Endonezya'nın asker lideri Muhammed Suharto

A -
A +
Komünizmi tehdit olarak gören Suharto, ABD yanlısı bir politikada karar kılar. Hatırlarsanız Türkiye de aynı yolda yürür o zamanlar... Suharto'nun vefat ettiği gün bazı gazeteler "aşırı" ifadeler kullandılar. Beş satırlık habere milyonları katleden diktatör, 40 milyar dolar yolsuzluk yapan hortumcu, halkın çilesine rağmen sefa süren vicdansız, vatan satan komutan gibi yorumlar sıkıştırdılar. Neden böyle ulu orta taşlıyorlar? Valla ben de merak ettim ve çok yazı okudum bu mevzuda... Efendim Suharto öyle prens filan değildir, elinden tutan olmaz. Köy çocuğudur, kendinden başka 10 kardeşi daha vardır ve doğru dürüst okuyamaz. Orta mektebi zor zahmet bitirir o kadar. Gençliğinde yabancılara ait bir bankada çalışır, ancak batılılar "kıyafet hususunda" pek katıdırlar. O gün mesaiye geç kalmamak için var gücüyle pedal basar, ancak bisikletten düşer ve ceketi ceketlikten çıkar. Elbisen varsa varsın, yoksa yoksun! Acilen hesabını keser, kapı önüne bırakırlar. Henüz 19 yaşındadır, o da gider paralı asker olarak Hollanda Kraliyet ordusuna yazılır. Japonlar adaya gelince milliyetçi milislere katılır, Hollandalıların içini dışını bilir ve bu yüzden onun organize ettiği saldırılar işgalcilerin canını yakar. Endonezya'nın ancak 1949 yılında bir ordusu olur, o da saflarda yerini alır. Disiplinlidir, çalışkandır, subaylar arasında hatırı hayli sayılır. 1965 yılında Marksist subaylar kanlı bir ihtilale kalkışırlar, Suharto emrindeki birliklerle müdahele eder, oyunu bozar. İşte o günden sonra adı sıkça anılmaya başlar. Amerikancı mıdır? Şimdi gelelim çokça terennüm edilen sorulara... Efendim Suharto ihtilalci komünistleri kurşuna dizdi mi? İnkar gereksiz, bu bir vakıa. Ancak ortada değişik rakamlar dolanıyor, solcular bir milyon devrimcinin katledildiğinden, derelerde cesetlerin yüzdüğünden bahs açarken, Batılı kaynaklar 100 bin civarında Marksist'in öldürülmüş olabileceğinden dem vuruyorlar. Peki işin içinde CIA filan. Olmasa şaşılır zaten, Nixon gibi biri böylesi stratejik, kalabalık, (üstelik petrol üreten) bir ülkenin kızıllaştırılmasına seyirci kalacak değildir ya. Hele ki Vietnam gibi bir dert varken başlarında... Bir milyon ya da yüz bin, her halukârda insan ve büyük rakam. Lâkin tersi de olabilirdi. Marksistler yönetimi ele geçirseler 200 milyonluk ülkeyi mapusaneye çevirecek, benzer katliamlara imza atacaktılar. Nereden mi biliyoruz? Önümüzde Macaristan, Çekoslovakya gibi "net" misaller var. O yıllarda Ruslar; Kazak'ı, Kırgız'ı, Özbek'i, Tacik'i, Türkmen'i, Azeri'yi esir eder, Maocular Uygurların gırtlağını sıkarlar. Türkistan doğusuyla batısıyla kan ağlar. Suharto sanıldığı gibi darbeci değildir. En güçlü olduğu günlerde bile Sukarno'yu başta tutar, seçimlere kadar sabreder ve sandıktan çıkar. İstese Sukarno'yu alaşağı edip ipe yollayabilir ama bunu yapmaz... Sukarno'nun siyaseti muğlaktır, kime yanaşacağı belli olmaz. Halbuki Suharto'nun çizgisi nettir, Komünizm'i tehdit olarak görür ve ABD yanlısı bir politikada karar kılar. Hatırlarsanız Türkiye de aynı yolda yürür o zamanlar... Şimdi birlik vakti Peki Açelilere baskı filan? Endonezya gibi 366 etnik grubun bulunduğu, 250 lisanın konuşulduğu bir ülkeyi dağılmadan tutabilmek kolay değildir, her ne kadar Açeliler üzerinde kurduğu baskıyı tasvip etmesek de... Evet Sumatra adasında yerleşen Açeliler daha soyludurlar. Zamanında ciddi devletler kurar ve sömürgecilere kafa tutmayı başarırlar. Javalı idarecilerin gelene ağam giden paşam dedikleri yıllarda, bayraklarından "ay yıldızı" çıkarmaz, dik dururlar. Sömürgecilere karşı ölümüne direnirler, İstanbul'daki halifeye yürekten bağlıdırlar. İlerleyen yıllarda bu dost halk "Açe Sumatra Milli Kurtuluş Cephesi" adıyla teşkilatlanır ve 4 Kasım 1976'da Dr. Tungku Hasan di Tiro'nun liderliğinde bağımsız bir hükümet kurar. Ancak Jakarta onları bunaltır, zaman zaman kanlı sahneler yaşanır. Kardeş kavgası kimseye yaramaz, iki taraf da yıpranır. Bugün itibarıyla Açeliler parçalanmanın çare olmadığını anladılar. Doğrusu da şu ki "ayrılık" emperyalistlere yarar. Keşke Endonezya, Malezya ile de (hatta Singapur'la da) birleşebilse, daha güçlü olsalar... Sömürgeciler küçük küçük devletler arzular ki bir lokmada yutsunlar. Söyleyin şimdi Ürdünlü'nün Iraklı'dan ya da Suriyeli'nin Lübnanlı'dan ne farkı var? Halbuki 21 Arap devleti yerine Atlas Okyanusu'ndan Basra Körfezi'ne uzanan ve Akdeniz'i yekpare kuşatan "tek" bir Arap devleti olsa. Filistinliye yan bakacaksın ha! Sıkar! Timor tuzağı Peki Suharto'nun dış politikada zaafları var mıdır? Suharto düz bir askerdir, milletlerarası arenadaki ayak oyunlarını okuyamaz. ABD icazet verince Katoliklerin kesif olduğu Doğu Timor'u ilhak eder ve zokayı yutar. Aynı ABD hem adadaki direnişçileri (Fretilin örgütü) silahlandırır, hem de Suharto'ya "dağıt gitsin" gibilerinden göz kırpar. Direnişi bastırmaya kalkması ikinci bir zokadır aslında... Batılı ajanslar üç vardiya mesai yapar, kare kare ceset dondururlar. Fotoğraflar yayınlanınca bütün dünya ayağa kalkar. AB, BM, Vatikan yaygaraya başlar. Mecburen geri adım atar, Doğu Timor'a "bağımsızlık" sunarlar. Saddam'ı nasıl Kuveyt yemiyle tuzağa düşürdülerse Suharto'yu da Timor'da yaşa oturturlar. Süperlerin, Batı Timor, Güney Kalimantan, Orta Sulevasi, Kuzey Sumatra, İriyan Jaya (Papua) ve Baharat Adaları için ayrı hesapları var, ABD ince bir siyasetle surda gedik açar. Düşünün Doğu Timor 19 Mayıs günü bağımsız olur, 20 Mayıs günü Amerikan sermayeli "Philips Petroleum" ile anlaşma imzalar. Pancasila Suharto hakkındaki tenkitlerden biri de şu: Ama gücü ordunun eline vermedi mi? Bir kere şunu bilmek lazım Suharto sistem kuracak kadar donanımlı, karizmatik biri değildir. Sistemi kuran kurar, o eline tutuşturulan senaryoya uyar. Evet devlet dairelerine ve kamu işletmelerine çok miktarda subay yerleştirir. Her dönem 100 apoletli Parlamento'ya sokar, tekaüd paşaları danışman manışman yapar. Ancak "öldürme sanatı" üzerine eğitim alan bu insanlar kurumları da boğar, aralarında paslaşıp dururlar. Bilmedikleri işleri yönetmeye kalkmaları bir yana, yolsuzluk, rüşvet kök salar. Zamanla güçlenir, dişlenir devlet içinde devlet olurlar. Bunlar özelleştirmeye şiddetle karşıdırlar, bir yerin satışı gündeme geldiğinde hamasi nutuklar atar, masaları yumruklarlar. Onları tekrar kışlaya yollamak kolay mıdır? Valla zor, iktidarın bile boyunu aşar. Suharto, 1997'yi "demokrasi ve şeffaflık yılı" ilan etse de ülkenin resmi ideoloji "Pancasila" Demokles'in kılıcı gibi sallanır kafalarında! Pancasila (beş temel ilke) sureta hak ve hürriyetler bahşeder. Gelgelelim derin Endonezyalılar onu kafalarına göre yorumlar ve uygularlar. Seçkin bir sınıf (Abangan denen Javalılar) kayrılır, ötekiler "külliyen sakıncalı" bulunurlar. Askeri okullara sadece kendi çocuklarını alır ve bir sınıf iktidarı kurarlar. Seçim sistemine de parmak atar, makamlarını emniyete alırlar. Suharto çarkın dişlilerinden biridir, zaman zaman uzaklaşsa da 7 defa döndürür yine oturturlar koltuğa. Silah arkadaşlarına nazaran ılımlıdır, Endonezya'nın üniter yapısını korumak için mâkul çareler arar. Mesela "Bahasa Indonesia" adlı ortak bir lisan geliştirir, halklar arası evliliklere ve iç göçlere sıcak bakar. Bazıları daha eşit Suharto koltuğa kazık çaktı mı? Ne yazık ki bizde böyle bir hastalık var. Koltuğa oturan kalkmıyor, başkasına güvenemiyor. Belki de memleketin kendilerine "ihtiyacı olduğuna" inanıyorlar. Şu anda Endonezya'nın başında Bayan Megawati bulunuyor. Hanımefendiler şahsen ve bizzat Ahmed Sukarno'nun kızı oluyorlar. İhtimal yönetimi bir süre sonra Suhartolar ele alırlar. Sonra yine Sukarnolar... Hep öyle olmuyor mu? Hindistan'da Gandiler gidip gidip geliyor, Pakistan'da üç nesil Buttolar... Kaddafi 40 yıldır Cezayir'in başında, Hüsnü Mübarek kök saldı Mısır'da. İhtimal onlar da yerlerini Hafız Esad ve Haydar Aliyev gibi oğullarına bırakacaklar. Biz farklı mıyız sanki? Erdal Bey "İnönü" soyadını taşımasa parti başkanı olabilir miydi acaba? DSP, Zeki Beye mi kalırdı, Ecevit'in oğlu kızı olsa... Medya'ya bakarsanız Ahmet Sukarno bembeyaz, Muhammed Suharto kapkara... Hüküm vermek bu kadar kolay mı? Hiç mi gri yok aramızda? Şimdi ne yalan söyleyeyim Suharto'nun "hatalarım oldu" demesi hoşuma gitmişti, hasta yatağında "dua istemesi" hakeza.. Allah taksiratını affetsin. Bunu demekle dilim aşınacak değil ya. Asya kaplanı Kim ne derse desin Endonezya onun (ve Habibi'nin) devrinde Asya kaplanı kesilir. Ekonomi 1970'li yıllardan itibaren her yıl % 6 büyür. Teknolojide hayli mesafe alır, uçak bile yaparlar. Milli gelirleri 80 dolardan 3 bin dolara sıçrar. Jakarta Newyorklaşmaya başlar... Newyork demişken bir parantez açalım, ABD, Suharto'dan ısrarla Müslümanlar üzerinde baskı kurmasını, cemaatleri dağıtmasını ister, ancak o ağırdan alır, halkın inancıyla oynamaz. Bu dönemde Müslümanlar güçlenir, gencecik insanlar hacı olabilmek için Harameyn'e koşarlar. Bosna, Afganistan, Çeçenistan, Filistin meselesine bigane kalamaz, kendilerince merhem olmaya çalışırlar. İşte ip burada kopar. Washington onları iktisadi bir krizin içine yuvarlar. Tek çıkış yolları IMF'dir. Para fonu 43 milyar dolar borç verir ama "ihtiyaç maddelerinden sübvansiyon kaldırılacak" şartı koyar. Reçete yutulamayacak kadar acıdır, Rupi'nin değeri bir gecede % 80 oranında düşer, zamlar peşpeşe yağar. Akaryakıta yapılan % 71'lik artış bardağı taşırır, kasırga Suharto'yu da önüne katar... Efendim bugün iktidardasın, yarın vatandaş... Yok ööle bi şey. Yönetime gelenler de aynı tüfeğin demirindendir, bahsi geçen sınıfın saltanatı sallanmaz. Koltuğunu devrettiği Habibi'yi talebelik yıllarında himaye etmiştir. Habibi iyi yetişmiş bir mühendistir, Endonezya'yı yüksek teknoloji yarışına sokar. Malı götürdü mü? Efendim Suharto'nun oğulları, kızları... Milyar dolarlar... Evet kızları Tutut, Sigit, Titiek ve Mamie; oğulları Bambamg ile Tomo iyi zengindirler, otomotiv, finans, sigorta, medya, reklam, petrokimya, turizm, telekomünikasyon gibi para kazanan sektörlere atılır, marka olmuş firmalarla çalışırlar. Peki sıradan vatandaşlara nazaran iltimaslı mıdırlar? Herhalde yani, aksini düşünmek bile muhal. Bir başkan çocuğu bürokrasiye takılmaz en azından. Ancak her müteşebbisin hırsız gibi gösterilmesi de hoş değil. Hani paraları çuvallayıp dışarı çıkarsalar tamam. Ama bakıyorsunuz risk alıyor, yatırım yapıyor, adam çalıştırıyorlar. Endonezya'nın asıl derdi Çinli iş adamlarıdır. Bunlar bir avuçtur, ancak pastadan aslan payını (üçte iki) alırlar. Jakarta Borsası'na kayıtlı şirketlerin % 80'i Çinlilere aittir, kayıt dışı çalışanlar da caba. Kriz günlerinde paraları yüklenip, sıvışırlar. Hasılı Endonezya kendi müteşebbisini çıkarmak zorundadır, velev ki bunlar birilerinin oğulları kızları da olsa... Peki yolsuzluklar? Muhalefet de sürekli bu konuyu işler ancak iktidara geldiklerinde Suharto'yu içeri tıkamazlar. Aksine Suharto, benzer iddialarda bulunan Time dergisinden 110 milyon dolar tazminat kazanır, fakir fukaraya dağıtacağını açıklar. Elbette yakınlarından açık verenler olur ve mahkemeler gereğini yapar. Benzerleri bizde de yaşanmadı mı? Eee daha ne o zaman?
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.