Fidel bitti, Raul verelim

A -
A +

Küba Kristof Colombuslu yıllardan itibaren İspanya'nın hegemonyası altında yaşar. 1880'lerde bağımsızlık için kıpırdanırken Amerika yanıbaşındaki adayı İspanya'dan almaya kalkar. Başkan Mc Kinley, Kraliçe naibini çağırır ve önüne tam 300 bin altın koyar. Madrit yönetimi parayı alıp gitmek varken diklenir ve başına iş açar. Karaibler'de savaş gemileri tokuşur, İspanya kaybeder. Küba marş ve bayrak sahibi olunca ABD'ye üs kurma hakkı bağışlar. İlerleyen yıllarda Amerikan Tobocco Company ve şeker şirketleri memlekete çöreklenir. Sömürü çarkı dönmeye başlar. Sam Amcanın çocukları oyunu kuralına göre oynar, asker besleyip, devriye dolandırmaktansa ısmarlama isimlerle anlaşır, kardeşi kardeşe kırdırırlar. Mesela Machado kraldan çok kralcıdır, patrona yaranayım derken halkıyla gerginlik yaşar. Washington'un yıpranmış isimlerle işi olmaz, onu indirir yerine Batista'yı oturturlar (1934) . Batista zamanında ırgatlık, makinistlik yapmış bir Başçavuş eskisidir. Felaket uyanıktır, yaşa basmaz, kukla kullanır, maşa tutar. Birileri başbakan cumhurbaşkanı olur ama orduyu ondan sorarlar. Yeteri kadar güçlenince solcuların da desteğini alır, köşke çıkar. Batista, 2. Cihan Harbinde Almanya ve İtalya'ya savaş açtığını açıklar. Laf işte, aklınca müttefiklerin gözüne girmeye bakar. Evet ABD uşağıdır ama solcuları da kafalar, "iş, aş, emek" muhabbetlerini kimselere bırakmaz. Başkanlık dönemi bitince (1944) "bırakmasını bilen lider" rolüne soyunur, ancak içten içe hazırlanır ve 1952'de darbe yapar. Bu kez maske takmaz, meclisi dağıtır, anayasayı kaldırır, işçi örgütlerini kapatır, basını bunaltır, asker ve polisin yetkileri artar. Önce zulüm İşte bu zulüm devrimin altyapısını hazırlar. Henüz kimsenin tanımadığı 926 Mayari doğumlu Fidel Alejandro Castro Ruz, 170 arkadaşı ile bir tavuk çiftliğinde toplanır, Moncoda kışlasını basarlar. Castro yakalanır, tutuklanır, lakin mahkemede "Lahistoria mi assolvera" (tarih beni haklı bulacak) cümlesini terennüm eder, kuyruğu dik tutar. Batista, karşısına kahraman çıkarmak istemez, 16 yıl hüküm giymesine rağmen Castro'yu salar. Castro ve arkadaşları gider Meksika'da buluşurlar (1955). Eski bir İspanyol subayı olan Alberto Bayo'dan (müthiş bir adamdır çay şekerinden bile bomba yapar) gerillla dersi alırlar. Nitekim içlerinde Camilo, Che ve Raul gibi ünlü isimlerin bulunduğu 86 silahlı militan Gramma adlı bir yatla Küba (Oriente) sahillerine yanaşırlar. Ancak Batista da hazırlıklıdır, kopan çatışmada sadece 12 kişi kalırlar. Öyle umdukları gibi ayaklanmalar filan da çıkmaz, halktan yüz bulamazlar. Maestra Dağlarına çekilir, vur-kaç taktiği ile ortalığı karıştırırlar. O günlerde toplu halde işten çıkarılan kahve işçileri çaresizdir. Castro bunları kışkırtır, birlikte hükümet güçlerine saldırırlar. Bu sırada Amerikalı gazetecilerle söyleşir, boy boy pozlar verir. Kepli, dürbünlü, cepheden, profilden, yatarken, ayakta... Aman bir hava, bir hava... Karnı tok burjuva veledlerine huzur batar. Gerillanın cazibesine kapılır, dağlara çıkarlar. Havana Üniversitesindeki beyzadeler de ayaklanır, hatta Batista'yı öldürmeye kalkışırlar. İşte bunun affı yoktur, misilleme gecikmeden gelir, kan akmaya başlar. Hele yargıç Urrutia "halkın diktatörlere başkaldırma hakkı vardır" deyip militanları salınca düzenin çivisi çıkar. Arazi muhaliflerin eline geçer, ordu mensupları kışlalarında kalakalırlar. Sonra devrim Batista, gerillayı halktan koparmak için, meskun mahalleri yakar. İnsanları yerinden yurdundan eder, dikenli teller ardında toplar. İşte film tam burada kopar, direniş sertleşir, fabrikalar durur, esnaf kepenk kapar. Che komutasındaki militanlar trenlere el koyarlar. Artık Hükümet geri adım atsa da muhatap bulamaz. Bu arada Fidel "cek"li "cak"lı konuşur, vaad bombardımanına başlar. Ama Marksist olduğunu ısrarla saklar. Bu saatten sonra Batista'nın direnmesi manasızdır. Zaten şahsi serveti boyunu aşar, yandaşlarına "bakın başınızın çaresine" deyip Dominik'e kaçar. Fidel, Havana'ya elini kolunu sallayarak girer, yargıç Urrutia'yı Devlet Başkanı yapar. Başbakanlığa kendinden daha lâyık bir isim bulamaz. İlk toplantıda "içinizde ekonomist var mı" diye sorar. Che "kominist var mı" anlar ve her zamanki tezcanlılığı ile ortaya çıkar. Onun yöneteceği ekonomiden n'olsun, hata üstüne hata yapar. Ama hekimliğine söz edilemez, ülke sağlıkta sınıf atlar. Ellerinde bir plan program yoktur, Fidel alkış almak için Amerikan şirketlerine el koyar. Washington da altında kalmaz. Çoğu Miami'de yaşayan 40 bin Kübalı mülteciyi eğitir, CIA komutasında hücuma hazırlar. Guantanamo üssüne nicedir yığınak yapılmış, Panama'da su altı savaşçıları hazırlanmıştır. Us Air Force müteyakkızdır, bir işarete bakar. Başkan Eisenhower Kübayla diplomatik münasebetleri keser, ancak başlama düdüğünü çalamadan görev süresi dolar. Yeni Başkan John Kennedy böyle bir müdahaleye karşı olduğunu, Küba'ya saldırmayı asla ve asla düşünmediklerini açıklar. Halbuki o saatlerde (15 Nisan 1961) Küba Hava Kuvvetlerinin renklerine bürünen ABD uçakları hedefleri vurmaya başlamıştır. İki gün sonra balık adamlar Domuzlar Körfezine çıkar. Ancak Kübalılar bunları imha etmekte zorlanmaz, Amerika'ya unutamayacakları bir tokat atarlar. O günden sonra Küba, SSCB ile yakınlaşır ve Ruslardan nükleer başlıklı füzeler alır. ABD şehirlerini vuracak rampalar kurarlar. 'Cony'lerin dudakları uçuklar. Dışı seni içi beni Kennedy bakar, Fidel ve Ernesto ile anlaşmanın mümkünü yok. Gider işi Moskova'dan bağlar, karşılığında Türkiye'yi satar, tehditten kurtulurlar. Kübalı Koministler zafer sarhoşu olur, Latin Amerika ülkelerine de el atarlar. Hatta hızlarını alamaz Afrika'ya açılırlar. Halk için değişen bir şey olmaz. Şirket gider, devlet gelir, sömürü eski mecraında akar. Kübalı kadınlar gün boyu kapitalistlere pura sarar. Doğrusunu isterseniz CIA, Castro'ya çalışır. Beceriksiz suikastlerle adamı efsane yapar. Patlayan purolar, dişi casuslar, gazlı radyolar, şırınga kalemler, daha neler neler... Yersen! Güya Castro'nun Panama ziyaretinde podyumun altında 90 kiloluk bir patlayıcı bulunmuş da filan... Bu acemilikler "Castro'yu Öldürmenin 638 Yolu" adlı belgesele mevzu olur, Küba İstihbarat Başkanı Fabian Escalante'yi kahramanlaştırmaktan başka işe yaramaz. Eğer bütün bunlar doğruysa Amerika'da hayli terörist var demektir ve milletlerarası mahkemelerde yargılanmalıdırlar. Onlar keyiflerine baksınlar, masum Müslümanlar Guantanamo'ya alınsınlar. Adalete bak! Uzatmayalım şu günlerde Fidel'in ölüm haberleri ajanslara düşüyor. 81'lik Fidel ise ekranlara çıkıp "yıkılmadım ayaktayım" diyor. Gazeteler mi yalan yazıyor, TV'ler mi kaset gösteriyor? Bilmiyoruz ama bildiğimiz bir şey var ki ihtilalciler koltuğu bırakmaz, yönetimi yakınlarına devretmenin yollarını ararlar. Nitekim Fidel de 50 koca yıl hüküm sürdükten sonra yetkilerini kardeşi Raul'a devretti, bizi mahcup etmedi! Aynen Suudlar gibi, Esad gibi, Kaddafi gibi... Hitabet tamam... Castro konuşuyor: Savaşların teşvikinde, silahların yığılmasında en büyük suçlu Washington yönetimidir. Zira ABD'nin altın rezervi yok, karşılığı olmayan doları ayakta tutmak için güç kullanıyor. ABD 1944'te, Bretton Woods'da Dünya Bankası ve IMF gibi iki baş belasının kurmakla kalmadı, dolar'ı adeta uluslararası para birimi yaptı. Savaş sonrasında bile (1945) bu ülke dünya altın rezervlerinin neredeyse yüzde 70'ini elinde bulundurmaktaydı. Ancak 1971'de Nixon, tek yanlı olarak piyasadaki dolardan altın güvencesini kaldırdı ve elindeki rezervlerinin 20 kat fazlasını Vietnam katliamında harcadı. O günden beri ABD ekonomisi, dünyanın öteki ülkelerinin tasarruflarından ve emilen tabii kaynaklardan besleniyor. Amerikan işgalinin başlamasından bu yana Irak'ta 600 bin kişi hayatını kaybetti, 2 milyon kişi göç etti. Şimdi merak ediyorum; Bush'un Irak ve Amerika'daki yuvalara keder ekmek için harcadığı yüz milyarlarca dolarla kim bilir kaç doktor eğitilirdi? Cevap veriyorum, 999,990 adet ve hiç tıbbi yardım almayan 2 milyar insana bakılabilirdi. Bu kadar güçlü bir beyefendinin arzuları sınırlı değildir. Ben Bush'un ölüm emri verdiği ne ilk kişiyim ne de son olacağım. (Ve konuşmasını her zamanki cümlelerle noktalar) Hasta la victoria siempre (zafere kadar, daima)!.. Venceremos (kazanacağız)!... Patria o muerte (ya vatan ya ölüm)!... Ve alışılagelen alkış: Viva Castro!... Viva Castro!... Peki ya icraat? Castro üniforma ile dolaşır, doğrusunu isterseniz gerilla yıllarında postal gocukla verdiği pozlar fotojenik sayılır. Ama ihtiyarladıkça sıkmaya başlar. Dans eder, maça çıkar, papa ağırlar ve okşanmaktan hoşlanan gazetecilere vakit ayırarak reklam yapar. Fidel'in ilk işi fiyatları ve kiraları düşürmek olur. Ardından toprakları kamulaştırır, rençberler devlet çiftliklerinde (kolhoz) çalışmak zorunda kalırlar. Tek patron devlettir. Kimsenin daha çok kazanmak, hayal kurmak, seyahat etmek gibi şansı olamaz. Araba edinmek bile özel izne tabidir bu yüzden yarım asırlık külüstürleri yürütmeye uğraşırlar. Sıkboğaz olan halk, kırık dökük teknelerle okyanusa açılır, gemisini kurtaran kaptan... Öz kızı (Alina Fernandez) bile kaçar, postu Amerika'ya yayar. Baskı rejimleri ancak dipçikle korunabilir, bu yüzden kardeşi Raul'u Silahlı Kuvvetlerden sorumlu Devlet Bakanı yapar. Amerika'ya kafa tutmak birçoğumuzu heyecanladırabilir ama Kübalılar kan kaşınıyorlar. Bugüne kadar Sovyetlerin yardımıyla ayakta kalabildilerse de deniz bitti. Şimdi tek çıkış yolu var, müteşebbisin önünü açmak. Fidel özel isme bile karşıdır ancak Raul özel işletmelerin ehemmiyetini anlar, piyasa ekonomisine yaklaşmaya başlar. Madem dönecektiniz niye zorladınız? Yazık değil mi devrim adına kapanan firmalara, yağmalanan mallara, yakılan canlara? Amerikan ambargosu Castro'nun işine gelir aslında. "İşleri düzeltirdim ama" der "ambargo olmasa..." Halbuki yeryüzünde ABD dışında ticaret yapabileceği yüz küsur ülke var... Di mi ama? Fakir ama gururlu! Küba halkının % 80'i sefalet sınırın altında yaşıyor, bilgisayar otomobil ulaşılmaz bir lüks sayılıyor. Haber alma hürriyeti yok. Gazeteciler tutuklanma korkusu ile yaşıyor. İnternet var ama yok. Aylık kazancın 15-20 dolar olduğu ülkede, tarife saatte iki dolar. Maaşı tüketmeyi göze alan 5-10 saat sörf yapabilir. Tabii fişlenmekten ürkmüyorsa. Üç kuruş parayla yurt dışına çıkmak hayal. Bunu özellikle istiyor, gençlerin Küba'yı diğer ülkelerle kıyaslamasından korkuyorlar. Radyo TV ve gazeteler borazan. Kapalı devre yayın, yaldızlanan yalan. Varsa yoksa Fidel Başkan, 1 Mayıs, 26 Temmuz, Viva viva... Slogan... Gezme! Okuma! Siyasete bulaşma! Başkana akıl öğretmeye zinhar kalkışma! Dans müzik, spor neyle istersen onla oyalan. Her türlü dini faaliyet, yasak, her türlü sapık ilişki yasal. Karşı-devrimci diye yaftalanıp öldürülenlerin sayısı 25 bin, aydınlar mapus damlarında çürüyor... Kara para kapanın elinde, Mafia cirit atıyor. Ahlak ayaklar altında, çocuk yaşta fahişeler yabancılara peşkeş çekiliyor. Halk devrim öncesinden daha fukara, slogan karın doyurmuyor.. Her ne kadar Castro "30 dolar alıyorum" dese de 150 milyon doları olduğu biliniyor. Ya bir gün kenara çekip hesap sorarlarsa... Sanırım bundan çok korkuyor. Ve fasit daire... Korktukça zulmediyor, zulmettikçe korkuyor... Babası toprak ağası Fidel mücadelesini yaptığı sınıfın mensubu değildir. Babası toprak sahibidir. Adamın cebinde parası vardır, çapkındır. Aşçısı Lina Ruz'dan (bu kadının bir İstanbul Yahudisi olduğu söylenir) evlilik dışı beş çocuğu olur ki Fidel bunların ikincisidir. Fidel Mayari'de geçen çocukluk yıllarından sonra Santiago'daki Katolik mektebinde, Havana'daki Cizvit lisesinde ve Belen İlahiyat okulunda okur. Sıkı bir din eğitimi alır ama dinsiz olur. Hiperaktiftir, dolmuşa tez gelir, nitekim henüz talebe iken Dominik Cumhuriyeti'nde ihtilalcilerin peşinde gezinir (1947), ertesi yıl Bogota isyanlarında boy gösterir. 1950 yılında Havana Üniversitesi'nden hukuk doktoru olarak mezun olan Fidel 950-52 arasında avukatlık yapar. Sonra Temsilciler Meclisine seçilebilmek için adaylığını koyar. Lâkin Socarras hükümetini deviren General Fulgencio Batista seçimleri iptal eder. Bu keyfi karar Fidel'in demokratik yollardan yükselme şansını bitirir, genç politikacı bir şekilde silahlı mücadeleye itilir... Küba taşeron mu? Küba-SSCB münasebetleri her zaman sıcaktır. Ancak taktik icabı Warşova Paktında değil Bağlantısızlar arasında yer alırlar. Kızıl Çarlar silah sevkiyatı, militan eğitimi, ayaklanma, sabotaj, suikast gibi gayri nizami işlerde Küba'yı kullanırlar. Karşılığında kangren olan Küba ekonomisine destek çıkarlar (1959'dan 89'a kadar yılda yaklaşık 6 milyar dolar). Küba 90'dan sonra ise Çin'e avuç açar. Afrika'da tam 40 bin Kübalı asker vardır ve bunlar hiçbir yaraya merhem olamazlar. Bir Kübalı mahalli savaşlara (ki genelde kabile kavgasıdır) niye katılır bilen varsa anlatsın bana... Orta Afrika'da kan döken Küba yanlısı gerilla lideri John Garang görünüşte Marksistir. Ancak Sudan'la ortaklık yapan Amerikan Petrol firması onları modern silahlarla donatır. Sudanlılar firmayı suçüstü yakalar ve anlaşmayı bozarlar. Hartum yönetimi ABD yerine Kızıl Çin ve Malezya ile konsorsiyum kurar. İşte o gün bu gündür ABD Sudan'ı terörist ülke ilan eder, Eritre, Habeşistan, Kongo Kenya, Uganda'daki iş birlikçilerini üstüne salar. Düşünebiliyor musunuz 6 ülke aynı anda savaş açar. Özetlersek Küba taşerondur, SSCB ile olduğu kadar ABD ile de çalışır, pis işlere imza atar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.