General Aussaresses İhtisası işkence

A -
A +
FRANSIZ general Aussaresses'in Cezayir'de sorguladığı 3 bin kişiden haber alınamadı, 24 Müslümanı da bizzat eliyle öldürdü. Fransa'nın gözü eskiden beri Cezayir üzerindedir. Osmanlının güçten düştüğü yıllarda, istila için bahane ararlar. O günlerde Cezayir Yahudileri, Fransız hükümetine 5 milyon frank borç verir ve külliyetli miktarda hububat yollar. Ancak Paris borcun üstüne yatar. Yahudiler alacaklarının tahsili için Cezayir Dayısına (İzmirli Hüseyin Paşa'ya) çıkarlar. Dayı, Fransız Büyükelçisini çağırır, yardımcı olunmasını arzular. Adam kibirli mi kibirlidir dik dik konuşur, edebini takınmaz. Dayı da elindeki yelpaze ile "çakmayayım tokadı" gibilerinden bir hareket yapar. Vaaay efendim hakarete uğradık... Bu basit hadiseyi allar pullar, "savaş sebebi" sayarlar. Donanma zaten hazırdadır, Cezayir limanlarını ablukaya alırlar. Osmanlı'nın tek derdi Cezayir olsa tamam, o aralar Balkan, Kırım, Kafkas cephesinde de sıkıntılar yaşar, kardeşlerinin yardımına koşamaz. Lâkin yerli halk bu oldu bittiye razı olmaz, istiklal arzusunu canlı tutar. Aradan uzun yıllar geçer, 1. Cihan Harbinin ardından tekrar Cezayir'e yönelirler, maksat üzüm yemek değil, bağcı dövmektir, keyfi katliamlara başlarlar. Müslümanlar ateş gücü yüksek düşman karşısında çaresiz kalırlar. Fransızlar, buraya dönmek için değil kalmak için girer, halkı ürkütüp, yıldırmaya, çalışırlar. Mekteplerde tedrisat Fransızca yapılır, müfredatı Luilerle, Jan Darklarla doldururlar. Derinler iktidara 1957 yılında FNL (Milli Kurtuluş Cephesi) kurulur ve mücadele sertleşmeye başlar. Fransızlar 1962 yılına kadar 1 milyon Cezayirliyi öldürür, 2.5 milyon Cezayirliyi de toplama kamplarına yollarlar. Ekinler yakılır, evler yıkılır, tam 8 bin köy haritadan silinir, dile kolay... Şimdi bir parantez açmak istiyorum. Bilirsiniz bazıları her cümleye "Arapların hainliği" ile başlar. Evet zaman zaman onlar da propagandalara aldanırlar... Ancak maraba yanlış yapsa da ağa dediğin affeder, alınmaz. Ancak efendi mahiyetine ihanet ederse hiç şık olmaz, işte orada film kopar. Ne yazık ki TC, Kahire'de kurulan geçici FNL hükümetini tanımaz, yerli monşerler tavırlarını "resmen ve açıkça" Fransa'dan yana koyarlar. Anlattk ya Cezayir bu girdaba üç beş Yahudi tüccarın hakkını aramak için girer, ancak Siyonistler, gider Fransız güçlerine destek olurlar, "terörle mücadele" dümenine terörün kralını yaparlar. İşgalciler hesapsız kan döktükten sonra batağa saplanır, vaziyeti halk oyuna açmak zorunda kalırlar. 1962 yılında yapılan oylamada ezici ekseriyetle "bağımsızlık" kararı çıkar. Oyun da buradadır aslında... Yönetime kim gelirse gelsin, örfüne, ananesine, tarihine yabancı "derinlerin" dediği olur, "devşirmeler" ferman okuturlar. Baskı azalmaz artar, emperyalistler alacaklarını daha kolay alır, üstelik asker besleme külfetinden kurtulurlar. Paris'in bilgisi dahilinde Cezayir'de fütursuzca kan döken Fransız subaylarından biri de General Aussaresses'dir, işlediği cürümleri kitaplaştırarak sisleri dağıtır, hadiselerin berraklaşmasını sağlar. Peki bu adam saf mıdır, salak mıdır? Hayır. General işkencenin hâlâ geçerli bir usul olduğuna inanır. Ona göre direnişi çözebilmenin tek yolu vardır "korkutmak!" Bunun için suçlu aramaz, sokaktan "sen, sen ve sen bu yana geç" der rastgele adam toplar. Sorguya alınanlardan pek azı sağ çıkar. Kurşuna dizmek basit bir yoldur, Fransızlara yakışmaz. Bu yüzden esirleri tayyareye bindirir ve şehrin üzerinde tekmeleyip aşağı atarlar. Şimdi çarşı ortasında dolandığınızı düşünün gökten çığlık çığlığa bir adam düşse? Önünüzde paralansa? "Ploff" diye boğuk bir ses, üstünüze sıçrayan kanlar. Söyleyin nasıl ürkmez insan? Ama aksi olur, ölümü er yada geç mukadder bilen müminler şehadet şerbetini yudumlamaktan kaçmazlar. İşte tam burada General devreye girer, Müslümanları ölümden öte şeylerle tehdide başlar. İlk akla gelen yol namuslarıyla oynamaktır. Direnişçi diye yaftaladıklarını oturtur, adamın hanımını kızını gözü önünde soyar, peşpeşe tecavüze başlarlar. Postalla gırtlağına basılan mazlumun çığlıkları kulak yırtar. Sırası gelen haydut, mümine hanımı hayvan gibi hortumla yıkar, üstüne çıkar. Bir keyif, bir keyif, sigaralarını yakar ve fotoğraf makinesine el sallayıp sırıtırlar. Hortum, kablo, manyeto Sonra mahkumun boğazına hortumu dayar, tazyikli suyu açarlar. Dayan dayanabilirsen, hadi buyur nefes al. Olmadı kafasını kovaya sokar, sabrını sınarlar. Tırnak kerpetenleri, kızgın şişler, mengeneler... Bunlar çok klasiktir, canileri eğlendirmekten uzaktırlar. Halbuki General'in işkence dünyasına kazandırdığı manyeto öyle midir ya. Zanlıyı çırçıplak soyar, sağına soluna kabloları bağlarlar. Kolu çevirince gariban acıdan eriyip akar. Paris'e elbette bir çok şikayet ulaşır ancak o günlerde Adalet Bakanı olan "François Mitterrand" bunları sümen altı yapar, işgal güçlerine "bedeli ne olursa olsun, direnişi durdurun" mesajı yollar. Eh merkez öyle diyorsa tamamdır. Zulme ayan beyan vize çıkar. Aslında Aussaresses Fransanın önde gelen ailelerinden birine mensuptur, soyludur güya. Nitekim Cezayir'de de asaletine uygun bir Şato bulur ve sorgu merkezi yapar. Başkente hakim bir tepede yer alan De Villa Suzini, Doğu işi süslemeleri, vitrayları, mermer sütunları ile göz kamaştıran şirince bir kasrdır. Gelgelim koridorlarında çığlıklar çınlar. Zaman zaman işkencede ölenler olur, bunları bahçeye gömer ortadan kaldırırlar. L'Alger Republican gazetesi editörlerinden Henri Alleg, içeri düşenlerden biridir. Ve işkencecilerin başında bizzat Paul Aussaresses'in bulunduğunu çok net hatırlar. Alleg "Burası adeta eziyet atölyesiydi" der, "geceleri büyük kamyonlarla mazlumlar getirilirdi. Uyku mamuru, gecelikli pijamalı insanlar... Eller arkadan bağlı, kafalarında torbalar... İte kaka indirirlerdi, tekmeler tokatlar... Mervan Gania. mücahidlere katılmaktan işkence gördüğünde henüz 16 yaşındadır, daha ağzı süt kokar. Ona saatlerce "Çaçaça" dinletir, ayakta tutarlar. Neden sonra soyar, "hadi oyna" buyururlar. "Ben dans bilmem" deyince kabloları bağlar, dokundukça zıplatırlar. İstersen kıvrılıp bükülme, "bak nasıl da öğrendi" der kahkahadan kırılırlar. Mervan "sadece kıvılcımlar görüyordum" der, "manyetonun çıkrığı dönünce gözleriniz yuvalarından fırlar." O dönemde villada vazife yapan Yüzbaşı Henri Pouillot "vazifem yapılan itirafları not almaktı" der, "işkenceciler zanlıların haysiyetini kırmak için mutlaka cinselliği kullanır, erkeğe de, kadına da, çocuğa da taciz de bulunurlardı, şimdi bu teknikleri Amerikalılar kullanıyorlar." Peki Aussaresses soruşturma geçirir mi? Hayır aksine onu terfi ettirir, omzuna rütbeler, göğsüne madalyalar (Fransızların en büyük onur nişanı Legion d'Honneur) takarlar. Hatta Vietnam savaşı sırasında ders vermesi için Amerikan Harp akademisine yollar, tecrübelerini (!) paylaşırlar. Sirkatin söyler... Aussaresses kahramanlığı kaldıramaz, alkışlar artınca fütursuzca konuşur ve başına iş açar. Cezayir savaşı sırasında işkencenin rutin olduğunu, üstlerinin yargısız infazı tasvip ettiğini belirtir ve "zanlıyı konuşturmanın en iyi yolu buydu, gebermesi gerekenler geberiyordu" der, "işte bu kadar." Ancak pislik halen siyaset yapmakta olan ünlülerin üstüne sıçrayınca Aussaresses'i apar topar yargılar, işkenceden değil, "işkenceyi savunmaktan" suçlu bulurlar. Şey şeyi ısırır mı? Isırmaz. Nitekim 6500 euro'luk bir para cezası keser, dosyayı kapatırlar. General buna çok içerler, göğsünü yumruklaya yumruklaya ortaya çıkar, "Müslümanlara işkence yapılmalı" diye ulumaya başlar. Eğer Afgan, Çeçen ya da Filistinli direnişçiler eline geçeymiş bülbül gibi öttürürmüş de filan... Yetmez yediği haltları kitaplaştırır (Cezayir Özel Hizmetleri 1955-1957) cümle aleme "biz buyuz" demeye başlar. Cumhurbaşkanı Jacques Chirac telaşlanır, üniformasını ve Legion d' Honneur ödülünü elinden alarak sesini kesmeye çabalar. Gevelenen beyanatlar, kuru kuru kınamalar... Ancak Fransız Komünist Partisi "Gelin Cezayir katliamı ile ilgili soruşturma komisyonu kuralım" deyince "tarihi konuları, tarihçilere bırakalım" der, çamura yatarlar. Le Monde'un röportajıyla... Fransızlar için Cezayir de ölen Müslümanların haber değeri yoktur, ancak geçtiğimiz yıl Le Monde Gazetesi "Lila" (Louisette Melike Iycilahriz) ile bir mülâkat yapar. Lila işkenceye maruz kalmış milyonlarca Cezayirli'den biridir, küçük kardeşi gözünün önünde can vermiştir. İhtimal kendisi de öldürülecektir ama bir Fransız hekim genç kızı korur, kollar. Lila da yıllar sonra kendisine yardımcı olan doktoru bulup, teşekkür etmek ister, gazeteyi aracı kılar. O dönemde vazife alan askeri hekimler taranırken, General Jacques Massu ekrana çıkar. "Cezayir'i düşündükçe harap oluyorum" der, "uykularım kaçıyor. Maalesef işkence vardı, hatta kurumsallaşmıştı. Fransa bu sayfayı kolay kapatamaz!" İşte Ausarresses arkadaşının pişmanlığına kızar, oturup bu kitabı yazar. Tartışmalar sürerken "yaptım, iyi yaptım, yine yaparım" demekten kaçınmaz. 24 Müslüman esiri bizzat eliyle öldürdüğünü ve kendisine teslim edilen 3 bin Cezayirliyi buharlaştırdığını açıklar. Cinayetlerin, siyasi iktidarın emri ve bilgisi dahilinde işlediğini, kendisinin "işini yapan bir asker" olduğunu söyler, siyasilerin nasırına basar. Bu konu bitmedi, daha De Gaulle'ün defteri açılacak...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.