kalabalık donar kalır. Hakim sorusunu tekrarlar. "Anlamadın galiba. Eğer bu delikanlı dönmezse, sen öleceksin." -Biliyorum. Kabul ettim! Üç gün mü, üç yıl mı? Genç, kefiline teşekkür eder ve var hızıyla uzaklaşır. Kalabalık işi gücü bırakıp kefile sataşır: "Canına mı susadın mübarek" derler, "bu velet, bir daha dönmez." Bir gün, iki gün, derken üçüncü gün girer... Saatler peş peşe ilerler, kalabalık aynı noktada toplanır delikanlıyı beklerler. Mühlet dolmalı olur ama sahrada bir hareket görünmez. Etrafındakiler kefile döner, "gördün mü bak" derler, "gelmedi işte. Hem niye gelsin ki?" Kefil oralı değildir, hadise nasıl biterse bitsin, sonuna razı gibidir. Tam süre dolmak üzere ufukta inceden bir siluet belirir ve gitgide irileşir. Delikanlı meclise ulaştığında nefes nefesedir. Yaşlılardan biri dayanamaz, sorar: "Kaçsan kurtulabilirdin, niye geldin?" Genç adam "geldim işte" der, "geldim ki kimse ahde vefa kalmadı, diyemesin!" Aynı adam kefile döner. "Bu adamı tanımadığını biliyoruz. Peki ölümü göze alman için sebeb neydi? -İstedim ki kimse "bu dünyada mertlik öldü" diyemesin! Eh dava sahipleri de insandır "öyleyse biz de davamızdan vazgeçtik" derler, "bu dünyada affeden kalmadı demesinler!" Haa aklıma gelmişken söyliyeyim menkıbe Münevver beldede geçer ve zikredilen kefil, Sahabe-i kiramdan Ebu Zer-i Gıfari hazretleridir...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.