Modern kimyanın babası Antoine Lavoisier

A -
A +

Bir zamanların Fransa'sında aristokratlarla, papazlar el ele verir halkın ümüğünü sıkarlar. Kral saray üstüne saray kurdurur, kraliçe hazretleri "ekmek bulamıyoruz" diye yakınanlara "pasta yemelerini" tavsiye buyururlar. Ve İhtilalle roller değişir, bambaşka bir devir başlar. Adı kralcıya çıkanlar gece yarıları evlerinden alınır, apar topar giyotine yollanırlar. Hakimler, hekimler, subaylar yargısız infaz edilir, din adamları bir kaşık suda boğulurlar. Bu kez malı Cumhuriyetçiler götürür, pastayı jakobenler paylaşırlar. Halk için değişen bir şey olmaz, zira özgürlük şarkıları karın doyurmaz. Yine sürünür, kuru lokmaya muhtaç kalırlar. İşini bilenler anında Cumhuriyetçi kesilir, bir elleri yağda bir elleri balda yaşarlar. Düşünün, Napoleon İtalyan asıllı bir Korsikalı olmasına rağmen Fransızların omuzlarına basar, "Bakın ben gidersem kralcılar gelir ha!" korkusunu pompalayarak saraya kazık çakar. Kendi yediği yetmez, oğullarını ve torunlarını da imparator yapar. Kaşiflik züğürdün haddi mi? Bir ara kimyacı Jean-Paul Marat ateşin "sıcak bir sıvı" olduğunu iddia eder ve oturup bu konuda koca bir kitap yazar. Ancak bu kitab ilmi çevrelerce ciddiye alınmaz. Marat bir hile tezgâhlar, "Jurnal de Paris" gazetesinde "Bilimler Akademisi'nin görüşlerini desteklediği" şeklinde bir haber yayınlatmaya kalkar. Akademi başkanı Lavoisier yapılan sahtekarlığı "ahlak dışı" diye niteler ve kesin bir dille yalanlar. Eh Marat da bunu bir kenara yazar. Siz de yazın, zira anlatacağımız hikayenin bu adamla çok ilgisi var. Dikkat ederseniz ünlü yazarlar ve unutulmayan kaşifler genelde zenginlerden çıkar. Bunların "geçim derdi" gibi bir dertleri olmadığı için işlerine bakar, icabında bir proje üzerinde yıllarca çalışırlar. Lavoisier de öyledir, hazırdan yer ve deneylerinin sıhhati için hiçbir fedakarlıktan kaçınmaz. Sırf ışık kaynaklarının şiddetini ölçebilmek için 45 gün kör karanlıkta oturur, bir sigara içimliğine bile dışarı çıkmaz. Bu işler için (o devrin parasıyla) tam 100 bin frank para harcar. Kimse ona "Sen ne yer, ne içersin? Para mara lâzım mı?" diye sormaz. Lavoisier sırf babasının hatırı hoş olsun diye hukuk okur ama gönlünde kimya yatar. Yaşı henüz 22 iken Paris caddelerini daha iyi aydınlatan bir sistem geliştirir, Belediye Başkanı, Fen Akademisi ve bizzat Kral ona "payeler" bağışlar. Lavoisier o güne kadar yazılmış ağdalı kitapların yerine çok sade, kolay anlaşılır ve "deneye dayanan" bir kitap yazar. Sadece dört kimyasal element (toprak, hava, ateş, su) var diyen Aristoteles'i yerin dibine sokar. Buna itiraz edenler çıkarsa da; kükürt, fosfor, karbon, antimon, gümüş, arsenik, kobalt, bakır, kalay, demir, mangan, cıva, molibden, nikel, altın, platin, kurşun, tungsten ve çinko gibi elementleri keşfedip önlerine koyar. Yetmez, oksijenin varlığını ve ateşin sırrını açıklar. İşte bu yüzden onu "Modern kimyanın babası" diye anarlar. Lavoisier, insanoğlunun maddeyi var ya da yok edemeyeceğini savunur, yani "kütlenin sakınımı kanununu" ortaya koyar. Bir başka deyişle bileşenlerin (reaksiyona giren kimyasal maddelerin) ağırlıkları toplamı, bileşimin ağırlığından eksik ya da fazla olamaz. Lavoisier ortaya teori atmakla kalmaz, iddialarını tecrübeyle ispatlar. Temiz yağmur suyunu kapalı bir sistemde buharlaştırıp, damıtarak tam yüz gün kaynatır, eksilen bir şey olmaz. Hem ona göre 1 gram kütle enerjiye dönüştüğünde 20 bin ton TNT'nin patlaması kadar enerji açığa çıkar. Madalyonun öbür yüzü O günden bu yana elbette çok şey değişti, eğer şimdi bir düzenek kurup birşeyleri izlemek isteseniz Selanik Pasajı ve Karagül İşmerkezi'nde tüpler, camlar, aynalar, kablolar, mercekler ve kimyasal maddeler bulabilirsiniz. Gelgelelim o devrin kaşifleri bütün bunları kendileri yapar ya da yaptırırlar, kimyasal maddeleri bizzat arındırırlar. Her ne kadar Lavoisier bir toprak ağasının oğlu idiyse de masraflar zaman zaman boyunu aşar. Bakar, bu işin sonu yok, belli bir yüzdeyle kral adına vergi toplayan bir şirkete ortak olur (kralı görüyor musunuz, o yıllarda özelleştirmeyi başarmış) ve kazandığı paraları deneylerine harcar. Bir ara vergi kaçakçılığını önlemek için Paris'e duvar çekilmesi fikri çok tartışılır. Lavoisier ortak olduğu şirketin selameti açısından bu projeye mâkul bakar. Her ne kadar tahsilatla mahsilatla işi olmasa da adı "vergici"ye çıkar. Eh, bilirsiniz insanlar vergicilerden hoşlanmazlar. Lavoisier çalmaz, çırpmaz, kimsenin canını yakmaz lâkin Fransız İhtilali ile başlar ayak, ayaklar baş olunca göze batar. Bir zamanlar ona özenen çulsuzlar, parasının hesabını sormaya kalkarlar...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.