"İkinci Hazreti Ömer" Ömer bin Abdülazîz

A -
A +

Bir insan niye kral, tekfur, imparator olmak ister? Elbette muhteşem saraylarda oturmak, cins atlarla dolaşmak, atlas kaftanlar kuşanmak, mükellef sofralara oturmak, altınla gümüşle oynamak ve tek hecelik bir emirle onbinleri hizaya sokmak için... Bu imkanlar şüphesiz sultanlar ve halifeler için de vardır ama ümmet-i Muhammedin vebali öyle ağırdır ki çoğu uykuyu dağıtır, lokmalarını bile yutamaz olurlar. Gelelim hikayemize... Ömer bin Abdülazîz Mısır Valisinin oğludur ama kendi halinde yaşar. Gelir Medine'ye, Enes bin Mâlik'ten (Radıyallahu anh) feyz almaya bakar. Genç yaşta babasını kaybedince amcası (halife Abdülmelik) onu Şam'a çağırır ve kızı Fâtıma'yla evlendirip Haremeyn'e vâli yapar. Ömer bin Abdülazîz devlet işlerinden anlamaz, ancak anlayanları bile imrendirecek bir iş yapar, gider ulemanın kapısını çalar. "Değerli büyüklerim" der, "gelin bana yol gösterin, usul erkan belletin. Gece gündüz Haremeyn'e hademelik edelim." Onlar söyler, Ömer yapar... Onlar söyler, Ömer yapar... Mükerrem şehirde, Münevver beldede çiçekler açar. Ortalık şenlenip kıpırdar, pek çok kimse, memleketini terk edip, Hicaz'a yerleşmeye bakar. Her Resulullah aşığı gibi o da Mescid-i Nebî'ye hizmet için can atar, hem genişletir, hem de esaslı bir tâmirat yapar. Hücre-i seâdeti yontma taşlarla silbaştan bina eder, etrafını kapısı olmayan ikinci bir duvarla sarar. Nurlu camiye bir mihrâb ve dört minâre daha katar. Nakkaşlar maharetlerini konuşturur, dört bir yanı ayetlerle donatırlar. Halîfe Abdülmelik iki oğlu olmasına rağmen Ömer bin Abdülazîz'i halef yapar. Vefât edince vezîri Recâ emirleri toplar, mühürlü ahidnâmeyi açar ve yüksek sesle okumaya başlar. Mesaj açıktır: "Yeğenim Ömer bin Abdülazîz'in halife olmasına..." Ne? Ben, halife mi? Genç adam bir anda halifelik gibi bir makamla karşı karşıya kalınca çok bocalar. Yarım yamalak kelimelerle "yapamam, edemem" diye kekelese de onu kaale almaz, tek tek gelip bîatta bulunurlar. Ortalık bir anda yaver, seyis kaynar, onu hilâfet konağına götürmek üzere cins atlar getirir, muhafızlar hiza alırlar. Mübarek, bu seremoniden sıkılır, atları ahırlara, askerleri kışlasına yollar, hilâfet otağı yerine kıl çadırına koşar. İlk işi kölelerini ve cariyelerini azad etmek olur. Sonra hanımına döner, "eğer" der, "benimle yaşamak istiyorsan ziynetlerini beytülmâle bırak!" Hoş, Fatıma da, Hazreti Fâtıma gibi mânevî süslere taliptir, mücevherlerini seve seve bağışlar. Ömer bin Abdülazîz tüm servetini (elli bin altını vardır) dağıtır, sırtında bir elbisesi kalır. Genç halife bütün Ümmet-i Muhammed'in vebalini omuzunda hisseder ve kul hakkından çok korkar. Yaşlıları anası babası, gençleri kardeşi, küçükleri evlâdı bellediği için derdi artar. Bütün tebaasına evindekiler gibi muamele eder, dedesi (Hazret-i Ömer) gibi olmaya bakar. Hele Ehl-i Beyte hususi bir saygı gösterir, onları tek tek arar, sorar. Efendimizin (Sallallahü aleyhi ve sellem) vakıf ettiği Fedek bahçesini oniki imamdan Muhammed Bâkır'ın emrine sunar. Ülkeler ötesine... Ömer bin Abdülaziz kararı sora sora alır ama anında uygular. Bu yüzden mücahidler kıtaları aşar. Bir yandan İstanbul'u kuşatırken, öbür yandan İspanya ve Fransa'ya uzanırlar. Düşünün taaa Narbonne'a üs kurar, Avrupalıya İslâm'ı anlatırlar. Malatya'yı yüz bin esir karşılığı Rumlar'dan alır, Berberîler topyekun Müslüman olurlar. O günlerde ıssız dağ başlarında koyun otlatan bir çoban Mâlik bin Dinâr hazretlerine sorar. "Halife değişmiş olmalı, kimdir bu adil insan?" -Sen onun adil olduğunu nereden biliyorsun? -Halîfe adaletle hükmedince hayvanlar bile hakkına razı olurlar. Kurtlar bütün sürüyü kırmaz, yemeyecekleri kuzuları boğmazlar. Hasılı Emevi ülkesi huzur içinde yaşar, zenginler fukara için çırpınırlar. Ortalıkta zekat alabilecek fakir kalmaz. Hem işlerini, güçlerini kovalar, hem de ibâdete vakit ayırırlar. Birbirlerine "şu sureyi ezberledin mi, filanca gün oruçlu olmaya bak" diye nasihatte bulunurlar. Eh bu arada yalan dolan kalkar, herkes birbirinin gönlünü yapmaya, duasını almaya bakar. Bid'atler unutulur, sünnete ittiba artar. İlim talipleri aradıklarını bulur, muhaddisler Hadîs-i şerîfleri toplayıp kitaplaştırırlar. İnsanlar bir araya geldiler mi, ölüm hâllerinden ve mahşer meydanından konuşur, gözyaşıyla tövbeye otururlar. Öyle ki dışarıdan gelen biri her evden cenaze çıktı sanar. Bir gün Halife'nin yüzünü kireç gibi görür, "bu ne hâl" diye sorarlar. Ömer bin Abdülazîz "eğer ölümümden birkaç gün sonra mezarımı açsaydınız gözlerimin çıkıp yanaklarımın üzerine akdığını, dudaklarımın dişlerimi kapayamadığını, ağzımdan irin ve cerahat boşaldığını, karnımın şişip göğsüme oturduğunu, bağırsaklarımın döküldüğünü, burun deliklerimden kurtların çıktığını görürdünüz. Söyleyin bana rengim gitmiş çok mu? Aklı olan sararmayana şaşar...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.